Mustafa Karadağlı

Mustafa Karadağlı

[email protected]

BİR ŞEYLER TERS GİDİYOR!

10 Temmuz 2017 - 15:56

Fahri elindeki reçeteyle sinirli sinirli eczaneden çıktı; kendi kendine söyleniyordu: “ yav 38 TL muayene ve katkı parası mı olur?” eczaneden bu ilacı direkt alsaydım daha karlıydım her halde. Bir den sağ tarafına baktı Suriyeli komşusu hiçbir bedel ödemeden ilaçlarını alıp gitti…

Götürü usulde bakkal dükkanı işleten Cemal Abi, vergisinin ikinci taksitini yatırdıktan sonra toptancıya olan borcunu ödemek üzere şehir içi minibüsüne bindi. Minibüs tıklım tıklım Suriyeli mültecilerle dolu…

Minibüsten inince kendisiyle birlikte yedi Suriyeli mültecide indi. Aynı toptancıya girdiler. Borcunu ilk önce Cemal ödemeye yeltendi. Fakat eski dostu Toptancı Mustafa, Cemal’e beklemesini, şu Suriyelileri gönderdikten sonra birlikte çay içmeyi teklif etti.

Neden sonra Cemal Abi’ye zaman ayırabildi. Cemal Abi’nin hesabı epey kabarmıştı. Uzun zamandır ödeme de yapamıyordu. Toptancı Mustafa’ya boynu bükük bir şekilde:

“ sabah vergi dairesine uğradım. Dükkânın vergi borcunu ödedim. Sana karşı mahcubum. Altı yıldır beni hep idare ettiğinin farkındayım. Allah razı olsun. Eski müşterilik hatırına beni idare ediyorsun; biliyorum.

Bakkal dükkânımın yanına son altı yıl içerisinde Bim, -A-101-, Şok… denilen marketler açıldı. Kırk yıllık müşterilerim bile beni bırakıp ayakkabı satan bu marketlere yöneldiler. Bunlara alışmışken birde Suriyeli Mültecilerin açmış olduğu baraka bakkallar her yerde türedi. Vergi yok, elektrik abonesi yok, su abonesi yok; büyük marketlerden çok bunlarla mücadele ediyorum. Bizim gibi küçük esnafı bitiren aslında bunlar…

Toptancı Mustafa Bey, içten içe bir ah çekti ve şu gerçeği itiraf etti:

“ Haklısın. Deminki müşterilerim Suriyeliydiler. Hafta da bir buradan mal alırlar. İnan mal yetiştiremiyorum. Borçlarını da hemen ödüyorlar. Senin ayda bir yaptığın alışverişi onlar iki günde yapıyorlar.

Cemal Abi, dükkandan çıkar çıkmaz şu kararı aldı:

Yarından tezi yok, yanında çalıştırdığı Suriyeli Mülhem’e dükkanı devredecek dükkanı yine kendisine ait olacaktı fakat vergiden de kurtulacaktı…

Sariye Abla, epey süre Devlet Hastahanesi’nin kadın doğum polikliniğinin önünde bekledi bir türlü sıra gelmiyordu. Dilini anlamadığı insanlar uzun uzun kuyruklar oluşturmuştu. Doktor bıkkın bir şekilde bir mola verip dışarı çıktı. Sessizce ardından biri seslendi: Hakan Bey, Hakan Bey!

“ Buyrun Sariye Hanım.”

“Hocam epeydir bekliyorum. Bir türlü sıra gelmiyor. Dün aldığım tahlil sonuçlarını gösterecektim. Ayakta takatim kalmadı. Görüyorsunuz oturacak yerinizde yok. Yardımcı olamaz mısınız?

Yorgunluğun verdiği bir ses tonuyla; Sariye Hanım, sizi anlıyorum; ama kuyruğu görüyorsunuz değil mi. Mülteciler epey önde sizden. Sizi şimdi içeri alsam bunlar buraları yıkarlar. Sizi biliyorum; durumunuz ciddi risk taşıyor; ama ne yapalım! Bunlar öncelikli…

O gün tahlil sonuçlarını göstermeden ve muayene olmadan evine dönen Sariye Abla, Kendi kendine şöyle bir karar aldı:

“Bundan böyle bodrum katımda oturan Suriyeli kiracımın misafir kartını alıp muayene olacağım.” Üstelik vicdanen bir rahatsızlık ta duymadı. Çünkü ona göre, kiracısı hiç hasta olmuyordu ki... Ayrıca ne muayene parası ne de ilaç katkı payını ödüyor.

* Salih Usta, bitirdiği son inşaat işini de teslim ettikten sonra, ekibini topladı ve şu konuşmayı yaptı:

“ yaklaşık 21 yıldır beraber çalışıyoruz. Hepinizden Allah razı olsun. Bugüne dek sizden yanlış bir şey görmedim. Hep helal çalıştınız. Beni inşaat sahibine mahcup etmediniz. Kiminiz, buradan kazandığıyla çocuğunu okuttu, kimisi evini yaptı, kimisi hastasını tedavi etti. Fakat bugünden itibaren artık rakip ekiplerle mücadele edecek gücümüz yok artık. Rakip firmalar yanlarında çalıştırdıkları Suriyeli işçiler sayesinde bizim teklif ettiğimiz işçiliğin neredeyse yüzde elli altında bir fiyat sunuyorlar. Dolayısıyla inşaat sahipleri bizi değil onları tercih ediyorlar haklı olarak. Evet, ekibi dağıtıyorum. Bundan sonra herkes başının çaresine baksın. Benim de zaten emekliliğime 8 ay kaldı. Bir arkadaşın yanında işçi gibi görünüp emekli olmayı bekleyeceğim. Herkes başının çaresine baksın; Allah yardımcımız olsun…

* Zekiye, o gün akşama kadar ağladı; eşine etmedik beddualar bırakmadı. Çocuklarını toplayıp durumu anlattı. Bundan sonra babanız yok artık. Size üvey anne getirdi… Evet, eşini oğluna öldürtmeliydi. Bunu hak ediyor muydu? Onca yıllık eşiydi ne de olsa, bu ona yapılır mıydı?

Koskoca Şehmus Bey’in kızına bu yapılır mıydı? Bölgenin en büyük başlık parasına gelin gelmişti oysaki. Ailesi bölgenin en büyük ailelerindendi; bunu hiç kimse ona yapamazdı. Çareyi babasının evine gitmekte buldu. Zaten başka çaresi de yoktu. Eşiyle 22 yıllık bir beraberliği vardı. En büyük kızı 20 yaşına basmıştı bile. Kızını gelin etmeyi hayal ederken evlerine ansızın bir Suriyeli gelin gelmişti. Onca yıllık eşi, her şeyi bir günde silip atmış olamazdı. Bir yanlışlık veya bir büyü yapılmış olmalıydı eşine. Bütün bunları hayal ede ede, geçmişin muhasebesini yapa yapa, babasının evine vardı. Olan bitenden önceden haberdar olan anne ve babası kahroldular. Ne yapacağını bilemediler. Sekiz oğlan çocuğunun tek kızı olan biricik kızlarına bu yapılır mıydı? Suriyeli nefreti bir kat daha da arttı Zekiye’nin anne ve babasının.

* Yukarıda yazdığım hikayelerin bir benzerlerini mutlaka sizlerde duymuşsunuzdur. Ben not aldıklarımın bir kaçını kaleme aldım.

Yaklaşık 5-6 milyon insandan bahsediyoruz. Bilinçsizce ve geleceklerini düşünmeden durmadan çocuk yapan bir kitleden bahsediyoruz. Suriyeli Mülteciler…

Hastahaneler, trafik ışıkları, yollar, gecekondular her yerde onlar var. Anadolu insanının belli bir süre kucak açtığı, ekmeğini ve yuvasını paylaştığı bu insanlara neden şimdi kitlesel bir nefret var?

Son olaylardan sonra bu mazlum insanlara kalıcı bir çözüm şart.

Toplumsal zeka mülteci bir halkı kolay kolay kabullenmiyor zaten. Yani inancı ne olursa olsun kendine layık gördüğünü mültecide daha iyisini gördü mü kıyamet burada kopuyor işte…

Özellikle bu coğrafyada kabullenmek daha da zor. Kıt kanaat geçinen bir halkın tahammülü kalmamış olsa gerek…

Onları birleştiren tek unsur aynı dinden olmaları olsa gerek. Fakat bu temel unsur da bir yere kadar sanırım. Örneğin balkanlardan bu ülkeye göçenler hala Muhacir terennüm ediliyor. Pakistan Karaçi’den Urfa’ya göç edenler, hala toplum tarafından kabullenilmemiş ve çingene muamelesi görmeye devam ediyor; Karaçiler olarak isimlendiriliyor.

Ülkelerin, günü birlik politikaları olmamalı kanımca. Gelişmiş ve medeniyetini tamamlamış ülkeler bunları kabul etmemelerinin nedeni de entegre sorunu olsa gerek. Beş on yıl sonra üçüncü bir etnik kimlik olarak ana dil, temel hak ve özgürlükler hususunda Türkiye’nin mevcut sorunlarına çok olumsuz bir katkı da onlar sunabilirler.

Yaşadıkları devletin yönetim şekli ve içinde bulundukları coğrafyadan kaynaklı olsa gerek, çoğu vasıfsız ve aidiyetlik ilkesi olmayan bir karaktere sahip. Savaşmamış ve ülkelerine barış gelene dek komşu ülkelerde günü kurtarmayı yeğlemişler.

Öyle bir ülkeden bahsediyoruz ki, hala vatandaşlarının yüzde otuzuna yakını yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Ve 6 milyon mülteci kabul edebiliyor.

Öyle bir ülkeden bahsediyoruz ki, vatandaşlarının yarısından fazlası sevmediği bir işte, karın tokluğuna çalışıyor. Ve 6 milyon mülteci kabul edebiliyor.

Öyle bir ülkeden bahsediyoruz ki, geldikleri ilk yıllarda canla başla mültecilere ekmeğini-gömleğini paylaşmış; fakat misafirlikleri uzayınca da sinirleri gerilmiş, ensar ruhunu kaybetmiş.

Evet, bir şeyler ters gidiyor. Bu sorunlara çözüm bulunmaz sa işler daha da kötüye gidebilir. Toplumda çatışmalar çıkabilir.

Öyle görünüyor ki Bilad ı Şam için barış çok uzaklarda. Ve Türkiye halkı bunu biliyor. Hükümet acil dönüş yasaları veya asli vatandaşını korumaya yönelik çalışmalar başlatmazsa işler daha da kızışabilir.

Sahip olduğumuz inanç gereği mülteciler misafirimizdir ve benim ekmeğimin yarısı daima onlarındır. Lakin, toplumun yüzde sekseni benim gibi düşünmüyor işte. Dost acı söylüyor; bizden hatırlatması…

Mustafa KARADAĞLI

Eğitimci-Yazar

Bu yazı 6227 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum