Osman Gülebak

Osman Gülebak


SURİYE SAVAŞI, EMPERYALİST PLANLAR VE KÜRTLERİN GELECEĞİ...

10 Ağustos 2019 - 09:08

 


Birinci Dünya Savaşından sonra İslam coğrafyasında İngilizlerden bayrağı devralan ABD, bölgede politikalarını yürütebilmek dört parçalı bırakılan Kürtlere duyduğu özel ilgi Suriye savaşıyla yeni bir boyuta taşındı.


Suriye savaşıyla Yeni Dünya Düzeni projesi kapsamında bölgeyi yeniden dizayn etme hamlesine kapı aralayan ABD, bu projenin hayata geçirilebilmesi için yüzüstü bırakılan Kürtleri hesaba katması gerektiğini çok biliyordu. Ahmedî Xanî'nin dediği gibi Kürtler her zaman bölgenin kilidi olmuşlardır.


Fakat onlar için en önemli mesele, Kürtleri ABD'ye yakınlaştırıp bölgedeki ajandasını uygulayacak aynı zamanda da Kürtleri İslamî kimlikten uzaklaştıracak seküler/laik bir yapı ile temasa geçmek. Sonra da buna uygun zemin hazırlayacak bazı olaylar meydana getirmek...


İşte tam bu noktada Suriye savaşıyla birlikte DAEŞ'in Irak'ta Yezidilerin yaşadığı Şengal'e, Suriye'de Kobani'ye saldırması, hemen ardından Türkiye'de yaşanan Kobani bahaneli 6-8 Ekim olayları, son olarak geçtiğimiz günlerde Hewlêr'de Türkiye konsolosuna yapılan suikast...


Belli aralıklarla Kürtlerin yaşadığı bölgelerde yaşanan ve Kürtlere ölüm, kaos ve gözyaşından başka hiçbir şey getirmeyen bu olaylar zinciri birbirinden bağımsız zannetmek saflık olsa gerek. Bu olayların bazılarında Kürtler üzerinde oluşturulan mağduriyetle PYD/PKK kahramanlaştırılarak temsilci konumuna getirilirken bazılarında ise bu yapıya muhalif olabilecek diğer Kürt yapıları etkisiz hale getirilmeye çalışıldı. Tıpkı Kemalizm'in sahte kahramanlıklarla Türklerin temsilcisi yapılması gibi... Aynı yöntem bugün Kürtler üzerinde de deneniyor.


Suriye'ye ilk müdahalenin başladığı günlerde Türkiye ile iyi ilişkiler geliştiren ABD, zaman içerisinde Türkiye ile ilişkilerin zikzak çizmesi nedeniyle yeni bir adım atarak daha önce gizliden desteklediği PKK'nin Suriye'deki kolu PYD ile temasa geçti. Böylece PYD/PKK ABD'nin bölgeye yönelik projelerinin odağına oturdu.


Irak'ta birçok bölgeyi ele geçirdikten sonra Bağdat'a 50 km yaklaşan IŞİD, anlaşılmayan bir şekilde yönünü stratejik ve ekonomik (petrol) açıdan hiçbir önemi olmayan Şengal'e ve ardından Kobani'ye çevirdi. Şengal saldırısı sonrası daha önceleri de Barzani ailesinin Kürtler nezdindeki itibarını hiç hazzetmeyen PKK, can simidi bulmuşcasına Barzani hükümetinin kontrolündeki Güney Kürdistan'da aktif olarak görünmeye başladı. PKK militanlarının DAEŞ'e karşı kahramanca! direndiği, Barzani hükümetine bağlı Peşmerge'nin ise Şengal'i bırakıp kaçtığı propagandası PKK'ye yakın basında günlerce yoğun olarak işlendi. PKK, DAEŞ ile mücadele adı altında Şengal'de kurduğu kurduğu YBŞ güçleri ile Barzani'nin izniyle misafir olarak geldiği Güney Kürdistan'da farklı bir pozisyona büründü.


Son günlerde PKK'li Besê Hozat'ın Şengal'in Kürdistan'ın değil Irak'ın parçası olduğunu söylemesi Ezîdîlerin yaşadıklarını kendi siyasetine basamak yapmaya çalışan PKK'nin bu sinsi planını deşifre etti. Başta Ezidiler piri olmak üzere tüm Kürtlerden tepki toplayan bu sözlerin ardından Murat Karayılan, işi toparlama mahiyetinde ama dolaylı olarak yine aynı anlama gelen bazı açıklamalarda bulundu.


PKK , Barzani için büyük bir sorun olmaya devam edecek


Yine Hewlêr'de Türkiye konsolosunun öldürülmesi olayı da Barzani'yi ve ABD'nin politikalarına uymayan bölge ülkeleriyle olan iyi ilişkilerini hedefleyen başka bir olay. Bu suikast, Barzani ile Erdoğan arasındaki son dönemlerde yeniden gelişen ilişkilere yönelik olduğu aşikar. PKK'nin olayı üstlenmemesi ayrıca bu olayın Barzani ailesine yakın birinin yaptığı propagandası üzerine Barzani hükümeti, olayı gerçekleştirenlerin PKK ile ilişkilerini anlatan itiraflarını televizyon kanalında tüm kamuoyuyla paylaştı.


Tüm bu gelişmelerden sonra anlaşıldı ki ABD, Barzani'nin bölge ülkeleriyle kurduğu ilişkiler ve ileride kontrolden çıkma ihtimaline karşı alternatif olarak PKK'nin Güney Kürdistan'a yerleşmesini istiyor. Böylece bununla Barzani'nin politikalarına ayar çekmeye çalışıyor. Özellikle Barzani hükümetinin son dönemlerde bölge ülkeleriyle geliştirdiği dostane ilişkiler ABD'yi rahatsız ettiği aşikar. Her ne kadar Eylül referandumu bu ilişkileri aksattıysa da sonradan bu sorunlar giderildi. Ayrıca Barzani ailesinin muhafazakar ve geleneksel dindarlığı da uzun vadede ABD'ye güvence vermediği gözden kaçırılmamalıdır.


Her ne kadar iyi niyetle de olsa Barzani'nin PKK'yi kendi bölgesinde barındırması hayatının en büyük hatası oldu. Bundan sonra PKK , Barzani için büyük bir sorun olmaya devam edecektir.


DAEŞ'in Kobani saldırısı muamması ve 6-8 Ekim olayları...


Şengal'in ardından DAEŞ saldırılarını yine stratejik ve enerji (petrol)bakımından hiçbir önemi olmayan Kobani'ye yoğunlaştırdı. Bu olay da hala içerisinde birçok muammayı barındırıyor. Kobani bölgesindeki yüzlerce köy, hiç direniş gösterilmeden DAEŞ'e teslim edildiği bölge halkı PYD'lilerin oluşturduğu korku atmosferiyle Türkiye sınırına yığıldı. Her türlü hava sistemini elinde bulunduran koalisyon güçleri, kilometrelerce düz arazide ilerleyen DAEŞ'e hiçbir saldırı yapmayarak Kobani merkezine girilmesi sağlandı.


Daha ilk gecede Suruç sınırından giren bazı Kobanililerin "DAEŞ'i görmedik bize kaçın' dediler. Biz de kaçtık" demesi üzerine HDP'li bir şahsın onları tehdit edercesine "Neden DAEŞ evimizi yıktı, bizi kesti' demiyorsun sen falan köyden falan adamsın ben seni orada da tanıyorum" demesi ileride vuku bulacak olayların ipucunu verir gibiydi.


Ve ardından Kobani'nin düşme ihtimali bahane edilerek HDP'nin çağrısıyla Kobani bahaneli 6-8 Ekim olayları çıkarıldı. Hedef, bölgede yaşayan PKK dışında örgütlü yapıya sahip İslami kesim kesimdi. 90'lı yıllarda Perinçekgiller tayfası tarafından kışkırtılan PKK, Derin Devlet, JİTEM gibi legal ve illegal birçok kurumun saldırılarına rağmen varlığını devam ettiren İslamî kesimin ortadan kaldırılarak meydanın PKK'ye bırakılmasıydı.


Şengal ve Kobani'ye yönlendirilen IŞİD'in saldırıları üzerinden HÜDA PAR çevresi, oluşturulan algılar sonucunda hedef tahtasına oturtuldu. 6-8 Ekim Kobani bahaneli olaylarda bölge ateşe verildi. Onlarca insan İslamî kimliğinden dolayı katledilirken bu olaylarda birçok Kobanili insanın da kullanılması ortaya konulan projeyi gözler önüne seriliyordu.


Suriye'deki Kürtlere de eninde sonunda yeni Suriye'de bir statü verilecek ama...


Suriye'de de SDG adı altında örgütlenen PYD/PKK, IŞİD'le mücadele adı altında kahramanlaştırıldığı gibi Suriye'nin Kürt bölgelerinde kurduğu kantonlarla bölgeye hakim olmasının önü açıldı. Bu kantonlarda KDP'ye yakın diğer Kürt grupları PYD/PKK tarafından baskı altına alındı. Birçoğu bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. Baskı altına alınan bu gruplar ile SDG arasında son dönemlerde ABD aracılığıyla anlaşma yapılmak isteniyor. Ama PKK'nin hem daha önce diğer Kürt gruplarla yaptığı anlaşmaları bozması hem de tekçi zihniyeti nedeniyle diğer grupları tasfiye edeceği düşünülüyor.


Her savaşın sonunda siyasi, sosyal ve ekonomik farklılıklar ortaya çıktığı gibi Suriye Savaşı ile birlikte de bölgenin dengelerinde bazı değişiklikler olacaktır. Bu saatten sonra Suriye Kürtlerinin eski durumda kalmaları mümkün görünmüyor. Nasıl ki Körfez Savaşı sonrası Irak'a müdahale sonrası ABD tarafından Barzani ailesi temsiliyetinde Irak Kürtlerine bir özerklik verildiyse muhtemelen Suriye'deki Kürtlere de eninde sonunda yeni Suriye'de bir statü verilecektir. Fakat ABD ve dış güçler her yerde olduğu gibi Kürtlerin yaşadığı bölgeyi kendileriyle işbirliğine hazır gruplara devretmek istiyor ki bununla hem İslam kimliğiyle öne çıkan Kürt halkını sekülerleştirmek hem de bölge ülkelerine Türkiye, İran, Suriye ve Irak'a (Güney Kürdistan hükümeti) karşı şantaj aracı olarak kullanmak fırsatını yakalamak istiyor.


Gelecekte Kürtlerin başını ağrıtacak en büyük imtihanı PKK olacaktır.


Birçok yazar-çizer Suriye'de Kürt bölgesinin PYD kontrolünde özerkliğe kavuşmasını Kürtler açısından bir kazanım olarak görüyor. PKK'nin kurulduğu günden bugüne gerek fikri yapısı gerek ortaya koyduğu pratiği es geçen bu yaklaşım maalesef yanılmaktadır. Nasıl ki Cumhuriyetle birlikte Kemalizm'in iktidarı, Müslüman Türk halkının kazanımı olmadıysa Kemalizm'i adım adım takip PKK'nin iktidarı da Müslüman Kürt halkının kazanımı olmayacaktır. Bu bakış milliyetçiliğin oluşturduğu sahada karşılığı olmayan tamamen duygusal bir yaklaşımdır.


Bugün Kürtlerin yaşadığı bölgelere saldıran bölge ülkeleri, saldırılarının meşruiyetini PKK'nin silahına bağlıyorlar. PKK eğer Kürt halkının menfaatini istiyorsa bu saldırıların son bulması için silahı bırakmalı, bölge üzerinde hesaplar yapan emperyalist ülkeler hareket etmek yerine diğer Kürt grupları ve bölge ülkeleriyle hareket etmelidir. Bu adım bölge ülkelerinin samimiyetinin de testi niteliğinde olacaktır. Fakat PKK'nin bunu yapması şu an mümkün görünmüyor. Görünen o ki gelecekte Kürtlerin başını ağrıtacak en büyük imtihanı PKK olacaktır.


Sonuç olarak; bölgenin yeniden şekillendiği bir dönemde dört parçada yaşayan tüm Kürt gruplar, bölgenin huzura kavuşması için kendi aralarında diyalog kanallarını oluşturarak siyasi mücadele yöntemiyle dört parçadaki Kürtlerin, tüm haklarına kavuşmasının çabası içine girmelidirler. Bunu yapmadıkları takdirde Kürt bölgelerinin ateş topuna dönmesine sebep olacakları gibi Kemalizm'in tekçi ve ceberrut politikalarının hışmına uğrayan Türklerle aynı akıbete uğrayacaklarından şüphe etmesinler.


Bölge ülkeleri de coğrafyalarının huzura kavuşmasını istiyorsa bunun Kürtlerin sorunlarının giderilmesinden geçtiğini iyi bilmelidirler. Bu yüzden yüzyıldır ortaya konulan inkarcı ve asimilasyoncu politikalara son vererek Kürtlerin başta anadilde eğitim olmak üzere tüm haklarını iade etmelidir.


 


 


 


 


 

Bu yazı 1004 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum