Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

YEĞENİM İBRAHİM - 21.BÖLÜM

26 Haziran 2016 - 17:02

YEĞENİM İBRAHİM


21.BÖLÜM


 


Değerli yeğenim,


 


Ayran yayma işini bitiren kadınlar ortalığı şöyle böyle toparlayıp hemen başka bir işe, genellikle tezek karma işine el atardı. Gece evlerin avlusunda kalan ve sabahın erken saatlerinde köy dışına çıkarılan büyük baş hayvanlardan geriye pislikleri kalırdı. Kadınlar bu pisliği elleriyle tenekelere doldurarak onu bir yerde toplardı. Toplanan pislik  ot ve samanla karılarak tezek haline getirilir ve kurumaya bırakılırdı. Güneş altında kuruyan bu tezekler üst üste konulur ve zamanı gelince de ahır ve samanlıklara taşınırdı. Bizim köyde orman olmadığından büyüklerimiz odun nedir bilmezlerdi. Bu yüzden hayvanlarımızın pisliği oldukça değerliydi.Tezekler kış aylarında sobalarda yakılır ve ısınma sorunu bu şekilde halledilirdi.


 


Kadınlar kuşluk vaktine yakın bu tezek karma işini tamamlardı. Yataklarından kalkan tembel ve uykucu çocuklar sağda solda ağlaşarak annelerine sokulurlardı. Çocukların uyandığını ve mızmızlandığını gören  anneleri onların acıktığını hatırlar ve aceleyle önlerine bir şeyler bırakarak doymalarını sağlardı.


 


Yorgun analar çocukları doyurup sofrayı yerden kaldırmaya zaman bulmadan Hoca’nın evinin oradan hayvanların bağırtıları duyulurdu. Akşam saatlerinde otlatmaya götürülen, geceyi dışarda geçiren ve kuşluk vakti sağılmak üzere  getirilen büyükbaş hayvan sürüsü köyün içine girdiğinde büyük bir hareketlilik yaşanırdı. Köy meydanında toplanan hayvanlardan bazıları doğruca sahiplerinin kapısına giderken bazıları bunu akıl  edemez ve köyün ortasındaki  gübre yığınının çevresinde bulunan düzlükte durarak tembel tembel geviş getirirdi. Bu tembelleri eve getirmek biz çocuklara düşerdi. Elimizde ince bir çubukla önümüze kattığımız hayvanları  evlerimizin avlusuna soktuğumuzda büyük bir iş yapmanın gururuyla kendi kendimizle övünür ve büyüklerimizden aferin beklerdik.


 


Köyde hemen hemen bütün akrabalarımızın bol sayıda büyükbaş hayvanı vardı. Mesela bizim otuz-kırk tane ineğimiz, bir o kadar buzağımız ve iki yaşına gelmiş çok sayıda tosunumuz vardı. Atlarımızı, taylarımızı ve eşeklerimizi işin içine katarsak kapımızdaki  hayvan sayısı yüzü bulurdu. Bu durum köyde oturan diğer akrabalarımız için de söz konusuydu. Hemen hemen herkesin kapısında aynı sayıda hayvanı vardı. Köyün  tüm hayvanları bir araya geldiğinde kocaman  bir sürü oluşuyordu.


 


Köylüye ait bu hayvanlar -kış aylarının soğuk ve yağışlı günleri hariç- gündüzleri olduğu gibi geceleri de dışarda köyün dışında otlatılırdı. Bu işi yürütmek için köyde oturan akrabalar kendi aralarında nöbet konusunda anlaşmışlardı. Bu anlaşma gereği köylüler kendi aralarında bir nöbet sistemi kurmuşlardı. Buna göre her gün biri hayvanlardan sorumlu olacaktı. Kim ne zaman nöbetçi olacak bütün bunlar bir takvime bağlanmıştı.  Bu takvim aksatılmadan harfi harfine uygulanıyordu. Diyelim ki nöbet günü olduğu halde birinin çok önemli bir işi çıktı ve nöbetini yerine getiremedi. Bu durumda bir başkası onun yerine nöbete gider diğeri de uygun bir zamanda onun yerine nöbet tutardı. Yani senet ve sepete dayanmayan sözlü bir anlaşmayla bu iş tıkır tıkır yürüyordu.


 


Akşam inekler sağıldıktan sonra nöbetçi onları önüne katarak köyün dışına doğru sürerdi. Hayvanları köyün hangi bölgesinde otlatacağı meselesi nöbetçinin inisiyatifine bırakılmıştı. O geceyi nerde geçireceğini, hayvanları nerde otlatacağına  karar verir ve ona göre kendisine bir yön tayin ederdi.


 


Geceyi dışarda geçiren, kendisine emanet edilen hayvanları kurda kuşa ve hırsıza, hayduda kaptırmamakla yükümlü olan nöbetçi bütün gece boyu pür dikkat ayakta olmak zorundaydı. Öyle bir köşeye çekilerek uyumak olmazdı. En ufak bir dikkatsizlik istenilmeyen büyük zararlara yol açabilirdi.


 


Uykusuz geçen bir geceden sonra sabaha ulaşılır ve nöbetçi hayvan sürüsünü kuşluk vakti köye sürerdi. Hayvanların köye girişi kendi başına büyük bir şamataydı. Cami hocası Molla Mehmet’in evinin oradan köye giriş yapan hayvanlar tozu dumana katarak büyük bir gürültüyle ait oldukları evlere doğru yürürlerdi. Memeleri sütle dolan inekler yavrularına kavuşmak için can atardı. Gideceği adrese doğru ilerleyen inekler sabırsızlanır ve durmadan uzun uzun böğürürlerdi.


 


Bazen yanlarında yürüyen alımlı ineklere hava atmak isteyen güçlü tosunlar birbiriyle inatlaşır ve köyün orta yerinde kafa kafaya kavgaya tutuşurdu. Birbirine kin güden tosunlar birbirine üstünlük sağlamak ve güçlerini ispatlamak için habire dövüşürlerdi. Öyle ki uğruna kavgaya tutuştukları inekler sağılmak üzere sahiplerinin evine vardıkları halde onlar birbirini yorana kadar kavgaya devam ederdi. Sahipleri araya girmese bu kavga belki gün boyu sürebilirdi.


 


Atlar ve taylar gereği olmadığı halde köyün ortasından dörtnala koşarak birbiriyle kıyasıya yarışırdı. At kişnemeleri köyün karşısındaki yamaçlarda yankılanır dururdu. Atların kişnemelerini kıskanan köyün eşekleri  “bu dünyada biz de varız “ dercesine başlardı uzun uzun anırmaya. Her kuş kendi  sürüsüyle uçar misali eşekler kendi ırkdaşlarıyla  grup halinde köye girerdi. Yanında birkaç aylık sıpalarıyla fiyaka satan eşekler köyün ortasında tepinip dururlardı.


 


Köye gelişleriyle ortalığı velveleye veren hayvanların çoğu çok geçmeden sahiplerinin avlusundan içeriye girerdi. Kadınlar ineklerini sağmak için tetikte beklerdi. Avluya girer girmez  hemen işe başlarlardı. Ellerinde bakraçlar ineklerin önünde diz çöken kadınlar usta hareketlerle ineklerin memelerinde biriken sütü  kaşla göz arasında kalaylı bakır bakraçlara hemen indirirlerdi. Yarım saat içinde ineklerin sağılma işi tamamlanırdı. Yan yana dizilen bakır bakraçlardaki sütün üstünde bembeyaz köpükler oluşurdu. Bu köpükleri parmaklamak bana büyük bir zevk verirdi. Sağılan sütün herhangi bir kazaya uğramaması için kadınlar azami dikkat ve çaba gösterirlerdi.


 


Devam edecek…


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]


 


 

Bu yazı 1236 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum