Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

'ÖLÜM SANA HİÇ YAKIŞMADI KEKO EKREM'

03 Haziran 2012 - 21:00

EKREM KARAHAN’I ANARKEN



                     Ekrem Karahan’ı kaybedeli bir yıl oldu. Başta yakınları olmak üzere hiç birimiz onun yokluğuna halen alışamadık. Öyle görülüyor ki hiç bir zaman alışamayacağız da. Onun yokluğundan kaynaklanan derin ve karanlık boşluk zaman geçtikçe hepimizi etki alanına alarak hüzün ve kederimizi her geçen gün biraz daha acımasız kılıyor. Birçoğumuz onun gittiğine halen inanmak istemiyoruz. Birçoğumuz karşı karşıya kaldığımız bu durumu kötü bir rüyadan ibaret sayıyoruz. Bazen bir süre sonra bu rüyadan uyanabileceğimizi ve bir yıldan beri bize eziyet veren bu vahim sürecin sona ereceğini düşünüyoruz. Ne var ki aynı zamanda hepimiz üzerimize çöken bu kahredici kabusun gerçek olduğunu görüyor ve hain feleğin bize oynadığı acımasız oyun karşısında hiçbir şey yapamayacağımızın farkındayız.
               İnsanlar vardır bir şehrin gülen yüzü, duyan yüreği gibidirler. Yaşam tarzlarıyla on binlerce İnsanın kalbinde taht kuran bu kişiler bir şehrin ana omurgası gibidirler. Yaptıkları güzel şeylerle insanlar tarafından bir ömür unutulmadan hep hatırlanırlar. Geride bıraktıkları insani mirasla doğdukları topraklar üzerinde her gün bir anıt gibi dimdik güneşin doğuşunu selamlarlar... Doğup büyüdükleri şehir onlarsız düşünülemez. Şehrin bütün ana caddelerinde, ara sokaklarında ve bütün mekânlarda onların ayak izlerine rastlanılır. Kalabalıklar arasında onların kalp atışları duyulur. Dost sohbetlerinde onların nefes alış-verişleri hissedilir. Kocaman yüreklerinde taşıdıkları insanlık sevgisi ezilenlere umut olur,yol gösterir… Yüzlerinden eksik etmedikleri dostça gülüşler doğdukları topraklarda hak ve adalet arayan sevgiye muhtaç mazlumların yüreklerini ısıtmaya devam eder. Doğup büyüdükleri yerler onların isimleriyle özdeşleşir. Bu mümtaz insanların İsimleri anıldığında doğdukları şehirler akıllara gelir. İçinden çıktıkları coğrafyanın ismi zikredildiğinde bu seçkin insanların yaptıkları güzel işler ve saygın isimleri hafızalara düşer. Vefa bilenler onları hep bu güzel yönleriyle hatırlamaya ve sevmeye devam ederler. Ne var ki bizim gibi geri toplumlarda bütün yaşamını insanların mutluluğuna adayan bu tür nitelikli şahsiyetlerin değeri ne yazık ki zamanında pek anlaşılmıyor. Bu değerli insanların kıymeti çoğu zaman göçüp gittikten sonra anlaşılıyor.
                   Ekrem Karahan, kısa ama dolu dolu yaşadığı onurlu yaşamı boyunca dost ve arkadaşları için güvenilir bir sığınak, temeli sağlam bir kale gibi idi. Onun insan ve memleket sevgisi üzerine inşa ettiği yaşam biçimi insanları hep kendine çekmişti. Onun dost sofrasına oturanlar kendilerini güven ve huzur ortamında bulurdu. Onunla geçirilen birkaç saat dünya sıkıntılarıyla boğuşan bizim gibi insanlara ilaç gibi gelirdi.İnsanlar zor ve fırtınalı  anlarda  Onun dost limanına sığınırdı . Dünyanın bin bir hali ortamında kıblesini şaşıranlar nefes almak için Ekrem’e koşardı. Kişisel çıkar dışında gözleri hiçbir şey görmeyen nankörlerin, bencillerin, vefasızların ve halden anlamazların kaba hareketleri karşısında isyan edenler, Ekrem’in ağzından çıkan birkaç tatlı söz sayesinde tamamen sakinleşir ve kendilerine eziyet verenleri bile bağışlayacak kadar mülayim kesilirdi…
              Ekrem Karahan hep kendisi oldu. Gerçekliğine inandığı doğrulardan bir milim olsun şaşmadı. Sosyal ve siyasi yaşamında yön tayin etmede kişisel çıkarlar bir santim olsun onu etkilemedi. Sabah bir, akşam iki diyerek kendini güvensiz kılanlardan olmadı. Onun yürüyüşünde renk ve kavram kargaşası hiç olmadı. Yanlış ve doğrular konusunda kafas berak,düşünceleri  hep net oldu hep net oldu. Halkı ve halkın değer yargılarını kişisel çıkarlarına maske yapacak kadar küçülmedi. Onun yürüyüşü halkın çıkarlarına hep paralellik gösterdi. İyi niyet ve dıştan dayatılan kimi nedenlerden ötürü bazen tökezlenip zor durumlara düşse de, o yıllarca geliştirdiği ve koruduğu güçlü inanç silsilesi sayesinde kendisini hemen toparlamasını bilmiştir. 

Ekrem Karahan, din, dil, inanç ve sosyal sınıf farkı gözetmeksizin halkı ile bütünleşmeyi sağlayan ender kişilerden birisi idi. Onun her şeyin üstünde tutuğu ve önemsediği bir dünya görüşü elbette ki vardı. O kişisel düşüncelerini her şart altında dobra dobra dile getirmesini ve sonuna kadar savunmasını hep bilmiştir. Ama o, kişisel görüşlerini savunma adına başka görüşlere ve inançlara saldırma hakkını hiçbir zaman kendinde de görmemiştir. O böyle bir şeyi hiçbir zaman haklı ve ahlaklı bulmamıştır. Ona göre sosyal konumu, dünya görüşü ve düşüncesi ne olursa olsun bizim coğrafyada bizimle aynı havayı teneffüs edenler bizim insanımızdı ve onlarla anlaşmanın yolu mutlaka bulunmalı idi. Böyle düşündüğü için de Ekrem Karahan’ın yakın çevresinde her zaman, her sınıftan ve düşünceden bir sürü insanı bulmak mümkündü. Ve yine böyle olduğu içinde, Ekrem’in toprağa verildiği gün Siverek Asri Mezarlığı’nı hınca hınç dolduran binlerce insan arasında farklı kesimlerden gelen birçok insan vardı. Bu insanlar Ekrem’in ölümüne yürekten üzülüyordu. Çünkü herkes gibi onlar da Ekrem’in kişiliğinde Siverek coğrafyasının önemli bir rengini kaybettiğini, Siverek’in insanî dokusundan bir önemli bir desenin kaydığını gayet iyi biliyorlardı.
                Ekrem, bütün dostları, arkadaşları ve akrabaları için her şart ve merc altında bir köşede saklı duran kıymetli bir hazine, her yerde ve her zaman ihtiyaç duyulacak bir referans ve geçerliliğini hiç yitirmeyen bir sağlam bir teminattı. İhtiyaç duyulduğunda insanlar bu teminatı, bu referansı istediği şekilde, hiç çekinmeden fazlasıyla kullanırdı. Dara düşen, başı sıkışan herkes rahatlıkla ona koşardı. İnsanlar içinden çıkamayacakları bir sorunla yüz yüze kaldıklarında “ Birde Ekrem’e soralım.”derdi. İnsanlarımızın gözünde Ekrem Karahan en zor, en karmaşık sorunlara bile çözüm bulabilen bir sehirbazdı. Kimine göre o her derde derman olan bir Hekim-î Lokman’dı. Onun el atamayacağı sorun ve merhem olamayacağı hiçbir yara düşünülemezdi. Aralarında önemli anlaşmazlıklar olanlar Ekrem’in hakkaniyetine inanarak arabulucu olması için ona müracaat eder ve onun aldığı karara sonuna kadar bağlı kalırlardı. Kısacası dara düşen, başı sıkışan her insanın başvurmaktan çekinmediği bir siyasi dervişti Ekrem Karahan.  
                         Çocukları okulda sorun yaşayan ana-babalar “ Bu işi en iyi Ekrem bilir” diyerek onun düşüncelerini alır, onun fikirlerinden yararlanırdı. O samimi, bilinçli ve gönüllü bir danışmandı. Yüreğinde ve kafasında bulunan en doğru ve en güzel şeyleri halkıyla paylaşmaktan büyük mutluluk duyardı. Üniversiteye giremeyen gençlerin imdadına Ekrem Karahan yetişirdi. Parası olsun olmasın, onları en uygun dershaneye yerleştirmek ve yıl boyu bütün sorunlarıyla yakından ilgilenmek Ekrem Karahan’a düşerdi. Çünkü ona göre cehalet denen şuursuzluğun panzehiri eğitimdi. Eğitim olmadan cehalete karşı başarı kazanmak düşünülemezdi. Bu yüzden eğitim konusunda aydınlara önemli görevler düşüyordu. Eğitimin kalıcı gücünü yakından tanıyan Ekrem Karahan gençlerimizin ufkunu etkin hale getirmek için tek başına bir nevi eğitim seferberliği yürütüyordu. Ona göre koşullar ne olursa olsun eğitim meselesi her şart altında hiçbir şekilde aksamamalı idi.
                 Yardım ve dayanışma Ekrem Karahan için ibadetlerin en büyüğü sayılıyordu. Ona göre sıkıntıya düşen birisi olduğunda şartlar ne olursa olsun hemen harekete geçmeli ve soruna mutlaka çözüm bulunmalı idi. Hastane koridorlarında şifa arayan hastaları en iyi doktorlara yönlendirmek, haksızlığın kol gezdiği, adaletsizliğin diz boyu olduğu coğrafyamızda mahkeme salonlarında mağdur olan insanlara avukat ayarlamak gerektiğinde kapı kapı dolaşmak Ekrem’e düşerdi. Başına iş gelmiş ve paraya sıkışmış vatandaşın sıkıntısına ortak olmak gene Ekrem Karahan’ın başına vazife idi. Köyde, arpası, samanı biten köylünün aklına ilk Ekrem Karahan gelirdi. Bankalarla sorun yaşayan küçük esnaf meseleye çözüm bulmak için Ekrem’in kapısına dayanırdı. Bu yüzden onun masasında şuna buna imzaladığı bir sürü kefalet dosyası dururdu.
              O, dost ve arkadaş hatırı için uzak yolları yakın eyleyenlerdendi. Bildik birisinin vefat haberini aldığında arabasına aldığı birkaç seveni ile birlikte hemen dostlarına koşardı. O, gün gelmiş vefa borcudur, ödenmelidir diyerek kalkıp, taa Tatvan’a, Feqî Hüseyin Sağnıç’ın taziyesine gitmiştir. “Akrabalık ödevidir mutlaka yerine getirilmelidir” diyerek bir başka gün kalkıp Batman’a gitmiştir. Başka bir zaman başka bir yere. Hastalık ve taziye söz konusu olduğunda onun için gidilecek yerin yakın- uzak olması hiç bir şey ifade etmezdi. Ona göre dost dediğin iki eli kanda olsa taziye ve hastalık gibi özel günlerde mutlaka dostlarının yanında olunmalı idi. Sahiplenmek onun en belirgin özeliklerinden idi. İnsana sahip çıkma duygusu ve sorumluluk onun vazgeçemediği en önemli kriterlerinden birisi idi.
                      2010 yılının yaz aylarında Hollanda’da yaşayan yakın dostum, Ozan Brader’in evine misafirliğe gitmiştim. Kapıdan içeri girer girmez bazı şeylerin yollunda olmadığını hemen anlamıştım. Brader’in eşi ev de yoktu. Çok geçmeden Brader’den olup bitenleri öğreniyorum. İki gün önce Brader’in kayınbiraderi bir gece yarısı Nusaybin’e yakın bir yerde feci bir trafik kazası geçirmiş ve koma halinde Diyarbakır’a kaldırılmıştı. Kardeşinin kaza haberini alan Brader’in hanımı apar topar Diyarbakır’a koşmuştu. Brader’in anlattığına göre durum hiçte iç açıcı değildi. Diyarbakır’da hasta ve yakınlarıyla ilgilenecek birileri olup olmadığını sorduğumda Brader’den “Maalesef kimse yok “ yanıtını alıyorum. Hemen aklıma Ekrem Karahan geliyor ve kalkıp hemen kendisini arıyorum. Ekrem Karahan’a durumu izah edip kendisine hasta ile ilgilenip ilgilenemeyeceğini soruyorum. Ekrem Karahan benden gerekli bilgileri alarak telefonu kapatıyor. Biz çaylarımızı bitirmeden Ekrem Karahan bizi geri arıyor ve başta hastane başhekimi olmak üzere birkaç tanıdık doktorla iletişime geçerek onları hastaya yönelttiğini söylüyor. Ekrem’in yönlendirmesiyle birkaç doktor hemen Diyarbakır’da hastanede bulunan Brader’in eşi ve yakınlarıyla buluşarak gerekli dayanışmayı göstermişlerdi. Doktorlar ellerinden geleni fazlasıyla yapsa da hasta birkaç gün sonra yaşama veda etmişti. Bunu haber alan Ekrem Karahan hasta haline bakmadan ağustos sıcağında taziye için Nusaybin’e gitmeye hazırlanmıştı. Ekrem’in sağlık durumunu göz önünde bulundurarak, onu aldığı bu kararından zorla alıkoymuştum. Ozan Brader ve eşi, Ekrem’in o zor günlerde kendilerine gösterdiği o anlamlı dayanışmayı hatırladıkça Ekrem Karahan’ı büyük bir sevgi ile anıyorlar. Dedim ya Ekrem Karahan hepimiz için güçlü bir referans ve eşine az rastlanır değerli bir hazine idi.
           Ekrem Karahan’ın başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın birçok yerinde farklı kesimlerden gelen geniş bir arkadaş çevresi vardı. Türkiye’nin içinde ve dışında her hangi bir taşı kaldırdığında altından Ekrem Karahan’ın önemsediği bir-iki dost ve arkadaşı mutlaka çıkardı. Ekrem, ilişki içerisinde bulunduğu bu sosyal çevreyi oldukça önemser ve onlarla birebir ilgilenirdi. Çünkü ona göre her insan ancak çevresi kadar insandı. Ekrem’in her kesimden ve her yaştan oluşturduğu bu ilişki ağı elbet kendiliğinden oluşmamıştı. Bin bir emek ve fedakarlık elde edilen bu ilişki ağı Ekrem’in sağlam ve güvenilir duruşu sayesinde elde edilmişti.    
                 Ekrem Karahan’ın dünyanın dört bir yanına dağılan dost ve arkadaşları zaman zaman memlekete gelir ve o’na misafir olurdu. Ekrem ağabey, sevgili eşi ve çocukları için evde misafir ağırlamak büyük bir zevkti. Onlara misafir olan ve gördükleri ilgi karşısında tepeden tırnağa mahcup  olmayan dost-arkadaş hemen hemen yok gibi idi . Kürt misafirperverliğinin en yalın halini insanlar ancak Ekrem Karahan’ın evinde yaşayarak görürdü. Avrupa’da yaşayanlar, sosyal ve kültürel erozyon karşısında neler kaybettiklerini en iyi Ekrem’in evinde görür ve hayıflanırdı. Ekrem’in eşi ve çocuklarıyla olan iletişimi birçok insana ve aileye örnek teşkil edecek nitelikte idi.
                   Avrupa’dan Ekrem’e gelenler memleket hallerini en iyi ancak ondan öğrenirdi. Onun meselelere olan gerçekçi bakış açısı insanlarda hayranlık uyandırıyordu. O,çok okuyan ve araştıran birisi olarak kendisini hep bilmeye ve öğrenmeye açık tutardı. Bu yüzden konumu ne olursa olsun kendileriyle sohbet ettiği insanları iyi dinler ve onları anlamaya çalışırdı. Onun kafasında anlatılanlar, söylenenler ne olursa olsun kendisini üste çıkarma ve kendini ispatlama gibi bir sıkıntısı yoktu. Ekrem’in ağzından çıkan her söz, taş ve mermer ustası Ermenilerin elinden çıkan niğit taşları gibi düzgün ve ölçülü idi. İnsanı incitecek bir yanı ve rahatsız edecek bir tarafı olmazdı. 
                  Ekrem’in sözlerinde samimiyet vardı. İncelik, nezaket, saygı ve hürmet onun kişiliğinde önemli bir yer tutardı. Sokakta birisiyle selamlaşırken kim olursa olsun, hürmetle eğilir ve bütün içtenliğiyle, en derin duygularla saygısını gösterirdi. Saygı ve hürmet kelimeleri onun kişiliğiyle bütünleşen deyimlerdi. Hal hatır sormada cins ve yaş farkı gözetmeksizin herkese “Saygı, hürmet ediyorum.” dediğinde insanlar onun yüzünde samimiyetin en arı ve en katıksız halini görürdü. Onun ömür ve konum farkı gözetmeksizin, yakınlarına hitap etmede en çok kullandığı kelimelerin başında Apo kelimesi gelirdi. Onun ağzından bu kelimeyi duyanlar kendini mazbut bir ailenin bireyi olarak görür ve bundan büyük bir mutluluk duyardı.
                 Ekrem Karahan dost ve arkadaşlarını birbiriyle tanıştırmaktan, onları birbirleriyle ilişkilendirmekten büyük haz duyardı. O dost ve arkadaş çevresini genişletmeyi, mevcut ilişkilere yeni halkalar eklemeyi  su-ekmek  kadar gerekli ve önemli  görüyordu. O bunu yaparken dostlarını ilk planda kendisini hep ikinci planda tutardı. Onun için önemli olan birbirleriyle yeni tanışan dost ve arkadaşları idi. Dolayısıyla o hiçbir zaman dostları üzerinden kendini anlatmaya çalışmazdı. O kendini basamak yaparak, dostlarını birbiriyle buluşturur ve kendilerini anlatsın diye onlara daima yol verirdi. Onunla birlikte birileri ile masaya oturduğunda,ondan kaynaklanacak ve insanı mahcup edecek pot kırmalar insanın aklından bile geçmezdi.Neyin,ne zaman ve kimlerle neyin konuşulacağını çok iyi ayarlayan Ekrem Ağabey gibi bir insanla dost ziyaretlerine gitmek insana büyük zevk verirdi.

                 Ekrem Karahan’ın bu özeliği sayesinde memlekete her gelişimde bir sürü yeni dost edinmiş ve bu bana dünyanın en büyük sevincini yaşatmıştır. Ekrem’in bu saygın çabasıyla tanıdığım ve dostluklarıyla her zaman gurur duyduğum onlarca insan Ekrem’den bana emanet kalan birer değerli bir hazine gibidirler. Bu kıymetli dostları Ekrem’e olan büyük saygı ve sevgimle her gün kutsayarak, onları kutsal bir gibi değer gibi yüreğimin en iyi yerinde severek ağırlıyorum.
                 Ekrem sayesinde her memlekete gelişimde Siverek’e biraz daha ısınıyordum. Benim için Siverek Ekrem ile anlam kazanıyordu. Ekrem Siverek’in sosyal ve kültürel yüzü idi. Onun Siverek’in her dönemine ilişkin söyleyeceği bir sürü şeyi vardı. Ona Siverek’in ayaklı kütüphanesi demek bence hiç de abartı olmazdı. Halkımıza mal olmuş bir sürü olay ve mesele, bütün ayrıntılarıyla birlikte onun kültür heybesinde dururdu. Onun dost çevrelerde yaptığı sohbetler, seslendirdiği şiir ve türküler dinleyenlerin beyinlerinde silinmeyecek izler bırakırdı. Bütün bunlar, uzun yıllar dışarıda kalan ve her geçen gün memleketten biraz daha kopan bizim gibi mağdurları yavaş yavaş kendine getirir ve onları kökleriyle yeniden barıştırırdı.  
               Ekrem Ağabeyin ölümünden önce memlekete gitmek için sabırsızlanırdım. Fırsat bulur bulmaz da hemen Siverek’e koşardım. Çünkü Ekrem Abi sayesinde adım adım uygulayacağım bir plan ve programım olurdu. Onun ölümünden sonra Siverek’e ancak bir defa gidebildim. Gidişimde kendimi çok kötü hissettim. Kör ve dipsiz bir kuyunun boşluğuna yuvarlanan bir insanın ruhîyeti halini yaşadım. Kendimi kaderine terk edilmiş öksüz bir çocuk gibi çaresiz gördüm. Yapılan sohbetlerin hiç birisi yüreğime çöreklenen hüzün bulutlarını dağıtmaya kafî gelmedi. Siverek sokaklarında tek başıma yaptığım gayesiz gezintiler Ekrem’e olan özlemimi gideremedi. Siverek’in her küçesinden başıma hüzün yağdı. Beton kaldırımlarda yürürken Siverek Kalesi’nin bütün ağırlığı sırtıma bindi ve az daha boğuluyordum. Her Siverek’e gelişimde Ekrem ile birlikte uğradığımız bütün mekânları birer birer gezdim, ne var ki hiç bir kapıdan içeri giremedim.
Ne kasaplar küçesinden haz alabildim
Ne de Şeytan küçesinden..
Ne Beytiden tat alabildim
Ve ne de Cudi Paşa’dan
Çünkü Ekrem Ağabey yoktu yanımda.            
O’nu saygı ve sevgi ile anıyorum ...     

NOT:  Yüreği bu kadar temiz kendisi bu kadar iyi olan bir insanın, bütün bu güzel meziyetler            
           karşılığında vereceği ağır bir bedeli elbette ki olacaktı.
           İnsanlık savaşında YORGUN DÜŞEN BİR YÜREK VE HALDEN ANLAMAYAN
           GAMSIZLARDAN KAYNAKLANAN BİR SÜRÜ HAYAL KIRIKLIĞI.
           Bütün bunlar onun için kaçınılmaz şeylerdi. Yoksa Ekrem Karahan’ın farklılığından nasıl söz 
           edecektik…

Kadir Büyükkaya/ Hollanda

Bu yazı 3858 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum