SEYAHATÇILARIN GÖZÜNDE SİVEREK

SEYAHATÇILARIN GÖZÜNDE SİVEREK

SEYAHATÇILARIN GÖZÜNDE SİVEREK
19 Ağustos 2015 - 11:57

Nasır-ı Hüsrev

İran edebiyatının XI. yüzyılda yetiştirmiş olduğu en yüksek şahsiyetlerden biri olan Nasır-ı Hüsrev, birçok şehir ve ülke gezmiş, görüp yaşadıklarını Sefername adlı kitabında toplamıştır. 1003 yılında doğmuş olduğuna ve 43 yaşında seyahate çıktığına göre Nasır-ı Hüsrev büyük ihtimalle 1046 yılından sonraki bir tarihte Urfa’ya gelmiştir.[3] Seyahat ettiği dönemde gördüğü şehirleri ve şahsiyetleri anlattığı eserinde Halep’e giderken Harran’a uğradığını söyler. Nasır-ı Hüsrev Urfa’nın bir köyünde karşılaştığı cahil bir bedeviye Nas süresini ezberletememesini mizahi olarak anlatır. Nasır-ı Hüsrev’in kara taşlı köy yollarını takip ederek gittiği güzergâh büyük ihtimalle Siverek-Viranşehir güzergâhından Harran’a giden yoldur. Bugün bile buraların siyah taşlardan geçilmediğini biliyoruz.

Fransız Oliver:

Birecik, Urfa, Harran ve Siverek üzerinden Diyarbakır’a geçen Fransız seyyah Olivier, Türkiye Seyahatnamesi’nde sallarla Fırat’ı geçişi ve Birecik’in o günkü halini tasvir eder. Fırat’ın Birecik’ten görünüşünü, sularının miktarı ve akış hızını Fransa’daki Ren Nehri’ne benzetir. 1790’lı yıllarda Urfa’ya gelen bu seyyah, Türklerin Birecik, eskilerin ise Birt diye tanımladıkları Birecik’i küçük bir kent olarak anlatır. Birecik’e girişlerinde kılık kıyafetlerinin, eşyalarının ve özellikle silahlarının halk tarafından merak ve ilgiyle karşılandığını anlatır. Halkın silaha olan düşkünlüğünü ise şöyle tanımlar: “Özellikle benim iki namlulu bir tüfeğim gümrük yetkililerinin fazlaca hayranlığını çekti. Tüfeğimi ellerinden kurtarabilmek için epey uğraştım. Kervanbaşının tavsiyesi üzerine iki atımlık tabancalarımızı saklamıştık.”[9] Bir gün sonra Urfa’ya varır, şehrin adları üzerinde durur ve “Kent olarak çok geniş bir alana yayılır. Nüfusu otuz kırk binden fazladır. İki tepenin yamaçlarında inşa edilmiştir. Etrafı halen bakımsız sular ile çevrilmiştir. İki tepenin arasındaki vadiden suları çok bol olan bir dere akar” diye yazar.

Alman Carsten Niebuhr:

1766 yılında Halep’e Siverek üzerinden giderken yol üzerinde bulunan Urfa’ya da uğrayan Niebuhr, Danimarka uyruklu bir Almandır. Niebuhr, Urfa’nın şehir planını çizmiş, Siverek’in bir vadi içinde bulunduğunu söyleyip, boylam ve enlemini verdikten sonra 2.000 ev ve bunların 150’sinde Ermenilerin oturduğunu yazmıştır. Niebuhr, Urfa’daki azınlıkları anlatırken sanki şehrin hâkimleri onlarmış, Araplar Kürtler ve Türkler işgalciymiş gibi bir ifade kullanıyor. Yakubilerin dışında Romalı misyonerlerin sık sık denemelerine, tüm uğraşlarına rağmen burada henüz bir temel oluşturamadıklarını söyleyen Niebuhr, gezdiği diğer şehirlerde olduğu gibi Urfa’da da hep azınlıklara başvurmuştur.

İngiliz misyoner H. G. Badger:

Badger bir takım bilgileri verdikten sonra Urfa’nın Keldaniler’in Ur’u olduğunu söyler ve İbrahim Peygamber’in büyük ihtimalle burada yaşadığının altını çizer. Sonra Suruç’ta 200 köyünün Yezidi olduğunu ve Urfa Siverek arasında bu inanca mensup olanların bulunduğunu, yine Sabiilik’in var olduğunu, Gibbon’un Harran’daki ay tapınağından bahsettiğini ve bütün bunların İncil’de anlatılan Keldani diyarında olduğunu söyler. Badger’in seyahati sırasında Suruç’taki 200 Yezidi köy bugün tamamen Müslüman olmuşlardır. Ama Viranşehir ilçesinde on, on beş köyde Yezidilik halen varlığını sürdürmektedir.[16]

İngiliz Denizci Verney Lovett Cameron:

Diyarbakır’dan Siverek’e oradan da Urfa’ya gelişi oldukça maceralı geçen Cameron, bu yolculuğu sırasında, gördüğü yerleri tasvir etmekten daha çok, başından geçen olayları anlatır. Belki o dönemin zor şartları belki de Cameron’un maceracı ruhu yaşadığı olayları abartmasına imkân vermiştir. Onun Urfa- Siverek yolu üzerinde gerek karşılaştığı baskın gerekse İskender Bey ile birlikte iken tanık olduğu ceylan avı, Urfa’nın o dönemini tanımamızda önemli ipuçları vermektedir. Seyahatini belli başlıklar altında anlatan Cameron, Osmanoğlu bölümünde şehrin tarihine değinerek geçer.

İngiliz Ely Bannister Soane:

Urfa çarşılarını dolaşır, ‘Urfa’da başka yerde benzerinin olmadığını düşündüğü Kürt sigarasıyla tanıştığını söyledikten sonra bu sigaranın özelliğini anlatır, diğer şehirlerdeki çeşitlerle karşılaştırır ve bulabildiği kadar Urfa sigarası aldığını belirtir. Siverek’i ortalama bir kent olarak gösterdikten sonra derme çatma evleri ve pisliğiyle, siyah taşı ve fahiş fiyata bir gece konakladığı hanla olumsuzlaştırır. Yalnızca, gittiği bir bakkaldan, karşılaştığı bir imam ve Ermenilerden bahseder. Ertesi sabahta Siverek’ten ayrılır. Soane’ye Siverek tekin gelmemiştir ve büyük ihtimalle şehirde dolaşmaya korkmuş olmalıdır. Gittiği bütün yerlerde insanların ırk ve dillerine olumsuz bir bakış açısıyla yaklaşan Soane, Siverek’in kara taşından, Ermenilerle tartışmalarından bahseder fakat buradaki Zazalardan bahsetmez. Bu, onun burada fazla kalmadığını ve han civarından fazla uzağa gitmediğini gösterir. İşin ilginci bu Kürtçe konuşan Müslüman kılıklı Hristiyan seyyaha, imam; imanın şartlarını sorduktan sonra ancak yardım eder.

Gezgin Bir Şövalye Refael de Nogales Mendez:,

Urfa’ya vardığında dizanteriye yakalandığını söyleyen Nogales, Siverek’i tasvir ettikten sonra Karakeçililerin bulunduğu mevkide konaklamıştır. Karakeçililer Türkmen aşireti olup, Osmanlılar döneminde buralara iskân edilmişlerdir. Osmanlı döneminde şehir merkezine yerleştirilen Kürtler Türkleşmiş, kırsala yani köylere iskân edilen Türkler de Kürtleşmişlerdir. Urfa bölgesinde bugün Kürtçe konuşan birçok Türkmen aşiretleri vardır. Nogales, haziran ayının son günlerinde geldiği Urfa’yı (1915) gördüklerinden daha çok tarihi bilgiler ve efsanelerle anlatır.“Güney Toros Dağlarının dorukları ve Yukarı Mezopotamya’nın killi çölleri arasında Urfa, bir vahadır.”[24] diye yazar.

Ünlü gezgin Evliya Çelebi

17. yüzyılda kaleme aldığı Seyahatname’sinde Siverek’e gelişini şöyle anlatmaktadır.

“..Sonra Culab’dan (Hilvan yakınlarındaki bir yerleşim yeri) kalkıp kuzey tarafına giderek Siverek Kalesi’ne geldik.Burası sancak beyi merkezidir.Beyinin padişah tarafından hassı 213.043 akçedir.123 tımarı ve 4 kılıç zeameti vardır.Alay beyi ve çeribaşısı vardır.Cebelileri ve beyinin askerleri ile 1200 silahlı askeri vardır.Yüz elli akçelik kazadır.Kethüda Yeri, Yeniçeri Serdarı, Muhtesibi, Diyarbakır Voyvodası Emini, Müfettişi, ham ve hamamları, mektepleri, güzel çarşısı ve pazarı vardır.Buradan da hareketle Değirmen Boğazı menziline geldik”

Buradan Diyarbakır’a geçen Evliya Çelebi dönüşünü şu şekilde tamamlamıştır. “Buradan yine Siverek’e oradan Ali Pınar’a gitmeyip, Siverek’ten batı tarafına geçerek Karakayık Kasabası menziline geldik.Buradan gemi ile Fırat’ı geçip Gerger’e geldik.”




Kaynak:

Tam Metin Seyahatname (Mehmet Zillioğlu)

İsmet Şerif Vanlı (Batılı Eski Seyyahların Gözüyle Kürtler ve Kürdistan)

Mehmet Kurtoğlu (Şehre Dışardan Bakmak)


Bu haber 5831 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
Eski başkan Çakmak'tan borç açıklaması
Eski başkan Çakmak'tan borç açıklaması
Dusak, Siverek'teki kazalarla ilgili Karayolları Genel Müdürü ile görüştü
Dusak, Siverek'teki kazalarla ilgili Karayolları Genel Müdürü ile...