Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

AMCAM MUSTAFA 7

11 Mart 2013 - 21:04

AMCAM MUSTAFA 7.BÖLÜM





100 YILLIK TARİH...







Amcam Mustafa gerçek anlamda, katısız bir sanatçı olarak doğmuştu. O, doğduğunda bir sanatçı da olması gereken bütün özel yetenekleri yanına alarak bu dünyaya gelmişti. Amcam müziği, müzik enstrümanlarını ve folklorü fazlasiyla seviyordu. Sanata duyduğu bu ince ilgi ve bu konuda sahip olduğu özel yetenekler onun insancıl kişiliğinin biçimlenmesinde de çok önemli bir rol oynamıştı.Amcamın öz Dayısı Paşa-yı Mıllâ Ali köyün ileri geleni ve Karahan Aşireti’nin Reisi durumunda idi. Silahına ve bileğine güvenen Paşa’nın silah kullanma konusundaki becerisi ve ustalığı bütün bölgede dilden dile dolaşıyordu. İki yüz metre uzaktan, gözü kapalı balta deliğinden kurşun geçirmek O’nun için sıradan bir işti. Beş yüz metreden cep aynasını ortasından vurmak onun için çocuk oyuncağısayılırdı. Çermik’ten-Viranşehir’e, Fırat’tan–Karacadağ eteklerine kadar uzanan geniş bir coğrafyada namı yürümüş olan Paşa-ı Mıllâ Ali’nin odasında her gün onlarca misafir ağırlanıyordu. Gelen–giden misafirlerin oda hizmetini Eyo-yıKarahaci yapıyordu. Paşa’nın ayni zamanda kahvecisi olan Eyo-yı Karahaci bir zamanlar Viranşehir’de İbrahim Paşa’nın yakın korumalığını yapmış, İbrahim Paşa-yıMilli’nin devlet tarafından tasfiye edilmesinden sonra Paşa-yı Mıllâ Ali’nın yanına yerleşmişti. Paşa’nın evine bazen yörenin en meşhur “Dengbej”leri gelirdi. Denkbejler geldiğinde başta köyün yaşlıları olmak üzere kadın erkek bütün herkes akşamdan Paşa’nın odasına koşardı. Dengbejler akşamın ilk saatlerinden başlayarak gece yarısına kadar Kürtçe türküler söylerdi. Çocukların bu gecelere gitmeleri adetten olmadığı halde, Mustafa Amcamın Kürtçe türkülere olan merakını bilen dayısı, Paşa-yı Mıllâ Ali’nin ona bir nevi ayrıcalık tanıyarak onun odaya gelmesine müsaade ediyordu. Paşa-yı Mıllâ Ali’nin yakın dostu olan dengbéj Mıho RIHANEK’in üç gün, üç gece üst üste söylediği ve dördüncü günün akşamında gece yarısına doğru ancak bitirdiği uzun iki Kürtçe destanı vardı. Bunlardan birisi “Mem-u Zin” diğeri ise “Sıyebent ile Xece” idi. Her iki destanda da aşk, sevda ve kahramanlık olgusu işleniyordu. Normalde kadınların erkeklerle birlikte aynı mekânda türkü dinlemesi dince caiz olmadığı halde Mıho RIHANEK’in söylediği “Mem-u Zin” ve “Sıyebent ile Xece” hikâyesinde muradına ermemişlerin acıklı dramı hikâye edildiğinden, bu tür destanları dinlemek sünneten sayılır ve dolayısıyla haremlik–selamlık meselesi birkaç gece için de olsa, rafa kaldırılıyordu. Dengbéj Mıho’yı dinlemeye gelenler kendilerini türküde anlatılan acıklı hikâyeye kaptırarak adeta kendilerinden geçerlerdi. Erkekler gözleri kapalı derin hayallere dalarak “Mem-u Zin” için yürekten hayıflanırken, kadınlar ellerinde mendil “Sıyebent ile Xece” için gizliden gizliye gözyaşıdökerlerdi. Babası Halil-i Nofel’in dizi dibinde oturan Mustafa Amcam Dengbéj Mıho’nun ağzından çıkan her kelimeyi büyük bir dikkatle beynine not ederdi. Gün boyu çalışmaktan yorgun düşen kimi köylüler zaman zaman uyuklasada Mustafa Amcam gece boyu bir defa olsun gözlerini kırpmazdı. Amcamın dengbéjlere olan bu merakı dayısı Paşa-yı Mıllâ Ali’yi fazlasıyla memnun ediyordu ve dolayısıyla yeğeni Mustafa’yı diğer yeğenlerine göre çok daha fazla seviyordu. Siverek’e yakın “Qurdek” köyünde oturan ve aynı zamanda Paşa-yı Mıllâ Ali’nin dostu ve kirvesi olan dengbéj Mıho Rıhanek gelişinin dördüncü günü köyden ayrıldığında Paşa-yı Mıllâ Ali, Mıho’yu paha biçilmez değerli hediyelerle uğurlardı.



Paşa-yı Mıllâ Ali’nin “Ruş”isimli güzel mi güzel asil bir atı varmış. Bu atın kendisine Mıho Rıhanek tarafından kirvelik hediyesi olarak verildiği söyleniyordu. Yere göğe sığmayan bu değerli at uzun yıllar Paşa’nın kapısında el üstünde tutulmuştu. Daha sonraları Paşa-yıMıllâ Ali, Çermik yöresinde, “DERé_ZERé” köyünde oturan Ahmet isimli birisinden büyük paralar karşılığında daha iyi bir at satın alınca Ruş’ın pabucu dama atılmıştı. Paşa-yı Mıllâ Ali’nin satın aldığı bu yeni atın ismi Ubey’di. Tırnağından kulak memelerine kadar süt beyaz olan bu at kanatları olsa uçacakmış. Keklik ve tavşan avına meraklı olan Paşa-yı Mıllâ Ali bu at sayesinde kaçan tavşanıyerden sağ olarak kaldırıyormuş. Paşa’nın altında arka ayakları üzerine şaha kalkan bu atın şan ve şöhreti Harran’a kadar yayılmıştı. Paşa-yı Mıllâ Ali bu atı öz evladı kadar seviyordu. Köyün kuzeyinde bulunan KIR diyarında yılda birkaç defa düzenlenen at yarışlarında Ubey her defasında yarışların tümünü büyük bir farkla kazanıyormuş. Civar köylerden onlarca atın katıldığı bu yarışlarda hiçbir at Ubey’in hızına erişemiyormuş. Ubey’in bu olağanüstü mükemmelliğine rağmen ne yazık ki ufak bir kusuru vardı. Ubey beş-altı yaşına bastığı halde ne var ki bir türlü doğuramıyordu. Paşa-yı Mıllâ Ali çok istediği halde ondan soylu ve asil bir tay elde edemiyordu. Bu durum O’na büyük üzüntü veriyordu. Dost ve arkadaş sohbetlerinde Paşa’nın sık sık söylediği bir söz; bu attan bir tay edinmek için ne kadar istekli olduğunu ortaya koyuyordu. Yakınlarına “Ölmeden önce bu atın doğurduğunu ve bana bir tay verdiğini görürsem gözlerim açık kalmayacak” dediğini göz önünde bulundurursak, onun bu hayvana ne kadar değer verdiğini anlamış oluruz.



Paşa-yı Mıllâ Ali 1934 yılında yaşanan bir çatışmada yaşamını yitirdiğinde bu atın Paşa’nın ölümünden duyduğu üzüntüden dolayı kendisini nasıl paraladığını yaşlılar uzun yıllar anlatıp durmuştu. Anlatılanlara göre Paşa’nın ölümüyle sahipsiz kalan at duyduğu üzüntüden dolayıadeta deliye dönmüştü. Paşa’nın öldürüldüğü günlerde köyün etrafında dörtnala koşan, durmadan kişneyen ve hiç kimseyi kendine yaklaştırmayan bu atın hazin durumu karşısında herkes adeta taş kesilmişti. Paşa’nın defnedileceği gün, güngörmüş,devran geçirmiş yaşlı bir ihtiyar “Bana Paşa’nın elbiselerini getirin bu atı ancak öyle yakalayabilirim” demiş. Köylüler yaşlı adamın söylediklerini yerine getirmişler. Yaşlı adam Paşa’nın elbiselerini eline alarak ata yaklaşmış. Paşa’nın kokusunu alan at doğruca adama yaklaşmış. Yaşlı adama yaklaşan at adamın elindeki elbiseleri büyük bir hüzünle koklamış. Bu arada yaşlı adam atıyularından yakalamış. Cenazenin kaldırılacağı gün ata; her yerinden püsküller sarkan Halep işi işlemeli ve çok değerli bir eyer vurulmuş. Eyerin üstüne Paşa’nın en çok sevdiği ve severek giydiği Halep işi değerli abası yerleştirilmiş. Öldürüldüğü gün üstünde olan kanlı elbiseleri ve uzun çizmeleri eyerin bir yerine asılmış. Sağlığında sevdalandığı ve elinden hiç düşürmediği silahı, belinde gururla taşıdığı ceylan derisinden fişekliği. (REXT) birbirinden değerli birçok tespihi ve elinden düşürmediği heziranını abanın üstüne özenle bırakmışlar. Kırk gün önce şatafatlıbir düğünle Siverek’e gelin giden büyük kızı Şefika’nın baba sevgisi uğruna kökünden makasladığı uzun ve örgülü saçları abanın iki yanına iliştirilmişti. Paşa’nın dünyalar kadar değer verdiği küheylan atı Ubey, cenaze alayının önüne geçirilmişti. Atın yularını köyün yaşlılarından Mehmed-i SIM–i çekiyordu. Atın birkaç adım gerisinden elinde Kuran-ı Kerim. Pasa’nın amcazadesi Mılla Zülfükar Karahan yürümüş. Onun hemen arkasından Bekir-i Topalan ve Ahmed-i Ap Vısi yürümüş. Bekir-i Topalan Paşa’nın büyük kızı Şefika’ nın kayınpederi idi. Siverek’te yaşayan birkaç varlıklı insandan biri olan Bekir-i Topalan’ın Hilvan yöresinde iki verimli köyü vardı. Ahmed-i Ap vısi, Paşa’nın amcazadelerinden birisi olup bir dönem Karakeçi bölgesinde, şekerli köyünde yaşadığı için kendisine Ahmed-i Şekerli diye hitap ediliyordu. Paşa’nın cenazesini yıkayan ve biraz sonra telkinini okuyacak Molla Zülfükar Karahan, büyük din âlimiydi. Bölgede yaşayan insanlar bu özeliğinden dolayı O’na büyük saygıgösteriyordu. Daha sonra Haca giden ve Hac’da vefat edecek olan Molla Zülfükar Karahan, Prof. Dr. Abdulkadir Karahan’nın babası idi. Hicaz’da ölmesiyle Allah ve kul katında daha da ünlenecek olan bu zatın arkasından Paşa’nın tabutunu taşıyanlar yürümüş. Cenazenin arkasından yürüyen insanların sayısı belirsizdi. Bölgenin dört bir yanından gelen tanınmış aşiret reisleri Paşa’nın arkasından yürüyerek onun mert, yiğit ve cesur duruşuyla ilgili birbirlerine mazide kalmış ilginç anılar aktarıyorlardı...



Cenazenin arkasından yürüyenler arasında, Gürüz köyünden Mahmo-i Kewan, Kırvar Aşiret Reisi Hüseyn-i Xıdır-i, Odabaşılardan Mahmut Efendi, Paşa’nın yakın akrabalarından, Sefer-i Huskoy, Mehmed-i Hamid-i, Lobıt-i Hec Osman-i, İsmail-i Topal-i, Siverek’teki yakın akrabalardan, Heci Mehmed, Seyhmus Efendi ve o dönemde daha çok genç olan Hasan Karahan, Mehmed-i Şeho, Ahmet-i Şeho gibi önemli şahsiyetler vardı.



Küçük bir tepenin yamacına kurulan “DAR-A ŞAHNA” mezarlığı Paşa’ya ev sahipliği yapmaya hazırlanıyordu. Paşa’nın Anne-babasını ve birçok yakın akrabasını koynunda uyutan DARA-ŞAHNA Mezarlığıbu defa koynunda Paşa’ya yer açıyordu. Son görev için bir araya gelen insan kalabalığı TOP yoluna saptığında, Molla Zülfükar’ın yönlendirmesiyle cemaat tekbir ve selavatlarla ortalığı mahşer yerine çeviriyor. Top yolu ve DARA-ŞAHNA Mezarlığı tarih boyunca birçok insanın ölümüne tanıklık etmişti. Fakat kalabalığın böylesini hiçbir zaman görmemişti. Mezarlığın önünden geçen tarihi TOP yolunun geçmişi oldukça eski idi. Anlatılanlara bakılırsa, bu eski yol yaklaşık dörtyüz yıl kadar önce 4. Murad Dönemi’nde yapılmıştı. Sefavilerle yürütülen kanlı savaşlar sırasında, asker ve askeri malzeme sevkiyatı bu yoldan sınıra ulaşıyormuş. Üstünden ağır topların yürütüldüğü bu tarihi yol, bölgede“Top Yolu” olarak biliniyordu. Güneyden kuzeye doğru uzanan bu yol üzerinde zamanında taştan yapılma birçok taş köprü varmış. Mezarlığın iki-üç km. güneyinde bulunan ve yakın akrabalarımızın oturduğu Hanhıraba köyünün önünden geçen çayın üzerinde zamanında bir köprü varmış. Bu taş köprünün günümüze kadar ulaşan kalıntılarına bakılırsa, bu yolun askeri sevkiyatlar için ne kadar önemli olduğu kendiliğinden anlaşılacaktır. Köprünün az ilerisinde yine aynıtarihlerde yapılmiş eski bir Han vardır. Yaşlıların alatımlarına bakılırsa “HANHIRABA” köyü ismini bu eski handan alıyordu. Cepheye giden askerlerin konaklaması için kara taşlardan yapılmış bu büyük hanın izlerine günümüzde de rastlanmak halen mümkündür.



Top yolundan ilerliyen insan kalabalığı sonunda mezarlığa ulaşıyor. Paşa’nın mezarı; tepeye yakın bir yerde, yıllar önce ölen babası Mıllâ Ali’nin bitişiğinde kazılmıştı. Paşa ağıtlar eşliğinde toprağa verilirken tekbir ve selavat sesleri bir an olsun dinmemişti. Paşa’nın telkinini Molla Zülfükar okumuştu. Defin işlemi bitip herkes mezarlıktan ayrılırken Paşa’nın çok önem verdiği atı mezarlık çevresinde dolanıp durmuştu. Atın mezarlık çevresinde sergilediği üzgün hareketler orda bulunan insanları dinden-imandan etmişti. Ubey mezarlık çevresinden bir türlü ayrılmak istemiyormuş. Paşa toprağa verildikten ve herkes evlerine döndükten sonra at tekrar huysuzlanmıştı. Köyün etrafında günlerce deli-dizgin amaçsız bir şekilde dolanan at, köyde oturanlarda rahat-huzur yüzü bırakmamıştı. Atıyakalamak isteyen en usta at bakıcıları bile çaresiz kalmıştı. İnsanların bütün çabaları sonuç vermemiş ve at hiç bir Allah’ın kulunu kendisine yaklaştırmamıştı. En sonunda at kendisini dağ- bayır kırlara vurmuş. Uzun zaman köye uğramayan UBEY’in durumu ilk başlarda biraz merak edilse de daha sonra köylüler onu büsbütün unutmuş. Köyün çobanları onu kimi zaman kâh köyün kuzeyinde kâh köyün güneyinde ve daha çokta Paşa’nın vurulduğu XELEFAN bölgesinde tek başına otlarken görüyorlarmış. Aradan uzunca bir zaman geçtikten sonra Paşa’nın yadigârı olan Ubey atı arkasında bir-iki aylık alımlı bir tayla Paşa’nın kapısına dayanmış. Paşa’nın sağlığında bir türlü gerçeklemeyen rüyası onun ölümünden sonra en nihayetinde gerçekleşmişti. Onun öz evladı kadar sevdiği UBEY atı kendisi gibi asil bir tay dünyaya getirmeye muvafak olmuştu. Derken aradan çok geçmeden bu asil atın dizi dibinde hayra alamet olmayan çok kötü bir yara çıkmış. Hiç bir ilacın kar etmediği bu amansız yara zamanla atın ayağınıyukarıdan aşağıya kadar bütünüyle sarmalamış. Yara bere içinde kalan at, kadir-kıymet bilmezlerin ilgisizliğine ve merhametsizliğine terk edilmiş. Paşa-yı Mıllâ Ali’ninşeker-lokum ve kuru üzümle beslediği bu soylu atın yüzüne kimsecikler bakmaz olmuş. İnsanoğlunun nankörlüğüne üzülen bu at almış başını kimselerın uğramadığı tenha bir köşeye çekilmiş. Bakımsızlıktan bir deri bir kemik kalan Ubey, ölümün yaklaştığını hissederek kendisini büyük bir kayanın gölgesine emanet etmiş. Uzandığı yerde büyük bir acı içinde son nefesini vermeye hazırlanan Ubey’ın yaşla dolan gözleri Paşa-yı Mıllâ Ali’nin kurşunlara hedef olduğu Xelefan bölgesine doğru kaymıştı. Ubey yaşama veda ederken Paşa’nın yakınları Ubey’den geriye kalan genç tayı geleceğe hazırlamaya çalışıyorlardı.









Devam edecek...





Kadir Büyükkaya





[email protected]

Bu yazı 3246 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum