UZAK DİYARLARI YURT EYLEDİK
23. BÖLÜM
Beklenen o gün nihayetinde geldi. Apoların havaalanına inecekleri gün önemli bir işim olduğundan Den Haag şehrine gitmem gerekiyordu. Bu yüzden çok istediğim halde Apoları karşılamaya gidemeyecektim. Oysa onları havaalanı kapısında karşılayamayı, onlarla kucaklaşıp özlem gidermeyi ne kadar çok istiyordum! Fakat yapabileceğim fazla bir şey yoktu. O gün mutlaka Den Haagda olmam gerekiyordu.
Apoların havaalanına ineceği saati günler öncesinden dakikası dakikasına aklımın bir köşesine kaydetmiştim. Bedenen Den Haagda, Karakoçanlı İsmet Yıldırım abimizin evinde olsam da aklım Amsterdam Schiphol Havaalanındaydı.
Uçağın iniş saati yaklaştıkça heyecanım artıyordu. Bilmeyenler memleketten Apo değil, uzun zamandır göremediğim, burnumda tüten annem Xezal geliyor sanırdı. İniş saati gelip çattığında benim için çok özel olan bu iki insanın yanında olamadığım için kendime çok kızgındım. Üzüntümün haddi hesabı yoktu. Durmadan saatime bakıyordum. Çevremdeki arkadaşlara, Apoların uçağı şu an inmiş olmalı dediğimde birkaçı ağızbirliği etmişçesine He he indi indi, haydi gözün aydın diyerek gülmüştü.
Aradan birkaç saat geçince Apoların eve döndüğüne kanaat getirerek evi aradım. İlkinde telefonu açan olmadı. İkincisinde Apo çıktı telefona. Aponun sesini duyunca dünya kadar sevindim. Aponun Sevgili Kadir, evde kalıp bize yemek hazırlayacağına gezmelere çıkmışsın dediğinde Vallahi çok haklısın Apo can, aynen öyle oldu, kusuruma bakmayın dedim. Kısa bir sohbetten sonra telefonu kapattım.
O gece Den Haagda kaldım. Ertesi gün işlerimi halledip trenle Amsterdama döndüm. Bir saat kadar süren yolculuk sırasında Apoyu ve eşi Şükranı düşündüm durdum. Bir iki saat sonra sabırsızlıkla beklediğim o karşılaşma anını düşündükçe içim içime sığmıyordu. Onların Sivereke gittiğinden, bizimkilerle görüştüğünden haberim vardı. Aponun Siverekten bana ulaştıracağı havadisleri, getireceği mektup, fotograf ve kasetleri çok merak ediyordum. Annem, Apoların kendilerine misafir olmalarına kim bilir ne kadar sevinip ne kadar memnun kalmıştı! O anki sevincini, mutluluğunu Apolarla gönderdiği kasetlere ve fotoğraflara kim bilir nasıl yansıtmıştı! Annemin o sevinçli halini gözlerimin önüne getirerek, mutlu oluyordum.
Aponun bana getireceği ve büyük bir merakla beklediğim haberlerden birisi de Necmettin abinin durumuyla ilgiliydi. Bu konudaki haberleri diğerlerinden çok daha fazla merak ediyordum. Bunların dışında tabii bir de Aponın değerli eşi Şükranı merak ediyordum. Nasıl birisiydi, kendisine ısınabilecek miydim, birbirimizle anlaşabilecek miydik? Bütün bu soruların yanıtını almak için bir an evvel eve ulaşmak istiyordum.
Aponun daha önce bana anlattıklarından Şükranla ilgili kafamda ortalama bir profil oluşmuştu ama yine de onu tanımıyordum. Onun şehir ortamından; temeli zayıf, içi boş, yoz kültür ortamından uzak, kendi köyünde, öz kültürel değerleriyle yetişmiş olması beni onun hakkında iyimser düşüncelere sevk ediyordu. Doğal kültür normlarıyla şekillenmiş Şükran gibi bir kadınla kaynaşmanın zor olmayacağını düşünüyordum. Yanılıp yanılmadığımı birazdan anlayacaktım. Kendilerini köyden indim şehre havasına kaptıran temeli zayıf kadınlarda sık görülen aşırı komplekslerin ne kadar tehlikeli olduğunu az çok biliyordum. Bu nedenle Şükran hakkında kesin bir yargıya varmak için daha çok erkendi. Yaşayarak tanıyacaktım onu!
Apo bir ara, Şükran Kürtçe dışında bir dil bilmiyor dediğinde sevinmiştim. Onun bu sözünü hatırlayınca Şükran sayesinde Kürtçemi ilerletebilirim düşüncesi kafamda yeniden belirdi. Böyle düşünmemin bana göre haklı nedenleri vardı. Anadilim Zazacaydı. Kürtçeyi belli bir yaştan sonra öğrenmiştim. Bu nedenle günlük yaşamda kullandığım Kürtçem pek iyi değildi. Kürtçeye hâkim olan birisi beni dinlediğinde Kürtçeyi sonradan öğrendiğimi rahatlıkla anlardı.
İşte bu konudaki eksikliğimi gidermek için Şükranı kendim için önemli bir şans olarak görüyordum. Gerçi çevremde Kürtçeye hâkim birçok yaşlı kadın vardı ve onlardan zaman zaman yararlanmaya çalışıyordum. Fakat bu kadınların çoğu köylü kökenli olsalar da daha sonra şehre göçtüklerinden Kürtçeleri önemli oranda bozulmuştu. Oysa Şükran böyle değildi. Onun doğup büyüdüğü köyde herkes sadece Kürtçe konuştuğu için Kürtçesi bozulmadan, temiz kalmıştı.
Amsterdam tren istasyonunda inip on iki numaralı tramvaya binerek evin yolunu tutum. Eve yaklaştıkça içimdeki heyecan büyüyordu. Evin az ilerisinde bulunan tramvay durağından eve kadar olan mesafe bana hiç bitmeyecekmiş gibi geldi. Evin sokak kapısına vardığımda heyecanım son kertesine ulaşmıştı. Zile bastığımda elimin titrediğini fark ettim ve bir tuhaf oldum. O sıralarda apartmanlarda, özellikle de biraz eski olan yapılarda otomatik kapı açma düzeneği yoktu. Kapıyı açmak için kapının mandalına bir ip bağlanır ve ipin iğer ucu merdiven boyunca üst katlara kadar ulaştırılırdı. Kapıyı açmak isteyenler ipi çekerek meseleyi çözerdi. Apoyla kaldığımız evde de böyle bir sistem vardı. Zile basmamın üzerinden çok geçmeden birisi yukarıdan ipe asılarak kapıyı açtı. Kapı açılır açılmaz hızlı adımlarla ve büyük bir sabırsızlıkla merdivenlere yöneldim. Yetmişe yakın basamaktan oluşan dik merdivenleri bir solukta çıktım. Merdivenlerden yukarı çıkarken, Siverekte özellikle bayram sabahlarında müezzin Hacı Bekir dayının izniyle çıktığım minarenin dik merdivenlerini hatırlayarak, çocukluğuma gittim geldim. Yukarıya ulaşmama az kalmıştı. Önümdeki virajı da geçince kapıda olacaktım. Bu köşeyi dönmek bile bana bir ömür kadar uzun geldi.
Devam edecek...
Kadir Büyükkaya / Hollanda
FACEBOOK YORUMLAR