Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

YEĞENİM İBRAHİM - 17.BÖLÜM

31 Mayıs 2016 - 21:04

YEĞENİM İBRAHİM


17.BÖLÜM



 


Değerli Yeğenim,


 


Köyümüzün doğu tarafında, sağ alt köşede duvarları kara taşlardan örülmüş bir okul binası duruyor. Köydeki evlerle farklılık gösteren bu bina çocukluğumuzda da vardı. Bu yapı o günlerden bugüne birkaç defa elden geçirilmiş olsa da şeklinde hiçbir değişiklik olmadı. Doğru mudur değil midir bilmiyorum ama babamın verdiği bilgiye göre köyümüzle özleşen bu okul binası 1955 yılında tamamlanmış.


 


1964  yılında koltuğumun altına ince bir defter ve bir kurşun kalem alarak bu okula bende bir süreliğine gidip gelmişim. Okula gittiğim o ilk günü ve o günün heyecanını bütün detaylarıyla dünmüş gibi hatırlıyorum. Annem beni özene bezene hazırlarken büyük adam olayım diye Allah’a el açıp bir sürü dua niyazda bulunmuştu.Şimdi geriye dönüp baktığımda annemin benim için ettiği duaların  hiç birisinin kabul görmediğini görüyorum.Bırakalım büyük adam olmayı küçük adam bile olamadık.


 


İbrahim Yeğenim,


 


Annen EBO benden birkaç yaş büyük olduğu için okula bir- iki yıl öncesinden başlamıştı. Yani anlayacağın benden kıdemliydi. Okula başlayacağım ilk günün sabahında beni evden o almış ve birlikte okula gitmiştik. Hazırlıklı olayım diye  yolda birkaç defa bana A B C’yi tekrarlatmış ve okulda nasıl hareket edeceğime dair bazı önemli hatırlatmalarda bulunmuştu. Okula gitmenin heyecanını ve korkusunu EBO’nın eline tutunarak yenmeye çalışmıştım.


 


Köyün okulu tek sınıflıktı. Öğretmenimizin ismi Ahmet Şahin’dı. Sınıfa kızlı erkekli her yaştan yirmiye yakın çocuk vardı. Hepsi birlikte ders görüyordu. Okula devam eden öğrencilerin çoğu bizim köydendi. Okula gelenler arasında köyün imamı Mehmet Hoca’nın kızları Emine ile Asiye, Muhtar Dayı’nın kızı Kamile, Cemil dayının kızı Muazzez de vardı. Babası muhtar olduğundan bizim Kamile ablamızın havasından geçilmiyordu. Xal Osman’ın kızı Nihal dedesi ve ninesine bakmakla yükümlü olduğundan okula düzenlı olarak gelemiyordu. Cemil dayının kızı Muazzez bazen gelir bazen gelmezdi. Abdülkerim dayının kızı Maide ve kız kardeşi Zinet okula gelir miydi gelmez miydi pek hatırlamıyorum. Xal Bekir’ın kızları Macide ve Fatime de okula gelenler arasındaydı.


 


Okula başladığım ilk gün sınıfın bir köşesine bırakılan küçük bir rafa dizilmiş çocuk kitapları ilgimi fazlasıyla çekmişti. Teneffüs sırasında herkes dışarı çıkarken ben bu rafa yönelerek yan yana duran kitapları elime alarak onları özenle karıştırırdım. Kitap sayfalarına konulan resim ve fotoğrafların birçoğunu hayatımda ilk kez görüyordum. Mesela kitabın birisinde bir elma ağacı görmüştüm. Ağaçın dallarında bol miktarda kırmızı elmalar vardı. Güzel yüzlü bir çocuk ağaca merdiven dayamış elma topluyordu. Elmaların rengi ve çocuğun üstündeki giysiler o ana kadar görmediğim şeylerdendi. Başka kitaplarda başka çizimler ve fotoğraflar da vardı. Tümü bana çok yabancıydı. Hayvanlara benzettiğim bazı fotoğrafları ilk kez görüyordum. Kocaman sularda yüzen kocaman evler vardı. Bunların denizlerde yüzen gemiler olduklarını çok sonradan öğrenecektim. Çünkü hayatımda gördüğüm en büyük su bizim köyün yakınında bulunan ÇAT Gölü’ydü. O da yaza varmadan tamamaen kuruyordu.


 


Değerli Yeğenim,


 


Bizim köyün okulana devam eden çocukların bazıları çevre köylerden geliyordu. Şilan,Kela, Mirhas ve Hanxıraba Köyü’nden köyünden gelenler vardı. Kela’dan gelenlerin soyadları  Karakaya idi. İsimlerini hatırladıklarım arasında Özeyranlı Kirve Cemal ve kardeşi Şeyhmus, bir de Kirve Müslüm’ün çocukları Hakkı ve Şeyhmus vardı. Şilan’dan gelenlerin  soyadları Yüksekkaya idi. Mirhas’tan  Mücahit  Uçar ve Ebubekir Çınar vardı. Herkes onları akraba sanırdı ama değilerdı.Sadece aynı köyden geliyorlardı. Ebubekir Çınar’ın mensubu olduğu aile 1949 yılında Gürüz köyünden göç edip Mirhas’a yerleşmişler. Ebubekir daha sonra İmam Hatip Okulu’na devam ederek dedesi Molla Abdullah  gibi din hocası olmuştu.Ebubekir bir dönem Danimarka’da ve bir dönem de kaldığım Hollanda’da birkaç yıllığına camilerde imamlık yaptı. Kendisiyle o dönemden kalma birkaç ilginç anım var. Ebubekir Mirhas’tan Kirvemiz Seydo’é  Mılla ’nın oğludur.


 


Mücahit Uçar ise Mirhas’tan Cuma’é İban’nın oğludur.Dedesinin ismi Osman’dı.Okula devam edip Polis oldu ve daha sonra da bu meslekten emekliye ayrıldı.


 


Xanxıraba Köyü’nden İzzet ve Şeyhmehmet Ortakaya birlikte okula gidip geliyorlardı. Bizim Koçali’yé Hüsko’nın oğlu olan Şeyhmehmet’ın okul ile arası pek iyi değildi. Bu yüzden okula gelmez zamanını dağ bayır dolaşarak geçirir ve sonra da büyüklerine ” okula gittim “ derdi. Akrabamız Abdullah’é Lobıt’ın oğlu olan İzzet Ortakaya bir ayağından sorunluydu. Sanırım çocukluğunda  ayağına yapılan yanlış bir iğne sonucu sakat kalmıştı. Bu yüzden okula genellikle eşek sırtında gelir giderdi. Son derece saygılı ve efendi birisiydi. Daha sonra okula devam ederek uzun yıllar Siverek Süt Fabrikası’nda memur olarak çalıştı  ve hizmet sonrası oradan emekli oldu.


 


İsimlerini saydığım bu öğrencilerin geldikleri köylerin bizim köye olan uzaklığı en azından yedi sekiz km idi. Hatta Mirhas’ın bize uzaklığı biraz daha fazlaydı. Ordan okula gelen çocuklar derse yetişmek için yaz-kış, kar yağmur demeden her gün sabahın köründe yola çıkmak zorundaydılar. Okulun bizim köyde olması bizim  için büyük bir şanstı.


Öğle paydosunda bizler yemek için evlerimizin yolunu tutarken dışardan gelen çocuklar bir köşeye çekilerek yemek çıkınlarını önlerine alarak karınlarını doyurmaya çalışırlardı.


 


Dediğim gibi okulun tek öğretmeni Ahmet Şahin’di. Babam kendisiyle önceden konuşmuş olacak ki okula başladığım ilk gün sınıfa girer girmez benimle ilgilendi ve bana ne anlama geldiğini bilmediğim bazı sorular sordu. Tek kelime Türkçe bilmediğimden sorduğu sorulara ne yazık ki hiçbir cevap verememiştim.


Sorduğu soruların bir tekini bile anlamamıştım. Öğretmenin ağzından çıkanlar bana yabancı şeylerdı. Bu nedenle sıkıntıya düşmüştüm. O sıkıntılı anımda her nedense gözlerim koruyucu meleğim annen EBO’yi aramıştı. Ebo öğretmenin sorduğu sorulara cevap veremediğimi görünce bana bakıp çok üzülmüştü. İşte o an öğretmene cevap olsun diye EBO’nın yolda bana ezberletmeye çalıştığı A B C’yi tekrarlamak gelmişti içimden. Ne var ki buna da cesaret edememiş ve söylemekten vazgeçmiştim.


 


Değerli Yeğenim;


 


Sonraki günlerde sınıf öğretmenimiz bana  alfabeyi söktürmek için epeyce çaba sarf etmişti. Ne var ki bu iş onun için o kadar kolay olmadı. Fukara öğretmen bana alfabeyi söktürene kadar akla karayı seçti.  Onun bütün iyi niyetli çabalarına rağmen ben M ile B’yi bir türlü birbirinden ayırt edemiyordum. İstemediğim halde bu iki harfi hep birbirine karıştırıyordum. Bu yüzden de haklı haksız Ahmet öğretmenden çok azar işittim. Kafama yerleşsin diye onun başvurmadığı yol ve yöntem kalmamıştı. M harfinin tarifini yapmak için yapmadığı taklit, girmediği kılıf –kalıp kalmamıştı. M ile B arasındaki farkı göstermek için bazen kuzu, koyun gibi uzun uzun melerdi. Amacı kelimenin başındaki M harfine dikkatimi çekmekti. “Meee” diyerek M harfine vurgu yapmak istiyordu. B’nin M ile olan farkını ortaya koymak için ise en çok müracaat ettiği kelime BAK’tı. O bu kelimeyi kullandıkça ben bunu BEQ olarak anlardım. BEQ Zazacada kurbağa anlamına geliyordu. BAK sözcüğünü kullanarak bana neler anlatmak istediğini, nereye varmak istediğini bir türlü anlayamazdım. Öğretmen durmadan, usanmadan bana “ meeee “der  “BAAAK “derdi ve ben onun gözlerinin içine bel bel bakarak söylenenlerden hiçbir şey anlamaz ve bu iki harfı birbiriyle karıştırmaya hep devam ederdim.


 


Bazen öğretmen benden umudunu yitirir ve beni çalıştırsınlar diye beşinci sınıf öğrencilerden birisine teslim ederdi. Öğretmen tarafından görevlendirilen öğrenci havalara girer ve aklıma yatsın diye durmadan bana “Meee Meeee “ diye M harfini tarif etmeye çalışırdı. Kendini öğretmen havasında gören öğrenci B’yi anlatmak için durmadan bana BAK kelimesini tekrarlatırdı. O bunu yaptıkça ben BAK sözcüğü üzerinden BEQ ile yani kurbağa ile ilişkilendirilir ve köyümüzün yakınında bulunan ÇAT Gölü’nde taştan taşa atlayan kocaman kurbağaları düşünürdüm. Öğretmen ve onun görevlendirdiği bütün öğrenciler el birliği yaptıkları halde kafama M ile B arasındaki farkı bir türlü yerleştiremiyorlardı. Bütün çabalarına ve gayretlerine rağmen anlatmaya çalıştıkları şeyler bir kulağımdan girer diğer kulağımdan çıkardı. Onlara bir kastım varmış gibi bu iki harfi ve bu iki harften türeyen kelimeleri birbiriyle karıştırmaya hep devam ederdim.


 


Aramızda kalsın bu iki harf yüzünden halen ara sıra başım belaya giriyor. Çok dikkat ettiğim halde bu iki harften kaynaklanan yanlışlıklar yapmaktan kendimi bir türlü kurtaramıyorum. Bu yaşıma gelmişim şiir ve yazılar yazarken M ve B yüzünden  sık sık yanlışlıklar yapıyorum. Nedenini ve sebeplerini çokça izah ettiğim halde kimi zaman bazı dostlarım bu yüzden bana hep takılırlar.


 


Devam edecek...


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


 


[email protected]


 


 


 


 

Bu yazı 2409 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum