Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

UZAK DİYARLARI YURT EYLEDİK-12.BÖLÜM

08 Haziran 2018 - 18:53

UZAK DİYARLARI YURT EYLEDİK



12. BÖLÜM


 


Derken masaya içkiler konuldu, Mehmet ve arkadaşı arasında ceviz kabuğunu doldurmayan içi boş bir sohbet başladı. Her kelimesi pislik kokan sohbetin gidişatı odanın havasını zehirliyordu adeta. Adamın gelişi, gelir gelmez sarf ettiği anlamsız sözler bizim gibi Üzeyir Amcanın da keyfini kaçırmıştı. Bu yüzden iki kafadarın “Gel, bir iki bardak birlikte parlatalım,” teklifini, “İstemiyorum” diyerek geri çevirdi.


 


Mehmet arkadaşıyla karşılıklı içki içerken, Zübeyir Amca elinde bir Cumhuriyet gazetesi, bir şeyler okuyordu, ya da okuyormuş gibi yapıyordu! İçkiler art arda başa dikilince bizimkilerin civataları gevşedi. Ağızlarından çıkan abuk sabuk şeyleri kulakları duymaz oldu. İşin iyiye gitmediğini gören Zübeyir Amca sakin olmaları, konuşmalarına dikkat etmeleri yönünde ikazda bulunsa da bunun pek bir yararı olmadı. Mehmet ve arkadaşı huzur bozucu hareketlerini sürdürdüler. Taşıdıkları kötü niyetleri gereği şarktan, garptan getirdikleri konuları  birbirine karıştırarak midemizi bulandırmaya devam ettiler.


 


Sohbetin seyrinden neyin amaçlandığını gayet iyi anlıyordum. Ev sahibimiz evine davet ettiği arkadaşıyla birlikte bizi provokasyona getirerek önce kavgaya sebebiyet verecek, biz tepkimizi ortaya koyunca da gece vakti elimize çantamızı tutuşturarak, “haydi yallah!” deyip bizi kapı dışarı edecekti. Bütün mesele bundan ibaretti!


 


İki düzenbaz planlarını hayata geçirmek için bir süre gevezeliklerine devam ettiler. Pislik kokan sohbetlerinin bir yerinde fedailiğe gelmiş ukala şahıs, ev sahibine dönerek, “Sevgili Mehmet, biliyor musun ben İstanbul’da üniversitede okurken şu idam edilen Deniz Gezmiş var ya, işte o adamı çok yakından tanıyordum. Yani anlayacağınız benim çok iyi arkadaşımdı. Hani herkes onun devrimciliğinden filan söz eder ya, aslında  hiç de öyle biri değildi. Onun devrimcilikle yakından uzaktan ilgisi yoktu. Adamın işi gücü karı kız peşinde koşmaktı” dedi.


 


Bu çirkin konuşmayı dinlemekten rahatsız olan Zübeyir Amca başını gazeteden kaldırarak, sinirli sinirli sallamakla yetindi. Adamların provokasyon peşinde koştukları şüpheye yer bırakmayacak kadar açıktı. Hasan’la birbirimize bakıp duruyorduk. Hırsımızdan ne yapacağımızı bilmiyorduk. Tepkimizi ortaya koymak bir dert, koymamak başka bir dertti!


 


Adamlar işi biraz daha ileri götürünce sabrım kabından taştı. “Ne olursa olsun” diyerek ayağa kalktım. Bunu gören Hasan hiç durur mu?  O da hırsla peşim sıra ayaklandı. Bir iki adım ilerleyerek Deniz Gezmiş hakkında ileri geri konuşan adamın yakınına kadar gittim. Aramızda iki adım ya var ya yoktu!  Adama “Sen Deniz Gezmiş’in gerçekten de arkadaşı mıydın?” diye sordum. Ayaklarını sere serpe uzatan adam pis pis sırıtınca bütün cinler tepeme üşüştü. Az önce sorduğum soruyu sinirli bir şekilde yeniden sordum. Bunun üzerine adam gayet sakin  “Evet. Hem de çok iyi arkadaşıydım” demesin mi? Adamın pişkinliği karşısında daha fazla kendimi tutamadım. Açtım ağzımı yumdum gözümü. Ağzıma gelen en ağır küfürleri adamın yüzüne saydırdım.


 


Adam şaşkındı. Anlaşılan benden bu kadarını beklemiyordu. Şaşkınlığı geçer geçmez ayağa kalkmaya yeltendi. “Vay sen bana bunları  nasıl söylersin” diyerek başladı naralar atmaya. Adam yerden kalkmaya çalışırken arkamda duran Hasan, kaptığı plastik bir sandalyeyi olanca kuvvetiyle adamın kafasına geçirdi. Sandalye dört parçaya bölünüp her parçası bir yere savruldu. Kafasında sandalye parçalanan sahte sokak kabadayısı  gözlerinde büyük bir korku, karşısında oturan hemşerisi Mehmet’e bakıp duruyordu. Şaşkına dönen iki kafadar ne yapacaklarını bilemez halde bakışırken parmağımı gözlerine sokarcasına “Sakın yerinizden kalkmayın. Kalkarsanız çok kötü şeyler olacak, bunu iyi bilin!” dedim. İşin nereye varacağını anlayan iki kafadar sus pus oldu.


 


Kendini bir şey sanan iki hemşeri, bir süre oturdukları yerde öylece kalakaldılar. Bu arada Zübeyir Amca ayağa kalktı. Ev sahibine ve onun fedailiğine soyunan arkadaşına ağzına geleni söyledi. Ev sahibi dut yemiş bülbüle dönmüştü. “Tamam tamam, büyütmeyelim,” diyerek meseleyi geçiştirmeye çalışıyordu. Yapılan haksızlığa sinirlenen Zübeyir Amca, Deniz Gezmiş’e hakaret eden şahsı kolundan tutarak, “Bütün bu pisliklerin sebebi sensin. Şimdi def ol git evine ve bir daha da Deniz’in ismini ağzına alayım deme. Alacak olursan kafanda daha çok sandalye kırılır” dedi.  Zübeyir Amca’nın itelemesiyle yere çivilenen adam zor bela ayağa kalktı. Büyük bir moral bozukluğu içinde kapıdan çıkıp gitti.


 


Ev sahibi ortalığı yatıştırmak adına bana el uzatma cüretini gösterse de elimin tersiyle eline çarparak odama geçtim. Ertesi gün ev arama çalışmalarımızı hızlandırdık. Çok geçmeden Prinsengracht adresinde kendimize bir oda bulduk. Kavga dövüş terk etmek zorunda kaldığımız evden ayrılırken, ev sahibi kapıya çıkarak bize “Hakkınızı helal edin” dediğinde,


 


“ Bak Mehmet efendi, ilerde çocuklarımıza Üzeyir amca ile ilgili birbirinden güzel şeyler anlatacağız hep. Oturduğumuz her yerde onun ne kadar iyi olduğundan sözedeceğiz. Gönül isterdi ki aynı şeyleri senin için de söyleyebilseydik.  Ne var ki yaptığın onca çirkin hareketten sonra senin için söyleyecek bir tek güzel lafımız yok. Bu yüzden seni kötü bir insan olarak hatırlayacağız hep. Gittiğimiz her yerde senin kötülüğünü konuşacağız. Böyle olmasını sen istedin.  Bu söylediklerim kulağına küpe olsun. Pişmanlık duyup bundan sonra güzel şeyler yapmaya yönelirsen ilerde belki bir iki insanın gönlünü kazanır ve günahlarından arınırsın  “  dedim. Kırşehirli Mehmet söyleyecek bir şey bulamazken, Üzeyir Amca en babacan, en saygın  haliyle bizi kucaklayıp “Allah işinizi rast getirsin” diyerek bizi tramvay durağına doğru dostça yolcu etti.


 


Yurtdışına çıkma konusunda arkadaşım Hasan’a kefil olduğum için hiçbir zaman pişmanlık duymadım. Geldiğimiz Hollanda’da uzunca bir süre aynı evin çatısı altında beraber yaşadık. Birlikte tencere kaynattık.Aynı tabaktan yiyip aynı tastan içtik. Azlığına çokluğuna aldırmadan önümüze bıraktığımız yemeğe birlikte kaşık salladık. Elimizdeki lokmayı dostlarımızla paylaştık. Uzun lafın kısası Hasan’la  acı tatlı anılarımız, tasası, üzüntüsü bol günlerimiz oldu. Peki anlaşamadığımız, üzerinde tartıştığımız konular hiç mi olmadı? Tabii ki oldu, olması da gerekirdi  ve bu çok doğaldı. Benim için önemli  olan şey  birbirimize yaptığımız anlamlı fedakarlıklardı.


 


Hiç unutmam, bir defasında Hasan’la dil okuluna giderken bisikletten düşmüştüm. Bisikletimin tekeri tramvay rayına sıkışmış ve kendimi yerde bulmuştum. Tramvayın başımı ezmesine ramak kalmıştı. Az kalsın canımdan oluyordum. Bisikletten düştüğümde bisiklet bir tarafa ben başka bir tarafa savrulmuştum. Tramvay acı bir fren yaparak zar zor durmuştu. Çevreden yetişenler bana bir şey oldu mu diye başıma üşüştüler. Beni yerden kaldırırlarken Hasan, yavrusu yuvadan düşmüş bir ana kuş misali ne yapacağını bilemez halde, korku dolu gözlerle habire çevremde dolanıyordu. Hasan’ın o çaresiz halini hiçbir zaman unutmadım. O an  halen gözlerimin önünde. Hasan düşmemin sebebi tramvaymış gibi nerdeyse tramvaya saldıracaktı. Hatta hırs ve üzüntüsünden tramvaya bir iki tekme bile savurmuştu.


 


Bisikletten düştüğümde yaşadığım şok dışında herhangi bir acı  hissetmemiştim. Fakat eve geldiğimizde elim bilek hizasından itibaren alabildiğine şişti. O sıralar Koninginstraat adresinde bir otelde kalıyorduk. Yağmurlu bir geceydi. Bileğimin ağrısı habire artıyordu. Hasan başucumda,  bir sandalyeye oturarak eli elimde beni avutmaya çalışıyordu. Ne var ki acılarım azalacağına artıyordu. Acılarımın tavan yaptığı bir sırada Hasan halime dayanamamış, sessiz sessiz ağlamıştı. Hasan’ın ağladığını fark edince bileğimin acısını unutmuş, onun bu içtenliği karşısında duygulanmıştım.


 


Doktora görünmek için sabahı bekleyecektik. Bunun dışında yapılacak fazla bir şey yoktu. Gece vakti nöbetçi doktora nasıl gidilir, nasıl gelinir o zamanlar henüz bilmiyorduk. Ağrılarım dayanılmaz bir noktaya gelince yataktan çıkıp başladım odanın içinde deli danalar gibi dolanmaya. Hasan halime bakıp bakıp üzülüyordu. Sonra ağrılar biraz daha şiddetlenince Hasan “Bu böyle gitmez” diyerek üstüne bir şeyler alıp odadan çıktı.


 


 


Devam edecek...


 


 


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]

Bu yazı 2834 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum