Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

YEĞENİM İBRAHİM - 22.BÖLÜM

02 Temmuz 2016 - 07:21

 


 


 


 


YEĞENİM İBRAHİM


22. BÖLÜM


 


Değerli Yeğenim,


 


 


Süt sağma işi tamamlandığında kadınlar ellerinde süt bakraçları köyde herhangi bir eve doğru yola çıkardı. Birçok konuda olduğu gibi sütün değerlendirilmesi meselesinde de köylüler kendi aralarında makul bir anlaşmaya varmışlardı. Bu anlaşma gereği köylüler elde ettikleri sütü birkaç gün üst üste bir eve borç olarak verirlerdi. Üç gün boyunca belirli evlerden süt alan kişi elde ettiği sütü mayalayarak bol miktarda peynir elde eder ve onu şehre götürülüp paraya çevirirdi. Sonraki günlerde borçlu olan şahıs birkaç gün üst üste sütünü alacaklıya vererek bu borçtan kurtulurdu. Bu çok mantıklı ve klasik anlaşma sayesinde insanların hem işleri kolaylaşıyordu ve hem de ellerine bir defada hatırı sayılır miktarda bir para geçmiş oluyordu.


 


Fakat bu anlaşmaya gelmeyen kendi kendine yeten köylüler de vardı. Bunlar ne kimseye süt verir  ne de alırlardı. Elindeki sütü değerlendirmekle yetinirlerdi. Bu yüzden sık sık peynir yapak zorunda kalır ve sık sık şehre gidip gelirlerdi. Kolektif çalışmaya gelmeyen bu insanlar böyle yapmakla işlerini epeyce zorlaştırırlardı. Ama gel gör ki onlar bir başına hareket etmekle akıllı davrandıklarını düşünüyorlardı.


 


Değerli Yeğenim,


 


Konumuzda  dönersek:


 


Diyelim ki süt alma sırası bizim evdedir. Rahmetli annem dedemden kalma evimizin geniş ayvanına Siverek Bakırcılar Çarşısı’nda Ermeni ustaların alın teriyle dövülen, onların hünerli ellerinden çıkan bakırdan yapılma büyük kazanımızı yerleştirirdi. Kendileriyle anlaşmamız olan akraba kadınlar sağma işini tamamlayınca ellerinde süt bakraçları bizim evin yolunu tutardı. Önce evimize yakın oturanlar damlardı evimizin kapısından içeriye. Bu genellikle Yengem Güliş yani anneannen olurdu. Ellerinde süt bakraçları evimize gelen Güliş yengemin esmer yüzünde her zaman birkaç damla ter olurdu. Yorgunluğu yüzünden okunan yengem içeri girer girmez  “Berket bo’’ (bereketli olsun) diyerek elinde tuttuğu süt bakraçlarını yerde duran büyük kazanın yanı başında yere bırakırdı. Annem  ‘’Allah razi bo “diyerek  yengeme tatlı tatlı gülümserdi.


 


Annem, yengemin az önce yere bıraktığı iki bakraç dolusu sütü onun yardımıyla parzından ( bir çeşit tülbent )  geçirerek kazana dökerdi. Yerdeki kazan o kadar büyüktü ki bırakılan süt kazanın dibinde adeta kaybolurdu. Annem ve Güliş yengem ayaküstü  bir şeyler konuşurken bu kez Sultan yenge yani babaannen (Xala Sıltan) kapıda görünürdü. Annem ve yengemin birbiriyle neşeli neşeli konuştuğunu gören Xala Sıltan evimizin kapısına birkaç metre kala yüksek bir sesle:


 


“De haydi haydi işinize gücünüze bakın bunca iş güç arasında nasıl zaman bulup böyle konuşabiliyorsunuz? ’’diye onlara takılırdı.


 


Kız kardeşi Sıltan’ın geldiğini gören  Güliş yengem:   “Vallahi ne yapalım dünyanın işi gücü bitmiyor. Kaldı ki geç gelen sensin yarım saattir burada seni bekliyoruz” diyerek ona cevap yetiştirirdi.


 


Ayvan kapısından içeri giren Xala Siltan elindeki süt bakraçlarını yere bırakır bırakmaz başlardı dert yanmaya: “Lé ben ne yapayım, Allah belasını vermeye bir ineğimiz gelmemişti. Paşa gidip, ta mezarlığın oradan bir yerlerde bulup getirdi. Böyle  olunca da ister istemez geciktim” derdi. Annem Xal Sultan’ın yere bıraktığı bakraçları alır ve sütü kazana boşaltırdı.


 


Onlar sohbeti koyulaştırırken bu arada uzaktan Xalciniya RIH’ın (Rahime yenge) sesi duyulurdu. Xalciniya RIH’ın yüzü hep gülerdi. Yalnız başına yolda yürürken bile yüzünden gülümseme eksik olmazdı. Zorunlu haller dışında  yüzündeki tebessüm hiç eksik olmazdı. En sıkıntılı anlarda bile ekseriyet gülerdi ve bu ona çok yakışırdı.


 


Ağır adımlarla ve yalpalaya yalpalaya yol alan Xalcıniya Rıh sonunda evimizin kapısına varırdı. Kapıdan içeri girer girmez önce ayvanın ortasında ayakta duran annem, Niyaj Güliş ve Xal Sıltan’ın yüzüne dik dik bakarak:


 


‘’Berket bo berket bo’’derdi.


 


Annem ve yanındakiler bir ağızdan:


 


“Berxudari bı berxudari bı” diye yanıt verirlerdi.


 


Daha sonra annem getirdiği sütü onun elinden alarak dev kazana boşaltırdı.  Annem bu işi yaparken Xalcıniya RIH yanı başında duranlarla sohbete koyulurdu. Xalcıniya Rıh her nedense eşi Muhtar dayıdan pek memnun değildi ve ondan yana hep dert yanardı. Fakat bu dert yanma konusu hiçbir zaman basit dedikoduya indirgenmezdi. Xalcıniya RIH Muhtar dayıdan söz ederken her nedense ona hep  ‘’O Qerfiyaye’’ derdı. “ Qerfiyaye “  Zazacada bir bedduaydı. Kadınlar bu bedduayı daha çok uslu durmayan çocuklar için sarf ederdi. Çocuklar yaramazlık yapıp söz dinlemediğinde anneler onlara “hey tı bıqerfiyé ya da  “ hey tı bıqermıçiyé “ derdi. Bunun Türkçedeki anlamı “hey sen büyümeyesen “ di.


 


Rahime yenge bu sözü çocuklardan ziyade eşi Muhtar dayımız için sarf ederdi. Birisi ona “Eh ne var ne yok “ diye sorduğunda o cevap olarak “Eh ne olsun o qerfiyaye akşamdan sabaha kadar atlar, eşekler ve inekler nerde kaldı diyerek hepimize uykuyu zehir ediyor’’ derdi.


 


 


Devam edecek…


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


 


[email protected]


 


 


 


 

Bu yazı 1147 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum