UZAK DİYARLARI YURT EYLEDİK
21. BÖLÜM
Hayatımın en uzun gecesini o gece yaşadım. Şafak sökmek bilmedi sanki. Aponun uyuduğuna kanaat getirerek sessiz sedasız yatağımdan kalkıp yine sessiz adımlarla evin güneye bakan küçük balkonuna çıktım. Balkonun demir korunaklarına tutunarak gözlerimi gökyüzünün derinliklerinde sabit bir noktaya diktim. Gecenin karanlığı, yıldızların uzaklığı ve uzayın derinliği ilk kez bana çok farklı geldi ve aynı zamanda korkuttu. Ruhum kanatlanıp Diyarbakıra doğru havalandı. Gecenin sessizliğinde kendimi Diyarbakır sokaklarında buldum. Tanıdık sokakları tek tek dolandım. Kâh Necmettin abilerin Siverekteki evlerinin, kâh bizim evimizin üstünde uçurak olup bitenleri gözlerimin önünde canlandırmaya çalıştım.
Necmettin abiyle olan bütün yaşanmışlıklar gözlerimin önünde canlandı. Onunla ilk karşılaşmamız, birlikte gittiğimiz yerler, oralarda yaptığımız sohbetler, üç Aralık 1979 tarihinde, Şam havaalanından Hollandaya uçmaya hazırlandığım son saatlerde hafızama nakşettiği değerli öğütleri ve en nihayet üç hafta kadar önce Berlindeyken telefonla bana aktardığı değerli nasihatleri bir bir hafızamın perdesine düştü.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Aponun Sen daha uyuyamadın mı? demesiyle daldığım derin düşüncelerden uyandım. Anlaşılan Apo'nun da benim gibi uykusu kaçmıştı. Omzumda Aponun dost eli gecenin sessizliği içinde birlikte kaybolduk. Amsterdam, günün yorgunluğundan arınmak için sırtını gecenin karanlığına ve sessizliğine dayamış uyuyordu. Gün boyu yolcu taşımaktan yorgun düşen tramvaylar, otobüsler ve bilcümle toplu taşım araçları çekildikleri hangarlarda kendilerini dinlenmeye almışlardı.
Bar ve diskoteklerde gönlünce eğlendikten sonra evlerine dönen kızlı erkekli sarhoş gençlerin sesine kulak kabarttım. Onlar da yoktu bu gece. Her taraf ölüm sessizliğindeydi. Nefes alıp veren bütün canlılar bu gece benimle birlikte yastaydı. Herkes ve her şey dert ortağımdı. Hayatımın bu en zor, en çetin gecesinde en büyük destekçim Apoydu. Gecenin sabaha devrilmesi için onunla birlikte hatıraların gücüne sarılmıştık. Karanlık gece nöbetini günün aydınlığına devretsin diye geçen saniye ve dakikaları birlikte saydık.
Hayatımın bu en sıkıntılı, en sancılı ve en çekilmez gecesinde Apo gibi vefalı bir arkadaşımın yanı başımda olması ne büyük şanstı benim için! Apo olmasaydı, 1982nin Nisan ayında kaderin sırtıma vurduğu bu ağır yük altında iki büklüm inim inim inlerken, gecenin zorluğunu nasıl atlatırdım? Nasıl ayakta kalabilirdim, bütün benliğimi esir alan, beni çıldırtma noktasına getiren bu tarifi zor hüznün karşısında nasıl direne bilirdim ! Hüznü, kederi ve üzüntüsü bol bu karanlık gecenin her saniyesine nasıl göğüs gerer, bunca acının üstesinden nasıl gelebilirdim! Aponun o gece bana verdiği desteğin değerini kelimelerle ifade etmemin imkânı yok!
Geceyi birlikte sabahlayacağımıza, gün doğumunu beraber karşılayacağımıza kesin gözüyle bakan Apo, mutfağa geçerek ocağa çay bıraktı. Balkondaki sandalyelere karşılıklı oturarak, demli çaylarımızı yudumlarken yürüttüğümüz sohbet, hüznümüzü daha da derinleştirdi. Apoya Necmettin abiden ve onunla geçirdiğim güzel günlerden bahsettim. Apo pür dikkat dinledi beni. O sordu ben anlattım. Bazen de o anlattı ben dinledim. Sonunda geceyi yendik. Önce yıldızlar kayboldu ortalıktan birer ikişer. Sonra doğuda bir yerlerde yuvarlak bir kızıllık oluştu. Derken otobüs ve tramvay sesleri duyuldu uzaklardan. Gecenin insanlardan arındırdığı cadde ve sokaklar yeniden canlandı. Güneşin doğuşuyla karanlık gece bilinmeyen bir yerde bir süreliğine dinlenmeye çekildi.
Sonraki günler ruhumdaki artçı sarsıntılar sıklaşarak devam etti. Necmettin abinin yakalanmasını bir türlü kabullenemiyordum. Herkesin yurtdışına kaçmaya can attığı bir zaman diliminde onun ülkeye giriş yapmasına bir türlü akıl sır erdiremiyordum. Bunu nasıl yapabilirdi, hangi amaç uğruna bunu göze alabilmişti? Kendime sorduğum soruların ardı arkası kesilmiyordu. Bu soruların benzerlerini başka yakınlarım, akrabalarım ve dostlarım da kendine soruyordu. Ne var ki hiç kimse yanıt bulamıyordu. Necmettin abi için üzülenler bu muammanın içinden çıkamayınca işi Allaha havale ederek, Allah büyüktür diyorlardı. Ne var ki benim bildiğim Necmettin abi için Allahın bile yapacağı fazla bir şey kalmamıştı. Korkulan olmuş ve iş varacağı yere varmıştı.
O zor dönemde içine düştüğüm dipsiz kuyudan çıkabilmem için Aponun bana verdiği destek, gün geçtikçe artarak devam etti. Necmettin abinin yakalanmasıyla önüme koyduğum gaye ve hedeflerimin tümü yerle bir olmuştu sanki. İleride elde etmeyi düşündüğüm hiçbir başarının benim için en ufak bir anlamı kalmamıştı artık. Okulu ve ders kitaplarımı bir köşeye bırakmıştım. İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Aklım fikrim günün yirmi dört saati Necmettin abideydi.
Yaşama karşı boş vermiş halimi gören Apo, benim için fazlasıyla üzülüyordu. Artık okulu umursamamamı hiçbir şekilde kabullenemiyordu. Bir kenara bıraktığım ders kitaplarımı sık sık önüme koyup, Sen bunu yapamazsın, derslerine boş veremezsin, okul okumak Necmettin abinin senin önüne koyduğu önemli bir görevdir! Ona duyduğun saygının ve sorumluluğun bir gereği olarak okulunu ve derslerini ihmal etmemelisin diyerek beni kendime getirmeye çalıştı. Ancak mesele hafife alınacak bir mesele değildi. Necmettin abi benim için elime tutuşturulan bir pusulaydı. Onun sayesinde yönümü tayin edebiliyordum. O, günün her saatinde, hayatın her alanında sanki bir gölge gibi beni adım adım izliyordu. Aldığım kararlarda hep o vardı. Yürüdüğüm yollarda onun manevi varlığı eşlik ediyordu bana. Ve ne yazık ki o insan eli kolu zincire vurulmuş bir tutsaktı şimdi. Beslendiğim ana damar en hassas yerinden darbe almıştı. Bu benim için felaketlerin en büyüğüydü. Bu büyük felaketin şokundan kurtulmak da benim için pek kolay değildi. Bu duruma alışmam için uzunca bir zamana ihtiyacım olacaktı. Zaman her şeyin ilacıdır derler. Bunun doğru olup olmadığını bana zaman gösterecekti.
Devam edecek...
Kadir Büyükkaya / Hollanda
FACEBOOK YORUMLAR