ARKADAŞIM HALİT
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Rahmetli Abbas- é Mirseydanın sol tarafında küçük bir ev vardı. Bu evin Ekrem isminde yetişkin bir oğlu vardı. Kendi halinde sessiz sedasız bir gençti. Bir kamyonda muavinlik yapıyordu. Muavinlik yaptığı kamyon onların mıydı başkalarının mıydı tam olarak hatırlamıyorum. İsmi Laçin olan ve benimle yaşıt bir çocuk devamlı onlara gelir giderdi. Sanırım yakın akrabaydılar. Ekremin ailesi daha sonra bu evden ayrılarak Siverekte herkesin Lalek ismiyle tanıdığı Falcı bir kadının oturduğu mahalleye taşındı. Onlar taşınınca evi Almancı bir aile satın aldı. Çermik yöresinden, Hesto Köyünden Sivereke yerleşen bu ailenin reisi yaşlı bir kadındı. İsmi Vesilaydı. Geldiği yöreye özgü elbiseler giyerdi hep. En çok da başındaki kofisi dikkatimi çekerdi. Onu her gördüğümde Çermik yöresinde yaşayan dayılarımı ve yaşlı kadınları hatırlardım. Çünkü dayılarımın yaşadığı Ğeybiyan Köyündeki yaşlı kadınlar tıpkı Vesila Teyze gibi giyinirlerdi. Oğlu işçi olarak Almanyaya gidince eşini ve çocuklarını annesi Vesila Teyzeye bırakmıştı.
Vesila Teyzenın oğlu bir hayli eski olan bu evi yıktırıp yerine yenisini ve evin caddeye bakan ön cephesine de küçük bir dükkân yaptırdı. Ben ilkokuldayken babam bu dükkânı kiralayarak beni ve kardeşim Saiti ticarete özendirmek istemişti. Babama göre okul okumakla bir yere varılmıyordu. Hatta okul yüzünden insanın başına bir sürü bela bile gelebiliyordu. Necmettin abinin başına okumuşluğu yüzünden az mı musibet gelmişti! Dahası yakın akrabalarımızdan tanınmış siyasetçi Ali Karahan ve Şair-Avukat Necati Siyahhannın başına az mı şey gelmişti! Babam bu yakın akrabalarımızın başına gelenleri yakından bildiğinden bizim okula gitmemizi pek tekin bulmuyordu. K.Ali amcamın oğlu Necmettin Büyükkaya büyük adam olmak hayaliyle İstanbula gitmiş, orda üniversite okurken ismi komüniste çıkarak bütün emekleri bir çırpıda güme gitmemiş miydi! Necmettin abinin onca emeği, onca çabası boşa gittiği gibi hem kendi başını derde sokmuş hem de yakınlarına büyük üzüntüler yaşatmıştı. Ali Karahan amcamız ve yakın akrabamız Necati Siyahhan ise fakir fukara davasına baş koydukları için yaşamlarının en verimli çağında tutuklanıp hapse atılmışlardı.
Babam, gözleriyle gördüğü, kulaklarıyla duyduğu bu hadiseler den gerekli dersi çıkarmış olacak ki çantamızda defter kalem okula gidip gelsek de bizi okula göndermeye pek de meyilli değildi. Erken yaşta bize ticaret yolunu göstermesi ona daha mantıklı gelmişti. Kim bilir kendine göre belki de haklıydı.
Aslında komünist olurlar diye çocuklarını okula göndermeye cesaret etmeyen tek kişi babam değildi Siverekte. Coğrafyamızda aynı kaygıdan dolay çocuklarını okula göndermek istemeyen yığınca aile vardı. Onlara göre en isabetli tercih çocuklarını erken yaşta bir ustanın yanına çırak verip onları tez elden geçerli bir mesleğe kavuşturmaktı. Bir de çocuklarını bir din adamının yanına verip Kuran öğrenmelerini sağladılar mı, hem bu dünya hem de diğer dünya teminat altına alınmış olurdu. Anne ve babalar bunu yaparak ilerde çocuklarını kazadan beladan ve özelikle de komünizm tehlikesinden sakınmış oluyorlardı.
Ailelerin çocuklarını -özellikle de kız çocuklarını- okula göndermemek konusunda etkisinde kaldığı yerel nedenleri gözden uzak tutmamak gerekir. Babalar Siverek ve çevresinde etkin olan şeyhlerden ve yetersiz din adamlarının söylediklerinden fazlasıyla etkileniyorlardı. Bu gerici ve çağ dışı güruh bölge insanını komünizm tehlikesiyle korkutarak çocukların okula gönderilmelerini, ilim ve irfanla donanmalarını engelliyorlardı.
İşte bu yüzden babam ilerde başımıza bir iş gelmesin diye 1971 yılında bu Almanancı ailenin dükkânını bizim için kiraladı. Babamı mahcup etmemek, bize duyduğu güveni boşa çıkarmamak adına o yaşta, o çocuk halimizle bir yıla yakın öteberi doldurduğumuz bu dükkânda bir şeyler yapmaya çalıştık. Fakat daha sonra okul ile dükkân işinin bir arada yürümeyeceğine kanat getirerek dükkânın kapısına kilit vurduk.
Bir yıla yakın bakkal olarak çalıştırdığımız ve sonra kapatığımız bu dükkânın az ilerisinde Mobilyacı Tevfik Amcanın dükkânı vardı. Dükkânın mülkiyeti Ali-é Qereceye aitti. Tevfikin iki oğlu vardı. Birisinin ismi Kenandı ama diğerinin adını hatırlamıyorum. İki kardeş babalarına yardımcı olmak için gecesini gündüzüne katıyordu. Küçük oğlu cin gibi uyanık, atik ve hareketliydi. Büyüğü onun tam tersiydi. İşleri iyi gidince Tevfik Amca yandaki dükkânı da iş yerine katarak işini büyütmüştü.
Dükkânda Siverekte yeni yeni tanınmaya başlanan komedinler, karyola, gardırop, sandalye, masa ve benzeri ev eşyaları satılıyordu. Sivereklilerin kafes dedikleri önü camla kaplı küçük dolaplar ve çeyiz sandıkları dükkânın gözde eşyaları arasındaydı. Şehirde ve çevre köylerde oğlunu veya kızını evlendirmek isteyenlerin çeyiz için uğradıkları tek adres Tevfik Amcanın dükkânı oluyordu. Tevfik Amcadan satın alınan eşyalar bir sırt hamalı tarafından evlere taşınırdı. Tevfik Amcanın iki oğlu ellerinde cila şişesi durmadan vitrin-dolap cilalardı. Bu işi sık sık yapmak gerekiyordu. Çünkü Siverek sıcağına maruz kalan malzemelerin rengi birkaç güne kalmadan saman sarısı gibi soluyordu. Bunun önüne geçmenin tek yolu onları sık sık cilalamaktı. Bu zahmetli işi yerine getirmek de çocuklarına düşüyordu.
Tevfik Amca orta yaşlı, kısa boylu, ince ve zayıf biriydi. Günün her saatinde iş yerine yakın bir noktada gürültü patırtı içinde oyun oynayan biz çocuklara karşı son derece hoşgörü- lüydü. Fakat çocuklarının bizimle oyun oynamasına asla müsaade etmezdi. Seyrekleşen saçlarını günde birkaç defa arkaya doğru özenle tarardı. Ayhan Işık gibi ince bıyıkları vardı. Modaydı. O yıllarda bu tip bıyık bırakan epey insan vardı Siverekte.Bunlardan birisi de kapı komşumuz Mehmet-é Xecda Eboydu.
İşi gereği temiz giyinen Tevfik Amca bazen öğle sonrası dükkândan ayrılır ve mahalleden arkadaşı Nedim-é Cindiya ile birlikte çarşıda takıldıkları bir kahvehanede nezere oyunu oynamaya giderdi. Babalarının yokluğunu fırsat sayan çocukları biraz olsun rahatlar ve bir gözleri çarşıya uzanan yola diğer gözleri dükkâna bakacak şekilde bize katılır, oyunlar oynarlardı.
Tevfik Amcanın dükkânının bir köşesinde küçük tahta bir masa vardı. Bu masanın üstünde büyükçe bir radyo duruyordu. Radyo sabahın erken saatlerinden akşamın geç saatlerine kadar hep açık tutuluyor, çevreye devamlı türkü, şarkı sesi yükselirdi. Herkesin yakından bildiği ve sevdiği tanıdık sanatçılar çıktığında radyonun sesi biraz daha açılırdı. Sabah saatlerinde daha çok Muazzez Turingin sesinden türküler yükselirdi. Mahalleli Muazzez Turingin sesine bayılırdı. Onun geçti dost kervanı ve Mektebin bacaları türküsü çalınınca herkes pür dikkat kesilir, can kulağıyla dinlerdi.
Tevfik Amcanın radyosu başka işlere de yarıyordu. Mahallede evinde radyosu olamayanlar Türkiyede olup bitenleri bu radyo sayesinde öğreniyordu.12 Mart Muhtırasının o sıkıntılı günlerinde mahallemizin tek haber kaynağı Tevfik Amcanın bu kocaman radyosuydu. Öğle vakti saat 13.00te Ana Haber başladığında havadisleri merak eden ahali büyük bir merakla dükkânın önüne doluşurdu. Herkesin kulağı radyoda büyük bir dikkatle haberleri dinlemeye koyulurdu. Haber bültenini dinleyenler arasında tabi ki ben de hep olurdum. Sebebine gelince; 12 Mart 1971 yılında iktidarı ele geçiren generaller önlerinde engel gördükleri aydın ve devrimcileri bertaraf etmek için onlara karşı kapsamlı bir sürek avı başlatmıştı.
Devletin polisi ve jandarması memleketin dört bir yanında dağ taş kaçak duruma düşen devrimcileri arıyordu. Ve arananlar arasında ne yazık ki Necmettin abi de vardı. Anne ve babası başta olmak üzere bütün yakın akrabalarımız Necmettin abinin yaşamından endişe ediyordu. Onun yaşayıp yaşamadığını bilen yoktu. Bütün akrabalar diken üzerindeydi. Onun için kaygılananlar arasında seksen yaşına merdiven dayayan yaşlı dedem de vardı. Hatta o herkesten daha çok Necmettin abiyi merak ediyor ve başına bir şey gelmesin diye gece gündüz ona dua ediyordu. Dedem ajans saati yaklaştığında haberleri dinlemem için beni Tevfik Amcanın dükkânına gönderirdi. Radyodan haberleri dinler ve olup bitenleri harfi harfine dedeme aktarmak için eve koşardım.
Devlet tarafından aranan devrimcilerin isim listesi her saat başı anons ediliyordu. Haber bülteni başladığında spiker aranan devrimcilerin isimlerini, ana-baba adlarını, doğum tarihlerini ve doğdukları yeri alfabetik sıraya göre bir bir okurdu. İsimler okunduğunda heyecanlanır ve tepeden tırnağa tere batardım. Necmettin abinin ismi bir an okunsun diye sabırsızlanırdım. İsminin okunmuş olması iyiye delaletti. Çünkü bu ismi okunan bir devrimcinin henüz yakalanmadığı ve öldürülmediği anlamına geliyordu. Necmettin abinin ismi okunduğunda tuhaf duygulara kapılırdım. Onun öldürülmemiş olmasına sevinir ve hemen haberi dedeme ulaştırırdım.
Sağda solda öldürülen devrimcilerin isimleri radyodan duyurulduğunda Necmettin abinin arkadaşlarıdır, diye bütün aile üzüntüye boğulurduk. Devrimcilerin öldürülmesine hepimizden çok annem üzülürdü. Çünkü o bir çocuk nasıl dünyaya gelir, nasıl büyütülür ve nasıl yetiştirilir bütün bunları hepimizden çok daha iyi biliyordu. Çünkü o bir kadın ve bir anneydi.
Radio haberleriden her gün bir devrimcinin ölüm ve yakalanma haberini alır ve sarsılırdım.Necmettin abiye sıra gelmesin diye dedemin bana öğrettiği birkaç duayı durmadan okuyordum içimden. Mahir Çayan ve arkadaşlarının Kızılderede öldürüldüğüne dair haberleri radyodan duyduğumda üzüntüden başım dönmüştü. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam haberlerini duyduğumda da dünyanın sonu geldi sanmıştım.
Art arda gelen üzücü haberlerin ardı arkası kesilmeyince babam sokak başında radyo haberleri dinlemekten beni kurtarmak için Siverek İspahi Pazarından evimize mavi kaplı Philips marka bir radyo satın almıştı.
Tevfik Amcanın kendisi, çocukları ve iş yerinde bir köşede duran o tahta masa üzerindeki o kocaman radyosu nerededir şimdi, bilen var mı, çok merak ediyorum.
Devam edecek
Kadir Büyükkaya / Hollanda
FACEBOOK YORUMLAR