Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

ARKADAŞIM HALİT-34.BÖLÜM

14 Aralık 2017 - 17:04

ARKADAŞIM HALİT


34. BÖLÜM…


 


 


Annemin alnında biriken soğuk teri, yüzüne konan çaresizliği ve gözlerine sinen umutsuzluğu gören Kadriye kirvem “Ne olacaksa olsun.“ diyerek annemin ertafında toplanan kadınların tümüne rest çekmişti. Ve “Ben bu duruma daha fazla seyirci kalamam. Gezal Kirvemi ölüme terk edemem. Kimseyi dinlemiyorum ve hemşire çağırmak için hastaneye gidiyorum. “ diyerek kendini sokağa savurmuştu.


 


Kadriye Kirve hastanede çalışan hemşirelerden birisini yakından tanıyordu. Hastane kapısına varır varmaz kopardığı büyük şamatayla kapıcıyı bertaraf etmiş, telaşlı bir şekilde tanıdık hemşirenin odasına dayanmıştı. Kirvemin telaşlı halini gören Sevim adlı hemşire durumun aciliyetini anında farketmişti. Kadriye Kirve’yi kolundan tutan hemşire sakin olması için onu teskin etmeye çalıştıysa da onun sakinleşeceği yoktu. Sarf edilen avutucu sözler onun bir kulağından girip diğerinden çıkıyordu. Sevim hemşire aklına gelen avutucu sözleri sarfederken Kadriye Kirve olup bitenleri bir çırpıda özetleyerek hemşireye acele etmesi için adeta yalvarıyordu.


 


Hemşire Sevim kaş ile göz arasında siyah çantasını hazırlayıp bizimle dışarı çıktı. Kadriye Kirve önde biz arkasında, evimize doğru hızla yürüyorduk. Kadriye Kirve’nin hızına yetişmemiz mümkün değildi. Kirvem yürümüyordu, kanatlanıp uçuyordu adeta. Ona yetişmek için nefes nefese kalmıştık. Evimize kadar nasıl gelmiştik şaşırıp kalmıştım.


 


Kadriye Kirve, yanındaki hemşire Sevim ile birlikte annemim odasına girerken, ben avlumuzda bulunan kayısı ağacının gölgesine sığınarak anneme birşey olmasın diye kaldığım yerden Allah’a yakarmaya devam ettim.


 


Halamdan hayırlı haber bekleyen dedem sıkıntıdan patlayacak gibiydi. Odasının içinde büyük bir telaşla dolanıp duruyordu. Avlunun bir köşesinde taş toprakla oyanayan küçük kardeşlerim iki günden beri evde olağanüstü şeylerin yaşandığını sezinlese de olup bitenleri anlayacak yaşta olmadıklarından bana göre biraz daha rahattılar.


 


Aradan fazla bir zaman geçmemişti ki Sevim Hemşire elinde siyah çantası annemin kaldığı odanın kapısından hizla dışarı çıktı. Yüzüne sinen hüzün ve telaştan bir şeylerin ters gittiğini hemen anladım. Umut vaad eden bir tek söz söyler diye Sevim Hemşire’nin yüzüne yalvaran gözlerle baktım durdum.. İçinde bulunduğum sıkıntılı durumu az çok tahmin eden Sevim Hemşire acıyan gözlerle bana bakıp  “Gel benimle “ dedi. Birşey demeden peşine takıldım. Beni neden yanına aldığını anlamaya çalıştımsa da çözemedim. Kim bilir belki de annemin iniltilerini duymamak, acısına tanık olmamak için beni evden uzaklaştırmak istemişti.


 


Sevim Ablayla dar sokaklardan yürüyerek, yakınlarda bulunan bir eve gittik. Kapıya vardığımızda bana  “Sen beni burada bekle.“ dedi ve içeri girdi. Çok geçmeden elinde bir poşet alelacele dışarı çıktı. Poşetin içinde nelerin olduğunu fazlasıyla merak ediyorum. Gözlerimi poşetten ayırmadığımı gören Sevim Abla “Tamam, işimizi gördük şimdi gidebiliriz.“ dedi.


 


Geldiğimiz yoldan acele bir şekilde eve geri döndük. Sevim hemşire annemin kaldığı odanın kapısından içeri girdi. O andan itibaren benim için zaman büsbütün durmuştu. Saniyeler, dakikalar ilerlemek bilmiyordu. Her taraf derin bir sesizliğe gömülmüştü. Dedem annemin selameti için bildik bütün duaları mırıldamaya devam ediyordu odasında. Avlumuzda bulunan kayısı ve şeftali ağacı tümüyle kedere boğulmuştu. Vita kutularına ektiğimiz çiçekler yaprak yaprak annem için ağlıyordu. Kayısı ve şeftali ağacının altına kendi ellerimle diktiğim ve daha yeni yeni yeşeren soğanlar bile boynunu bükmüş gibi duruyordu.


 


Evimizin az ilerisinden geçen ana yola derin bir sessizlik çökmüştü. İn cin top oynuyordu ortalıkta. İnsanların ayak sesleri, kuş ve çocuk sesleri duyulmaz olmuştu. Canlı cansız bütün kâinat annem için duaya durmuştu sanki.


 


Heyecan ve tedirginliğin dorukta olduğu bir sırada içerden bir çocuk çığlığı yükseldi. Hemen arkasından annemim kaldığı odanın kapısı açıldı ve halamın sevinç çığlığı yeri göğü inletti. Evimizin salonuna fırlayan halam İmhan  “Allah’a şükür bir oğlumuz oldu.“ diyerek müjdeyi önce dedeme verdi. Dedem de hayırlı haberi alınca ellerini havaya kaldırıp birkaç dua etti. Sonra şükür için hemen namaza durdu.


 


Sevim hemşire görevini yerine getirmenin keyfi ve rahatlığıyla yanıma gelip “Haydi güzün aydın! Bir erkek kardeşin oldu.“ dediğinde takvimler 24 Nisan 1974 yılını gösteriyordu. Günlerden çarşamba idi. Vakit öğle zamanı, saatler on biri gösteriyordu. Babamın ablası İmhan halam “Hadi gel içeri sana kardeşini göstereyim.“ dediğinde sevinç ve heyecandan az daha kalbim duracaktı. İçeri girdim. Odanın kapısından içeriye adım atar atmaz gözlerim ilkin annemi aradı. Annem gözleri kapalı yer yatağında hareketsiz yatıyordu. İçeriye girdiğimi farkedince gözlerini açıp hafiften gülümsedi bana. Annemin şefkat dolu sıcacık gülümsemesi beni rahatlattı. Halam büyük bir dikkatle sıkı sıkıya kundaklanmış kardeşimi kucağıma verdiğinde dünyalar benin olmuştu. Aile ortamımıza bir can daha merhaba demişti.  Beş iken altı olmuştuk.


 


Odanın içinde sağa sola savrulan eşyaları toplamaya çalışan Kadriye kirvemin sevinçten gözlerinin içi gülüyordu. Annemin yüzünden okunan minnet duygusu Kadriye Kirvemin sevincini, mutluluğunu daha da büyütüyordu.


 


Annemin her geçen dakkika kötüye gittiğini ilk Kadriye Kirvem farketmişti. Birşeyler yapılmaması durumunda istenilmeyen sonuçlarla yüzyüzü kalınacağını o görmüştü. Herkesi karşısına almak pahasına hemşire çağırmak için hastaneye yine o koşmuştu. Onun bu olağanüstü çabaları olmamış olsaydı annemin durumu kimbilir nereye varacaktı ?


 


Devam edecek...


 


 


 


Kadir Büyükkaya


[email protected]

Bu yazı 1254 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum