Osman TEMİZBAŞ

Osman TEMİZBAŞ


DÜNYEVİLEŞME ÇIKMAZI

14 Ocak 2016 - 09:05

Bugün insanlık dünyaya farklı bir perspektiften bakamamanın acısını çekiyor. İnsanlar birilerinin ısrarla gösterdiği noktaya sadece kafa yorduğu için önceden gündemleri belirlenmiş, yolları çizilmiş oluyor. Belirlenen gündemlerin dışındaki şeyler sanki yokmuş gibi davranıyor birçoğu. Belirli bir kesim tarafından halkın vakit ve emeğinin harcanması istenilen konularda hesaplanabilen tepkiler veriyor.

Bazı konularda toplum olarak işin hakkaniyeti yerine ulusçu, medya, nefis ve sermayenin istediği pencerelerden bakıp resmin büyük kısmını görmüyoruz. Bahsettiğimiz kasıtlı yönlendirme, belki tamamıyla bilinçli yapılan kurgulardan oluşmuyor olabilir. Ben burada oluşturulan ruhsuz zamanın modacı gündeminden bahsediyorum. Coğrafyamızda neyi konuşuyoruz? Gönüllerimize (ruhun gerçek gıdaları) hitap eden konuları kendimize iş ve dert ediniyor muyuz?

Sanayileşmiş (vakitlerinin çoğu makinalarla geçen insanlar) ülkelerin gündemleri, modaları, tüketimleri genel olarak birbirlerine benzer. Buna bağlı olarak insan ilişkileri de şekillenir. Duyarsız komşuluklar, akrabalıklar, aileler, kalabalıklar vb. İnsan ilişkilerinde ve yapılan çalışmalarda itibar, menfaat, statü amaç olunca gerisi (hayır, hizmet, yardım vb.) onun gölgesinde kalıyor. Bugün kaç Müslüman’ın (İslam dünyasındaki kamuoyu da dahil) gündeminde yetim yurtlarında kalan çocuklar ya da kaderlerine terk edilen yaşlı insanların durumu var? Ya da aç kalan, kuraklık çeken, çocuğuna aş götüremeyen, yurtlarından sürülen insanların dramı ne kadar ilgilendiriyor İslam dünyasını?

Türkiye ve Rusya’nın arası bozulursa ve birdenbire medya Çeçenistan’ı gündeme getirirse ancak o zaman Çeçenistan’la ilgili duygularımız canlanacak ve hatta Rusya’ya protesto gösterileri bile yapacaz. Namazlarımızda Çeçen Müslümanları hatırlayacağız. Medya ve ulusal menfaatlerin gündemlerini belirleyeceği insanlar ancak istenilen kalıpta Müslüman olurlar. Ne yaparsak yapalım, nasıl yaşarsak yaşayalım bir gerçek var ki ondan kurtuluş yok. O da sınırlı bir ömür ve bu ömrün içinde imtihanda oluşumuz. Tacirler, siyasetçiler, memurlarda ve tüm vasıflı vasıfsız insanların hepsi de bu imtihana tabiler. Biz istediğimiz kadar kendimizi kandıralım, istediğimiz kadar insani olan taraftan değil de başlıkta zikredilen unsurlarla bakalım, bir de her şeyin üstünde kendi hesabı olan Allah vardır. O her şeyi görür ve adaleti ile herkesin hakkını verir...

Tevhidi bilenler! Edebiyat olsun diye Hz. Muhammed’in şirkle mücadelesini öğrenmedik. Köle olan Bilal Habeşi kendi kavminden olan Ebu Cehil’den ve akrabası olan Ebu Leheb’ten üstün tutmasını ve kendisine daha yakın hissetmesini nasıl açıklıyacaz. Yoksa efendimiz ulusçu değil de evrensel kuralları olan hak dinin temsilcisi olmasın. Ya da efendimiz mala, makama ve koltuğa önem vermeyen bir dinin önderi olmasın. Sahabe neden canı pahasına tevhidin mücadelesini verdi. Allah insanları her zaman imtihana tabi tutmaktadır. Acaba düzenli bir şekilde infak olayını gerçekleştiremeyen, günün belli bir vaktini feda edemeyen, mazluma üzülmeyen, yetimi kucaklayamayan bir Müslüman’ın bir iddiası olabilir mi, teorik de olsa söz söyleme hakkı olabilir mi? Üstünlük takvadadır fikrinin benimsendiği topluma ihtiyaç duyulan zamanda kendimizi mal, makam, soy gibi evrensel olamayanların takıntılarına takarsak herhalde kaybeden oluruz. Gündemleri belirlenenler, görülmesi istenilmeyen vakaları görmedikleri zaman sorunlar yok olmuyor. İnsanlık bugün görmezlikten geldiği sorunların (fakirlik, alinasyon, yabancılaşma, duyarsızlaşma, kişiliksizlikler, imansızlık, özgür düşünmeme, toplulukların medya ile yönlendirilmesi, ahlaki çöküntü vs.) sonuçlarının ceremesini çok ağır ödüyor ve hala görmek istemiyor. Sadece biraz daha tanımlanan pozitivizme uyan davranışlar ve tipler neden sonuç ilişkisi belli olan kalıpların adamı olmak biraz da kolaycılığı seçmek oluyor. Ezbere yaşamak dedikleri de bu olsa gerek. İnsanı değil de koskoca bir toplumu kalıba koyarak ulusçuluk ve doyması olmayan sermaye sahipleri için şekillendirmek.

Ekonomik, bilgi ve ahlaki olarak sömürülen kesimler dünyanın karşısına, kapkaç, uyuşturucu, fuhuş, şiddet, topluma yabancılaşma, aile içi şiddet, mutsuzluk, yalnızlık, vicdansızlık ve tuzu kuru olanlarda da insanlıktan uzaklaşma, duyarsızlaşma, haksızlıklara alkış tutarak taraf olma, mutsuz olma gibi vakalarla çıkıyor. Biz doyuramadığımız fakirin çocuğuna hırsız diyoruz. Tabi daha sonra mesleği olduğunda tam hırsız oluyor. Biz sahip çıkmadığımız için birçok genç uyuşturucu ile tanışarak içindeki boşluğu doldurmaya çalışıyor. Biz değer vermediğimiz için birçok kişi topluma düşman kesilip utanma duygusundan uzak yaşıyor. Biz Müslüman’ları iyi tanıtmadığımız ve temsilcisi olma cesaretini göstermediğimiz için birçok kişi hala İslami kesimin hepsini yobaz görebiliyor. Çünkü piyasada İslamı menfaatlerine alet ederek dolaşanlar maalesef az değil. Peygamberimizde insanları farklı olana çağırıyordu. Ama bıkmadan, usanmadan ve yorulmadan. Kolay mı mevcut muhafazakarlar, zenginlere, güç odaklarına ve şairlerin alaylarına, kınayanların kınamasına direnmek. Kendi toplumunun ezberlerinin dışında bir şeyler söylemek.

İnanarak ve kendimize güvenerek, sahip olduğumuz 3-5 kuruşu ve makamı bir şey zannetmeyerek inancımıza güvenerek dimdik durmanın zamanı geldi ve geçiyor. İmtihan devam ediyor. Ali-İmran süresinin son ayetlerinden... ‘’Yerlerin ve göklerin mülkü Allah’ındır. Allah her şeye kadirdir. Yerlerin ve göklerin yaratılmasında, gece ve gündüzün ard arda gelmesinde akıl sahipleri için ibretler vardır. Onlar yürürken, otururken ve yan yatarken Allah’ı zikrederler, yerlerin ve göklerin yaratılmasında Allah’ı tefekkür ederler ve derler ki ey rabbimiz sen bunları boşa yaratmadın, seni tesbih ederim, bizi ateşin azabından koru.’’ Yani yeri, göğü ve her ikisi arasında bulunan her şeyin varlığını kendisine borçlu olduğu Allah’ı hesaba katmadan ve kendi nefsani, faşizani ve dünyevi arzuları için çabalayan bizler acaba ne yapıyoruz. Beş vakit namaz kılarak kendini toplumsal ve ahlaki sorumluluklardan muaf gören bizler kimin arzından yaşadığımızı unutuyor olabilir miyiz acaba? Her şeyin Allah’a ait olduğu bir arzda biraz daha mütevazi olmamız gerekmez mi. Allah’ın bak dediği yerden bakıp samimi bir şekilde içtenlikle bakmaya niyet edip gayret etmekte olabilir. Vakaları ona göre görmeye çalışmamızın bizim için daha iyi olacağını düşünüyorum. Özellikle tevhidi anlayan insanların dünyada kendilerine verilen makam mevki, sermaye, rol gibi durumları çok büyütmeyerek olması gereken yerde tutması gerekir. Aksi durumda kendini asıl tanımlaması gereken insanlık aynı zamanda evrensel olan İslam’ın yolu, değerlerinden uzaklaştırarak, ulus, iletişimden tek taraflı etkilenen birey, sermaye ve nefsin hoşuna giden şeylerle tanımlamaya kalkar ve bunun da doyumu olmaz, doymak için daha fazla sermayeye, daha fazla nefsani şeyler ve daha fazla üstünlük psikolojisine ( ırk, statü ve sınıf olarak ) sarılmak zorunda kalır sonrada insanlığımızdan iyice uzaklaşmış oluruz.

Şuan insanlığımızdan uzaklaşmış bulunmaktayız Doğu’da güya Kürt halkını yegane temsilcileri ( hiçbir zaman temsilcileri olmadılar ) olarak görülen PKK terör örgütü ordaki halkın canına, malına kast ederek güya öz yönetim adı altında hendekler kazıp insanların yaşam alanlarını daraltmakta bir nevi zalimliğin ve zülmün bekçiliğine soyulmaktadır.

Doğu’daki Halk silahlar sussun diye insanlarımız ölmesin diye HDP’yi Meclis’e yolladı HDP ne yaptı terör örgütleriyle beraber hareket edip oradaki halkın evlerinden, yurtlarından sürülmesine destek verdi kendi belediyelerinin araçlarını örgütün emrine verip oradaki halka hayatı zindan ettiler bunun hesabını halk elbet soracaktır… Şuan eğer Devlet orada yanlış bir şey yapıyorsa bunu tek sebebi PKK ve HDP’dir..

Doğu’da yaşayan halkın en büyük zararı terör örgütünden gördüğü aşikardır bunun sonucu olarak da derin odaklar ve örgütler de Doğu’da tehlike saçmaktadır, faili meçhul ölümler tekrardan 90’lı yıllara geri getirmek isteyen odaklarlar oradaki halkın huzurunu bozmak için ellerinden geleni yapmakta. Şehir eşkiyalığına başlamış ve bunun temsilcileri dış mihraklar ve bazı derin güçleri orda katliamlar yapmakta sivil halkta ölmekte, öldürülmekte hiç kimsenin sesi çıkmamakta ne kadar acı verici bir durum çocuklar öldürülmekte, analar katledilmekte suçsuz, günahsız mazlum halk üzerinde sömürüler yapılmakta bunun çözümü halkın oyları ile meclise giden 550 vekile ve hükümette düşmekte sizler vekil, halk ise ASİL olarak hep kalacaktır…yoksa;

Bunun vebalinin altından hiç kimse kalkamayacak ahirete hesabunı vermeyecek ve bizler sustuğumuz için bedelini çok ağır ödeyeçeğiz;

Türkiye’yi bataklığa doğru sürmektedirler iç ve dış mihraklar öncülüğünde Türkiye’nin en kritik tampon bölgelerinde Kürt halkı yaşamakta Türkiye’de; Kürt halkı ile beraber hareket etmek durumunda Türkiye’nin yegane sahibi oldular ve hiçbir zaman sırtından Türk halkını vurmamış (PKK Kürt halkın temsilcisi değildir.) Osmanlıdan beri kendilerini bu toprakların bir parçası olarak gören bu halk İdrisi Bitlisi, Şeyh Sait gibi nice değerleri yetiştirmiştir, Müslüman Kürtler ile hareket etmez ise Orta Doğu bataklığına sürüklemekten kurtulamayacaktır...

Doğu’daki halkında yeter artık ''EDİ BESSE'' deyip sokaklara dökülmesi gerekiyor terörü PKK’yı istemiyoruz derin devletin sömürüsünü istemiyoruz bedeli belki ağır olacak ama çözümü budur başka değildir... Milli duygularımız değil bizleri yüzyıllardan beri bütünleştiren dini değerlerimizi ön plana koyarak kardeşçe yaşamaktır başka alternatifimiz yoktur yoksa kaynayan ORTADOĞU kazanına düşmekten kurtulamayacağız..

Bir ara tevhid ve şirk dedik hatta bizim için Müslüman’san hukuğumuz gereği kardeşiz dedik sonra ağırlığını kaldıramadığımız için pek dillendiremedik unutmaya çalıştık, akabinde dünyadaki Müslüman’ların ve tüm insanların acılarına duyarsızlaştık daha öncede duyarsızlık var gibiydi. Müslümanlığımızla ulus devletlerin inşa etme ve ötekileştirme mantığı birbirine benziyordu. Müslüman zihniyetini ulus devletlerin çizdiği sınırlara hapsetmiştik. Sınırları olmayanlara ve sınırların ötesindekilere gene duyarsızdık. Ve gündemi belirlenen insanlar gibi milli sınırların Müslümanı olmaya başladık ve daha sonra Türk müsün, Gavur musun, Kürt müsün mantığıyla birbirimizi ötekileştirdik, daha kolayımıza gittiği için de olabilir.

Kafa yormaya kadar geldik. Muhafazakar medya artık bir haber verirken doğru mu yanlış mı diye bakmıyor bile. Şeytanlaştırdığı kesimlere her şeyi layık görüyor. Farkında olmadan Kemalizm’le aynı değerleri savunmaya başlıyor, yaftalıyor, menfaatlerini korumak için her şeyi mübah görüyor. Dindar insanların da adaletsizliklere ve iftiralara başvurmasının etki ve sonuçlarını elbette göreceğiz. Bu sonuçlardan bir tanesi de şu an Kürt sorununda oluşacak olan parçalanma, ötekileştirilen ve sesi duyulmayan insanların dinden uzaklaşması, düşmanlaşması ile karşımıza çıkacaktır. Nasıl Anadolu’da görmezlikten gelinen ve kendine yer bulamayan sınıflar, Kültürler ve toplumlar karşımıza suç deposu (uyuşturucu, fuhuş, mafya vb. ) olarak çıkmışsa, içinde geçtiğimiz dönemde özellikle muhafazakar kesimin medyası ve duruşu ile yapacağı tahribatın olumsuz sonuçlarını başta inançlı insanlar (dünyevileşme, itibar kaybı, rövanşların gerçek dindarlara yönelmesi vb.) üzerinde hissedeceklerdir. Sonradan yapılan eleştiriler 28 Şubat’taki haklılığı bulamayacaktır. Çünkü 2000 yılları öncesi dönemde muhafazakar kesimin lügatında zalimler, iftiracılar, kalleşler hep karşılarında olanlardı.

İnsanlar ahlaki olana kafa yormak yerine gündem menüsünde ne varsa ona kafa yormaya başlıyorlar. Bugün İslam coğrafyası kan ağlıyor, kin ve düşmanlık olabildiğince yayılıyor, fırsat verilirse yetimi kollamak, erdem ve ahlakı öğretmek, adaleti hakim kılmak yerine birilerini yurtlarından etmek, birilerini daha yetim bırakmak ve yakıp yıkmak için fırsat bekliyor.

Günümüzde eski ayrışmalardan farklı olarak daha çok adil olanlar ve zalimler, insanlık değerlerine duyarlı olanlar ve olmayanlar, pragmatist olanlar ve fedakar olanlar, nefsani arzuların esiri olanlar ve olmayanlar arasındaki ayrışmaya giden birlikteliklere şahit olacak gibi görünüyor. Çünkü eski tanımlamalarla artık insanlar kendisini tanımlamak istemiyor ve yetersiz kalıyor. Nasıl sağcılık ve solculuk artık önemini kaybetmişse, gerçeği yansıtmayan sanal ayrışmalar da (ulusal, sınıfçılık, statücülük vb.) iletişimin hızlı olduğu bu zamanda hızlı bir şekilde kaybolacaktır. Zaten bu ulusçuluk akımı insanlık için yeterince zaman kaybına sebep oldu. Savunduğumuz ve tarafı olduğumuz sivil toplum kuruluşları ve ortamlar da bu duygularımıza hitap eden yerler olacaktır.

Her şeye rağmen bu zamandan daha fazla umutlu olmamız gerekiyor. İnsanların kendi tercihleri ile İslam’a (Allah’ın kullarını çağırdığı doğru yol.) saf saf akın edecekleri, daha çok ilgi duyacağı ve sahipleneceği zamanın yaklaştığını düşünüyorum. Çünkü insanlığın bir ihtiyacı var ve bu ihtiyacı karşılamak için arayış devam ediyor. Nasıl mutlu ve huzurlu bir dünyaya gidebiliriz düşüncesinin dönüp dolaşacağı yolun tüm peygamberlerin insanları davet ettiği Allah’ın yolu olacağı günleri inşallah göreceğiz. Bu kadar iletişim akışının çok olduğu bir zamanda doğrunun sesi de, yeter ki doğruyum diyenler doğruyu doğru anlasınlar ve doğru aktarsınlar. Mutlaka karşılık bulacaktır. Zamanla ortak tepkiler oluşacak ve sağduyu galip gelecektir. Çünkü ulus devlet, kapitalizm ve materyalizm sürekli olarak bütünü unutturarak parçalarla insanları meşgul etti. Artık parçalayacağı bir şey kalmadı ve kendi çıkmazları ile uğraşamayacak kadar batmışlar. Yeter ki birileri ya da insanların kendisi bu batmış ve çürümüş zihniyetlerin sonuna gelinmiş zamanın espirisini doğru anlasın. Gerisi kendiliğinden ve saf saf akınların olacağı zaman olacak inşallah…

Sonuç olarak Müslüman dünyası ne zaman ulus devletlerin dar ve zorba düşüncelerinden kurtulup evrensel değerleri (adalet, dürüstlük, insan hakları, erdemli bilgiye sahip olma, tabiatı koruma, haramdan ve faizden uzak durma, helal lokma yeme, iftira atmama vb.) hayatında uygularsa işte o zaman hazcılığın dünyasına bir alternatif olma ve söz söyleme hakkına sahip olduğu gibi kendi insanlarına da mutluluk verebilecektir. Aksi durumda her şeyden nefret eden, herkesi düşman gören ve düşmanlaştıran, insani değerlere kafa yormayan aynı zamanda da hazcı dünyanın hazzını vahşice almaya çalışan insan fabrikaları gibi üzerimizdeki deli gömleğini çıkartamayacağız.

İlahi Adalet Elbet Bir Gün Tecelli Edecektir.

Bu yazı 3486 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum