Mustafa Karadağlı

Mustafa Karadağlı

[email protected]

EĞİTİMİN GÜNLÜĞÜNDEN

18 Kasım 2016 - 06:03

Eğitim, fıtri olarak süregelen vazgeçilmez bir olgudur. Her milletin kendine özgü bir eğitim sistemi vardır. Bu sistem, o toplumun sosyal, dini, kültürel, politik ve ekonomik değerlerine bağlı olarak kurulur ve geliştirilir. Başka bir söyleyişle; her eğitim sistemi ait olduğu toplumun normlarını yansıtmak ve o toplumun eğitimden beklediklerini gerçekleştirmekle yükümlüdür.

Toplumun yukarıda belirtilen normlarla birlikte eğitimden beklediği değerleri öğretmen gerçekleştireceğine göre nasıl bir öğretmen yetiştirme politikası uygulanmalı?

Bir ülkede öğretmenliğin meslek oluşu, devletin öğretmen yetiştirme ve çalışma ölçütlerini ortaya koymasıyla gerçekleşmektedir. Ancak geçmişten günümüze öğretmen yetiştirmede ortaya konulan ve uygulanan ölçütlerin, çoğu zaman karmaşık, çelişkili ve yetersiz oluşu öğretmen yetiştirme şeklini gittikçe zora sokmaktadır.

Öğretmenlerin yetiştirilme süreci, okullardaki eğitimin kalitesi için kilit bir süreçtir. Öğretmenlerin hizmet öncesi eğitimleri sırasında iyi yetiştirilmeleri ve aldıkları eğitime uygun olarak kendi branşlarında çalışmaları, öğretmenlerin bu rollerini yerine getirmede önemli bir etken olarak görülmektedir.

Öğretmenlik mesleği ve öğretmen yetiştirme süreci, küreselleşme süreci ile birlikte bilgi birikiminin hızla artması ve dolayısıyla yaşam tarzı, teknoloji ve yaşama bakış açılarının değişmesine paralel olarak farklı bir içerik kazanmıştır. Gelişmekte olan ülkelerin en önemli sorunlarından biri de eğitimin küreselleşme sürecine paralel olarak geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasıdır. Çünkü gelişmişliğin boyutlarından biri de yetişmiş insan gücüdür. Bir ülkede ekonomik, sosyal, siyasi, hukuki reformlar yapılsa dahi, eğitim sisteminde köklü reformlar yapılıp, yetişmiş insan gücü belli bir seviyeye getirilmedikçe yapılan reformların başarıya ulaşması mümkün değildir.

Bir ülkenin çocukları, okulda yetişmeye başladıkları çağlardan itibaren öğrenciliğin nottan ibaret olmadığına, pek çok bilgiyi yaşam için edindiklerine, kazandıkları temel becerilerin kişi, olay, zaman ve mekân açısından bir anlam zinciri oluşturmak üzere işe yarayacağına -elbette yaşları ve bu dönemin özellikleri göz önüne alınmak kaydıyla- ikna olmaları gerekiyor. Ancak öğrencilerin bulundukları yaş grubu ne olursa olsun tüm bunlara öncelikle onları yetiştiren sistemin bütün insani unsurlarının -siyasi yapılar, Millî Eğitim bürokrasisi, aileler, eğitim yöneticileri, öğretmenler, yerel ve ulusal medya, sosyal çevre- ikna olması şart. Aile hayatının, iş yaşamının ve sosyal hayatın dinamikleri içindeki karmaşık mekanizmaları anlayabilmek, anlamlandırabilmek, neden-sonuç ilişkileri kurabilmek, verimli, etkin, yararlı, kendiyle ve dış dünyasıyla barışık yurttaşlar yetiştirebilmek için önce bu konuda mutabakat aranması gerekiyor. Ve bütün bunlar çok zor olan şeylerde değildir. Tek sorun, sorumluluğu ve gelişmiş uygulayıcı bir kadronun tez elden bu işe el atması ve bunu kalıcı hale getirmek için çaba sarf etmesidir.

Bu doğrultuda; Milli Eğitim Bakanlığı bir yandan öğretmenlerin nitelikli yetiştirilmesi amacıyla özellikle öğretmen yeterliklerinin belirlenmesine yönelik bir çok çalışma gerçekleştirirken; öte yandan da açılan bu pedagojik formasyon sertifika eğitimi programları ile isteyen herkese, belirlenen öğretmen yeterliklerini göz ardı ederek öğretmenlik yolunu açmaktadır. Böylelikle oluşan bu ikilem, nitelikli öğretmen yetiştirme konusunda kamuoyunda çok ciddi endişeler oluşturmuştur.

Denenmiş, başarısı tartışma konusu olmuş stratejilerin yeni yüzleriyle uygulanmaya çalışılması sorunların ana kaynağını teşkil etmektedir. Ve ya denenmiş ve başarılı olmuş bir stratejinin başka bir ülkede de başarılı olmasının beklenmesi de sorun teşkil etmiştir.

Günübirlik değişen müfredat ve mevzuat ile birlikte hem veliler, hem de eğitim ailesinin temel taşı olan öğretmenler bir şaşkınlık yaşamakta dolayısıyla sağlıklı bir eğitim politikası oluşmamaktadır.

Örneğin, zorunlu eğitimle birlikte, herkesin okullu ve diplomalı yapılmaya çalışıldığı 1997 yılından günümüze pek çok şey yenilendi; diploma sayısı epey arttı; lakin PİSA verilerine göre çok iyi bir netice alınmamıştır.

Tarih ve geçmiş eğitim politikaları da ispatlamıştır ki, diplomaların çokluğu, medeniyetin ve kalkınmışlığın ölçüsü değildir. Örneğin halkının neredeyse %70 üniversiteli olan Rusya belli bir süre sonra tıkanmış; diplomalının, diplomasız olanının yanında hiçbir farkı kalmamıştı.

Ne yazık ki Ülkemizde de gidişat buna doğru gidiyor. Birçok üniversite mezunu, diploma gerektirmeyen işlerde çalışmak zorunda kalıyor. Bu nedenle her şehirde bir üniversite açmak toplumsal gerçeklik ve verimli eğitim açısından son derece tehlikelidir.

Şırnak İlimizde üniversite açmak elbette iyi bir gelişme, lakin burada eğitim verecek öğretim görevlilerinin burada bilimsel çalışma ve akademik ortam bulma oranı ne derecededir? Bunu sorgulayarak alkış tutmak daha mantıklı olsa gerek…

YÖK, hem Eğitim Fakültesi açıyor hem de Fen Edebiyat Fakültesi öğrencilerine Formasyon Eğitimi hakkı tanıyor. Eğitim Fakültelerinin kontenjanı yetmediği durumlarda Pedagojik Formasyonun verilip açığı kapatması normal karşılanabilir; lakin öğretmen mesleğinin, üniversitenin bir gelir kaynağı olarak algılanması telafisi güç hatalara neden olabilmektedir.

Günü birlik politikalarla yap-boz tahtasına dönen eğitim-öğretim politikamız daha da karmaşık hale getirilirken medeniyet seviyelerine ulaşmaya çalıştığımız Batı’nın eğitim-öğretim politikası acaba ne durumda ve biz bunun neresindeyiz?

Dünyada Biz.

Uluslararası Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından 2016 yılında 64 ülkeden 15 yaş altı tam 18 milyon öğrencinin katılımıyla ülkelerin başarıları ölçüldü. Yapılan sınav sonucunda katılan öğrencilerin yaklaşık 4,5 milyonu yapılan sınavda başarısız oldu. Değerlendirmeye alınan 64 ülkenin 34'ü OECD ülkelerindendi.

Yapılan sıralama sonucunda Türkiye Matematik alanında 64 ülkenin sadece 18'ini geride bırakarak 45. sırada yer alırken, Matematik alanında en başarılı ülkeler Asya Kıta’sından çıktı. Birinciliği Hong Kong, Shangai, Singapur ve Kore paylaştı. Okuma alanında yine Hong Kong, Shangai ve Kore ilk sıraya birlikte yerleşirken, bilim alanında da Asya Ülkeleri birinciliği kaptırmadı. Bilim alanında Shangai, Estonya ve Hong Kong ilk üç sıraya yerleşirken, sıralamaların tamamında başarı gösteren Shangai ve Hong Kong gibi ülkelerin başarıları göz kamaştırdı.

Yapılan sıralamanın sonunda Almanya, Meksika, İtalya, Rusya ve Tunus'ın yanı sıra Türkiye'nin de 2003 yılından bu yana başarısız öğrenci sayısını en çok azaltabilen öğrenciler oldukları açıklanırken bu başarı doğru eğitim politikası belirlenmesine bağlandı.

Türkiye'nin sırası yükseldi mi?

PİSA 2016 sonuçlarına göre Türkiye 2012 yılının sıralamasına göre Matematik alanında bir sıra gerileyerek 44.'lükten 45.'liğe geriledi. Okuma alanında 2012 yılına göre 5 sıra ilerleyen Türkiye 42.'likten 37.'liğe yükseldi. Fen bilimleri alanında ise Türkiye en iyi gelişmeyi göstererek 43. sıradan 41. sıraya çıktı. Genel sıralamada ise 2012 yılı sıralamalarına göre bir değişiklik olmadı ve yine 45. sırada yer bulduk.

2016 PİSA sıralamasında son üç sırayı ise Endonezya, Peru ve Kolombiya aldı. Türkiye daha önce İsrail, Yunanistan ve Rusya'nın gerisinde iken, bu yılda bu ülkelerin gerisinde kaldı. Komşumuz Yunanistan 42. sıraya yerleşirken, ABD 35. Rusya ise 31. olarak PİSA sıralamasına girdi.

Böylesine büyük, böylesine güçlü bir kültür birikimine sahip bir millet için çok anormal bir sonuç değil mi? Medeniyetler eğitim politikası üzerine kurulurken ve bütün sorunların kaynağının eğitimsizlik olduğu kabul edilirken,

Evet utanç verici ve çok anormal bir durum. Sistemin kendi içinde yaptığı ölçümler de farksız. Peki neden?

Çok söyleyen var, çok konuşan ve yazan var da neden bir türlü çözüm üretilmiyor?

Bu sonuçların ardından fikir alışverişinde bulunan akademisyenler bu başarısızlığın sebebinin zeka seviyesi olmadığını, eğitim sistemi ve yöntemleri olduğunu ifade ettiler.

Milli Savunma Bakanı iken, Milli Eğitim Bakanlığı koltuğuna getirilen İsmet YILMAZ yönetimindeki Milli Eğitim Bakanlığı, ise özellikle matematik müfredatında yeniliğe giderek, görselleştirme yöntemini deneyerek ülke başarısını artırmayı planlıyor. Matematik alanında 2016 PİSA ilk 10 sıralamasına Avrupa kıtasından sadece iki ülke girebildi. Finlandiya 8. olurken, İsviçre 9. sırada yer aldı. Diğer ülkelerin hepsinin Asya kıtasından olması dikkat çekti.

Ne Yapılabilir?

Öğretmen Boyutu:

İnsan sevme sanatı olan öğretmenlik mesleği, toplumun temel taşını oluşturmaktadır. Bu nedenle bir öğretmen aslında toplumun her şeyi olmalıdır.

Ne demek her şeyi?

Evet. Başta bu işe soyunmuş biri kendini toplum sevdalısı olarak kabul etmeli ve toplumda var olan tüm olumlu-olumsuz değerlerle barışık ve alışık olmak zorundadır.

Bir ülkenin geleceği, sorumluluk bilinci ve aidiyetlik duyusu gelişmiş azimli öğretmenler sayesinde olacaktır. Maalesef ki eğitim politikamız ve öğretmen yetiştirme politikamız hala bu sorunu çözmüş değildir.

Tamamen Taklidi, orijinal olmayan, kendi harsından uzak, manevi ve milli duygularına düşman, gözü kapalı her şeye göz kırpan, muasır medeniyetlerden uzak, denenmiş ve çöpe atılmış fikirlerin yenilik adı altında sunulduğu, atalar harsına asi, kendinden olmayanı hain bilen, Hak ve erdem için yapması gerektiğini idrak edememiş, öğrendiklerinin toplumsal bir fayda esaslı olması gerektiğini kavramamış ve sevgi üzerine inşaa edilmemiş bir eğitim sistemi elbette medeniyete katkı sunamaz, değerlere değer katamaz!

İşin uzmanlarının kaale alınmadığı, günü kurtarma politikalarının allanıp pullanıp servis edildiği eğitim politikaları da medeniyetlerle yarışamaz!

Bunun için temel şart şu:

Ülkelerin değişmez ve kendiliğinden yenilenen bir eğitim sisteminin oluşturulması ilk şart. Hükümetten hükümete değişen kadrolar, kitaplar, okullar, kıyafetler, idari kadrolar, binalar eğitim sistemine katkı sunamaz!

Okul Boyutu:

Günümüz eğitim ortamlarına baktığımızda, başta okulların mimari yapısının estetik duyguları geliştirecek yapılardan uzak olduğunu görmekteyiz. Gece kondu mantığıyla yapıldığını gözlemlemek ve geriye dönüp bunu Osmanlı ve Selçuklu mimarisiyle karşılaştırmak bizi kahrediyor.

Niye okulların mimari yapısıyla başladım? Çünkü zihinlerden kalbe inen ilk görüntü okulların görüntüsüdür. Bu görüntü ihtişamlı ve muhteşem oldu mu öğrenci kendini bu muhteşem yapının bir parçası kabul edecek ve bunun hakkını vermeye çaba sarf edecektir kanımca.

Günü kurtarma kaygılarıyla planlanmış, ucuza mal etme kaygısını ön plana alındığı ve kalıcı eserler bırakma kaygısının olmadığı eğitim ortamları sorun teşkil etmektedir.

Depremlerde Osmanlı’nın Eserleri ayakta sapasağlam kalırken, 4-5 yıllık binaların yıkılması iki medeniyeti ister istemez karşılaştırıyor.

Doğru dürüst bir mimari tarzının belirlenmediği okullar ruhsuz bir beton yığını adeta. Yeşil ile kaplı bir bahçesi yok, Fen laboratuvarı yok, spor salonu yok, yemekhanesi yok, kantini yok, aile görüşme salonu yok, yok, yok…

Ankara’daki Bakanlık mühendislerin tüm yurda aynı projeleri çizmesi tartışılmalıdır. Bence bu yanlışın ta kendisidir. Örneğin Urfa gibi bir şehirde çatıya hiç de ihtiyaç yokken milyarlarca masraf yapılarak yapılan kiremit çatılar, okullara birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. Güneşin yoğun olduğu ve çatı kiremitlerinin çabuk deforme olduğu bu bölgede köy okulları en büyük sıkıntıyı çekiyor. Çünkü çatılar, hiç ihtiyaç yokken yapılıyor ve sonradan onarılamıyor. Oysaki bunun yerine yalıtımı yapılmış ve güvenlik açısından teminat altına alınmış, üstü açık okulların yapılması ve beden eğitimi veya müzik-resim derslerinin rahatça yapılabildiği alanlara çevrilmesi mümkünken kar ve bora’nın yoğun olduğu Ankara ili baz alınarak çizilen tek tip yapılar bazı bölgelerde sorun olabiliyor. Bunun için bölgeden bölgeye farklı, şehirlerin mimari havasına uygun okulların inşaa edilmesi elzemdir.

Taşımalı Eğitim:

1997 yılında bu ülkede uygulamaya konulan ve zamanın hükümetince övüle övüle bitirilemeyen Taşımalı Eğitim Sistemi SOS veriyor. ÖTV adı altında kuruşu kuruşuna ceblerimizden tahsil edilen bu masrafı kabullenir olduk. İşin ilginç yanı, hiç kimsenin bunu dile getirmemesi ve sessiz sedasız kabullenmesi…

Birçok şehirde bu işin rantını yiyenler, mafyavari tavırlarla bölgeleri kendi ablukasına alıp, idarecileri çalışamaz duruma getirmişlerdir. Öyle ki yıllardır aynı bölgeyi taşıyan firmalar, ihaleyi kapmadıkları zaman o bölgenin öğrencilerini okula göndermede sorun çıkartmakta ve çocukların okula gitmelerini bile engellemektedir.

Aslında bu sistem kendiliğinde şunu ispatladı ki, her köyde ve belde de okul açmak hatanın ta kendisidir. Bir balonu ne kadar çok şişirirseniz patlama riski ve sağlamlığı o derece zayıflar. Milli Eğitim Bakanlığı her yerde okul açıyor tabii ki onur verici bir durum; lakin bu okulların kaliteli bir eğitim verme olanağı imkansızdır. Hem öğretmen yetersizliği hem de öğretmen israfı had safhaya ulaşır bir duruma gelmiştir. Çünkü, 80 öğrencisi olan bir okula 9 branş öğretmeninin atandığı bir okulda eğitim vermek güzel bir durumken, bazı okullarda öğretmenlerin bulunmaması ve ücretli öğretmen uygulamasının yapılması ve bu okulun dağ başında bir köyde olması, yolunun ve suyunun olmaması düşünülmeden alınmış bir karardır.

MEB bu şartlar altında tam olarak hiçbir okulu denetleyemeyecek ve dengeli öğretmen ataması da yapamayacaktır.

YİBO projesi etkili ve yetkili bir projeydi aslında. Buralarda bizatihi uzun süre görev yapmış ve başarılarına şahit olmuş biri olarak diyorum ki; art niyetli kesimlerce sürekli eleştirilen ve skandallarla sürekli gündeme getirilen, başarıları bir türlü görülmeyen YİBO’lar fevkalade bir yapıydı. Burada yetişen öğrenciler tam olarak öğrenci moduna girebiliyordu. Oysaki köylerde yetişen çocuklar bir türlü köy ortamı ve iş ortamından kurtulamıyor, tam olarak okullu olamıyordu.

Köy öğretmenleri ise maalesef bir an evvel olumsuz yaşam koşulları nedeniyle köylerden kaçma telaşına düştüklerinden köylü ile bütünleşemiyor, hizmet alanını sevmiyor ve dolayısıyla okul ile de bütünleşemiyor. Her gün bozuk 50-60 km’lik yoldan köyden şehire gidip gelen öğretmenlerin verimliliği de tartışmalıdır. MEB bu yanlıştan dönmeli ve bir an evvel bölgesel büyük YİBO’lar inşaa etmelidir.

1997 yılı itibariyle öğrencilerin başarılarını ele alırsak, taşımalı okullardan mezun olan öğrencilerin üniversiteli olma oranı % 7 oranını geçmemektedir. Bu okullardan mezun olan öğrenciler ilk yıllarında lisede sınıf tekrarına kalmakta ve açık öğretime yönlendirilmektedir. Bu öğrencilerin açık öğretim kayıtları ise sadece kayıttan ibaret kalmakta veya bitirme süresi bazen 7-8 yılı aşabilmektedir.

Büyükşehirlerde alt grup işlerde çalışan 18 yaş altı çocuklarla yaptığım görüşmelerde, birçoğunun taşımalı eğitimden mezun olduğu ve lisede başarısızlıktan ötürü okuldan atıldıklarını gözlemlemiş ve dolayısıyla büyükşehirlerde iş aradıklarına şahit olmuş, bunların çoğunda okuma ve yazma ve okuduğunu anlama eğitiminin zayıflığı da cabası.

TEOG ile bu ayıp örtünmeye çalışılmakta ve ortalama 100 puan alan öğrenciler imam hatip liselerine yerleştirilmekte bunun altında olanlar ise Açık öğretime yerleştirilmektedir. Oysaki bunun devlete olan maliyeti milyarları bulmaktadır. MEB, şunda kesin karara varmalı artık: çokluk değil kalite önemlidir. Eğitimde zorunlu diye bir kavram olamaz. Ülkenin şartlarını ve zihniyetini eğitimin önemine doğru kanalize ettiğiniz zaman halk kendiliğinden kendini zorunlu hissedecektir zaten.

Eğitimin Kalitesi:

İhtiyaç fazlası okullar derhal kapatılmalı ve kaliteli okullar revaca alınmalıdır. Unutmayalım ki, bu ülkenin; zeki fırıncıya, zeki kaportacıya, zeki boyacıya, zeki çiftçiye, zeki tamirciye de ihtiyacı vardır.

Bizdeki okulu olma zihniyeti şudur:

“Herkes devlet kapısında memur olacak ve maaş almak zorundadır.” Eğitim fakültesinden mezun olan herkes devlette bir iş bulmak zorundadır. Ve haklılık oranı da yüzde yüzdür. Çünkü bu çocuklar, böyle bir zihniyetle yetiştirildiler. Kafesteki aslan gibi yetişiyor çocuklarımız; doğal ortama girince de avlanmayı unutuyor dolayısıyla.

İlk ve orta öğretimde sanat, edebiyat ve erdem dersleri unutuldu. Geçmişte yazılmış kitaplar, dernek ve vakıfların çalışmaları da olmazsa silinip gidecek tarih sayfalarından. Milli ve manevi gelenek ve sanatlar unutulup gitti.

Lise mezunu kaç öğrenci Fuzuli’den bir beyit ezberden biliyor? Üniversiteden mezun kaç öğrenci, Muhibbi’nin, Hatai’nin, Avni’nin, Adni’nin, Hani’nin, Mela’yı Betayi’nin, Feqiy-ı Teyra’yı ve Cezeri’nin kim olduğunu veya divanlarını biliyor?

Bir toplumu farklı kılan ve ayakta tutan temel dinamikler, o toplumun diğer toplumlardan olan farklılığıdır. Hiçbir kültür diğer kültürden aşağı veya yukarı değildir. Medyanın ve otoriter ahkam güçlerin tv ve reklam aracılığıyla üstün göstermeye çalıştığı ve toplumların temel dinamiklerine kendi kültürünü aşılamaya çalışıldığı bu çağda, ülkemizin kendi otoriter eğitim kimliğini oluşturmaması ne ile açıklanabilir? Mesela öğrencilere verilen tabletler veya akıllı tahtaların yararını kim ne ile açıklayabilir?

Zaman kaybının had safhada olduğu ve birçok öğrencinin yıllar önce ailesi yoluyla temin ettiği ve görünce yüzünü çevirdiği bu tabletlerin yıllar sonra büyük meblağlar ödenerek öğrencilere dağıtılması hangi gelişmeye katkı sunacak? Akıllı tahtalar eğitime ne tür bir yenilik getirmiştir?

İnanıyorum ki bu projeyi kuruldan geçirenler, öğretmenler odasını hiç de teneffüs etmemiş, sınıfa girmemiş, ödev kontrolü yapmamış, disiplin kurulunda görev almamış, velilerle hiç de istişare etmemiş kimliklerden oluşuyordur. Batıya sözde yüksek lisans için gidip o ortamı gözlemleyenlerin ortaya attığı ve millet alışverişte görsün diyenlerce onaylanan bir projedir kanımca.

El yazısı hakkında;

Öğretmenlerin görüşünün tam olarak alınmadığı ve bu işin eğitimini almayan öğretmenlerce öğretilmeye çalışılan el yazısı, bu ülkede hala sorun.

Öğrencilerin epey zamanını alan, öğretmeni çileden çıkaran ve günlük hayatta hiç de uygulaması olmayan bu karakter yazı hala zorunlu? Aslında bu proje ekonomist bir Bakanın projesiydi. Ne kadar hazin…

Bir kere; öğrenci temel karakteri öğrenmeden, harfin asıl şeklinin ne olduğunu bilmeden o harfi güzel ve estetik şekilde yazmaya zorlanıyor. Asıl olan öncelikle o harfin temel şeklinin kavratılması sonradan bu şekilde de yazılabildiğinin öğretilmesidir. Bu ders Osmanlı’da hüsnü hat olarak öğretiliyordu. Bakanlık bu hatasından da er ya da geç dönecektir. Ama bir nesil heba oldu-oluyor. Zaten öğrenciler beşinci sınıfta bu yazıyı unutup gidiyor. Türkçe öğretmenleri de normal yazıyı kullanıyor; artı; kitaplarda normal karakter yazı ile yazılıyor. MEB bu kadar duyarsız olamaz. Ya müsteşarlara yeteri veri gitmiyor ya da denetmenler yeterince bilgi paylaşımında bulunmuyor…

Okul yönetimleri:

Okullarda özellikle ilkokullarda okul idarelerindeki kadrolar çok fazla. E Okul Sistemiyle okul müdürleri sadece odasında oturur oldular. Bu işi müdür yardımcıları yapmakta bu da aylık ortalama birkaç saatlik mesai süresini geçmemektedir. Okullarda görevli rehber öğretmenler rahatlıkla müdür yardımcılığı görevini de yürütebilirler. Ayrıca okula sahiplenme yönünden de rehber öğretmenlere bu yetki verilebilir. İlkokullarda okul müdür yardımcılığı kaldırılabilir. Bu da doğal olarak öğretmen açığının bir kısmını kapatacaktır.

Ortaöğretim okul müdürleri sadece, öğrencilere günaydın, koşma, rahat hazır ol terimlerinin yanında proje de üretmeli, bulunduğu çevrenin sorunlarıyla ilgilenmeli belediye ve STK’larla işbirliği, öğrencilerin verimliliği ve okul-toplum işbirliğini güçlendirme çalışmaları da yapmalıdır. Ders programlarının ve maaşların programlarla yapıldığı bir sistemde bana hiç kimse iş yoğunluğundan bahsetmesin. Madem yoğunluk varsa ve bu iş çok meşakkatli ise müdürlük için bu kadar heves niye?

Kendi rahatımız ve havamız için artık bir şeylerden vazgeçmeli, ülkenin üretkenliği ve dünya markalarıyla yarışır ürünler üreten nesillerin yetişmesi için çaba sarf etmeliyiz. Aksi takdirde pamuk içerisinde fasulye, kartondan ev, kablolardan elektrik devreleri yapıp yapıp kendimizi kandırmaya devam edip dururuz…

Öğretmen:

Bir öğretmen her sabah, dersten önce öğrencileriyle hasbihal etmeli, güler bir yüz ile yüz ifadelerini okumalıdır. Öğrencilerin bedeni ve ruhi temizliklerine dikkat etmeli bunu kontrol etmeli, velileri uyarmalı-rehberlik etmelidir. Yüz, göz, tırnak, elbise ve kulak temizliğine dikkat eden bir öğretmen yaşı ne olursa olsun aslında şu mesajı da veriyordur doğal olarak öğrencisine: “Ben Seni Takıyorum, Sana Önem Veriyorum ve Sen Benim İçin Önemlisin” Bu da doğal olarak öğretmen öğrenci diyaloğuna yardımcı olacaktır. “Zaman mı var?” diyen öğretmen arkadaşlarımı duyar gibiyim. Evet. Sevgi ve merhamete her insanın birazcık zamanı vardır.

Dershanelere gelince:

Yıllardır üzülerek izlediğimiz ve bir kısım kesimin sayesinde devlet içinde paralel devlet seviyesine ulaştığı, hepimizin üzülerek öğrencilerimizi yollamaya mecbur olduğu bir sistemdi. Bitti mi peki? Asla!

Bitmez! Çünkü; bu ülkede aynı şartlarda eğitilmeyenler aynı sınava tabi tutuluyor. Sorunun özü de bu. MEB merkezi yönetimle bu sorunu çözemez. Bölgesel farklılıkları dikkate alınarak başkanlık sistemine geçerek yeni bir oluşum içine girmelidir.

Meslekler ve Eğitim:

Temel Eğitim çağından başlayarak, çocukların IQ’larına bakmadan sevdikleri mesleklere yönlendirerek işe başlamalıdır. Çünkü bizdeki temel mantık şu: “Kafası basmıyor bir işe ver gitsin.” Oysa; sanayisini ve gelişimini tamamlamış ülkeler, zeki çocuklarını küçük yaşlarda kabiliyetleri yönünde sevdikleri işe yönlendirme ile başarmışlardır. Bu nedenle, zeki ve başarılı bir tamirci çok zor yetişiyor bu ülkede.

Tüm zeki çocukların doktor olması hedeflenirken, bu doktorların ülkeye katkısı hep göz ardı ediliyor. Para odaklı ve kariyer odaklı bir gözle bakılan Tıp bilimi, nadiren ülke yönetimi ve sorunlarını ele almakta bu alanda yetişen elemanlar da genelde halktan kopuk bir hayat sürdürebilmektedir.

Derslerin ağır oluşu, gerekse de ekonomik ve kariyer farkı, tıp okuyanları halkla çatışmasını tetiklemektedir. Dikkat ederseniz en çok sağlık elemanları saldırıya uğramakta ve istenmeyen durumlar ortaya çıkmaktadır.

Doğal olarak her hastanın kendini özel hissettiği ve özel ilgi beklediği bir ortam olan hastahaneler iş yoğunluğu ve hasta yoğunluğu nedeniyle bu ihtiyacı karşılayamamakta ve bu durum istenmeyen durumları ortaya çıkarmaktadır. Tıp Fakülteleri öğrenci sayısını arttırmaya gittiğinde bu sorun giderilebilir. Ama ne yazık ki bu camiayı elinde bulunduranların sık sık dile getirdikleri “ sayıyı arttırırsak kalite düşer” fobisi bunu engellemektedir.

Aslında bu bir şehir efsanesidir. Tıp mesleği iş başında ve tecrübe ile öğrenilmektedir. ( yıllarca sahte diploma ile doktorluk yapan üç kağıtçıların kulakları çınlasın!)

Evet hastalıkların yarısı psikolojik olduğuna göre doktorlarımız ve sağlık çalışanlarımız, fakültelerde biraz sabır ve davranış bilimi eğitimiyle sağlık sektörünü daha da verimli hale getirilebilirler.

Mevcut durumda, hastahaneler ne kadar verimli çalışsa da asla başarılı olamayacaktır. Çünkü Sağlık Bakanlığı ismi taşıyan Bakanlığımız, Hastalıkları Önleme çalışması yerine hastalarla uğraşı çalışması yapıyor. Temel sorun şu:

Halkın koruyucu hekimlik bilgisinin olmaması.

Oysa matematik bilimi gibi koruyucu hekimlik bilgisi de anasınıfından üniversite son sınıfa kadar verilebilir.

Öneriler:

Dershaneciliğin ve özel okulların önüne geçmek için Bakanlık,

• Her okulda seviye sınıflarını oluşturmalı, aylık periyodik sınavlar yapmalı, başarı durumuna göre öğrenciye sınıf değiştirme hakkı tanımalıdır.

Örneğin; A sınıfında 400 puan ve üstü alan öğrenciler yerleşmeli; B sınıfına, 400 puan altı alan öğrenciler yerleştirilmelidir. Bir sonraki sınavda, puanını arttıranın A sınıfına gidebilme hakkı kazanırken, A sınıfında olup bu puanını korumayan öğrenci ise B sınıfına gitme riski taşıdığından öğrenciler doğal olarak çalışma azmi kazanacaktır.

Anlamak istemediğimiz temel sorun, dershaneciliğin bu yöntemi yıllardır kullandığı ve bu yöntemle isim yaptığı, milyarlarca bütçe ile dershanecilik kolonileri oluşturduğudur. Okulların sadece diploma verir kurumlar olmasında, dershanelerin bu yönteminin etkili olduğu göz ardı edilemez.

• Milli Eğitim Bakanlığı, her öğretmene aynı maaşı vermekte hata yapıyor. Başarı ve performans odaklı bir eğitim sistemiyle kenar mahalle okulu ve zengin mahalle okulu farkı büyük oranda ortadan kaldırılabilir.

• Taşımalı eğitimden vazgeçerek bölgesel yatılı okullar açarak denetim mekanizmasını hızlandırabilir, öğretmen açığını ve fazlalığı sorununu büyük oranda giderebilir. Bu şartlarda sağlanamıyorsa yerleşim yerlerinde okul bulunmayan velilere servis ücreti yardımı yapılmalı ve bu yardım Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı üzerinden velilere ödenmelidir. Böylece okul idareleri ve milli eğitim idareleri bu meşakkatli ihale sorunundan kurtarılabilir.

• Okullara bütçe vererek, okul idareleri ve öğretmenleri para toplama ve yardım sorunundan kurtarabilir.

• Sanayi, zanaat, sanat ve tarım alanlarında işbirliği yaparak öğrencilerin yaparak yaşayarak öğrenmeleri sağlanabilir. Hatta ve hatta, okulların hafif temizlik işleri nöbetçi öğrencilere yaptırılarak bu duyuları geliştirilebilir.

• Velilerine verilen cüzi yardımlar kesilerek bu kaynak direkt okulların ihtiyaçlarına verilip okulların yaşam koşulları iyileştirilebilir. Çünkü bu harçlıklar, öğrencilere ulaşmamakta ve öğrencilerin mağduriyeti devam etmektedir.

• Her öğrenciye bedava kitap verilmemelidir. Verilecekse bu kitaplar zimmet şeklinde beş yıllığına emaneten okullara ve öğrencilere zimmetlenmelidir. Kıymetli kâğıda basılı ve korunaklı bir şekilde basılmalıdır. Bu sayede emanete özen ve devlet malını koruma hassasiyetleri de gelişebilir. Her yıl yenilenen kitaplarda büyük bir zaman kaybı ve bütçe kaybı yaşanmakta öğrenci kitabına gerekli özeni gösterememektedir. Ayrıca bu kitaplarla birlikte verilen öğretmen klavuzu ve öğrenci çalışma defterleri de kaldırılmalıdır. Öğretmen kendi planını kendi yapmalı, öğrenci de kendi defterini kendi tutmalıdır.

Açıklamaya çalıştığımız eksiklikler ve öneriler, bireyin topluma katılımına, mutlu ve huzurlu bir aile kurmasına, sahip olduğu asgari bilgi ve becerilerle onurlu bir yaşam sürdürmesini sağlayacak işler bulmasına, suçtan uzak kalmasına, ülkesi ve insanlık için yararlı olacak -bu olmuyorsa da zarar getirmeyecek- sosyal ilişkiler kurmasına, kısaca yaşamdan ümitli olmasına kadar pek çok değişkeni de beraberinde getirebilir kanaatindeyim.

Selam ve Muhabbetle…

Bu yazı 2401 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum