Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

AMCAM MUSTAFA-10

10 Mayıs 2013 - 20:31

AMCAM MUSTAFA 10.BÖLÜM



100 YILLIK TARİH…



Mustafa Amcam daha onbeş yaşlarında iken keman çalmaya merak salmış.


Dayısı ,Paşa-ı  Mılla Eli’nin öldürülmesinden sonra 1935 yılında köye jandarma karakolu gelmiş. Karakola atanan romantik bir çavuş sevdiklerinden uzak düşmenin efkârını keman çalmakla dağıtmaya çalışıyormuş. Çavuş karakol binası olarak kullanılan ve içinde on jandarmanın barındığı ahırdan bozulma yapının karşısında bulunan ve köyün en yaşlı ağacı olan dut ağacına sırtını dayayarak kemanının tellerine dertli dertli dokunduğunda Amcam Mustafa bir köşeye siner ve çavuşu büyük bir hayranlıkla dinlermiş.


Ana-baba ocağından uzak bu dağ başında birkaç haneden oluşan bu küçük köyde kendisine tek bir dinleyici bulduğu için karakol çavuşu kendisini şanslı görüyordu. Mustafa Amcamın kemana ve müziğe olan ilgisini gören karakol çavuşu bir gün ona "Gel sana bu aletin nasıl çalınacağını öğreteyim" demiş. Mustafa Amcam sevinçten havalara uçmuş. Çavuşun eline tutuşturduğu kemanı elleri titreyerek kavramış. Çavuşun direktifi ile sağ elinde sıkı sıkıya tuttuğu keman yayını bir ileri bir geri hareket ettirerek kendince birşeyler yapmış. Kemanın gövdesi üstünde gezinen yayın çıkardığı güzel sesler Amcamı fazlasıyla sevindirmiş. O kadar sevindirmişki bu işin üstesinden gelebileceğine olan güveni kat be kat artmış. Kendini bu işe öylesine inandırmış ki büyüklerinden izin istemek için hemen eve gitmek istemiş. Mustafa Amcamın keman tutkusunu beğenen karakol çavuşu kendine yalnızlığını paylaşabileceği yetenekli bir öğrenci bulduğu için, içinden sevinmiş. Amcamın içi sevinçle dolmuş ve koşarak eve gitmiş. Evdekilere keman meselesini anlatmış. Evdekiler Amcamın bu tuhaf ve anlamsız merakına hep birlikte gülmüşler. Akşam babası Halil-i Nofel eve geldiğinde kemana olan merakını korkarak dile getirmiş. Saz-keman sözünü duyan dedem küplere binmiş. Şeytan-fesat işi olan bu lanetli şeye merak sarmanın hayra alamet olmadığını söyleyerek, Amcama bir daha o karakola yaklaşmamayı, çavuş ile konuşmamayı sıkı sıkıya tembihlemiş. Babasından duyduğu azardan sonra keman çalmaktan vazgeçen Amcam, çavuşun çaldığı keman sesini duymak için firsat bulduğunda ev halkından gizli olarak karakola gidip gelmeye devam etmiş. Yasaklamalar O'nun yüreğinde yanan müzik sevgisini söndürmeye kâfi gelmemiş ve sonunda, kemana göre biraz daha az lanetlenen kaval çalmaya meyil göstermiştir. "Koyunları gütmem, mala-davara bakmam" tehdidiyle babası Halil-i Nofel’e şehirden bir kaval aldıran Amcam Mustafa, ilk kaval derslerini köyün en usta kavalcısı olan Hemze-é Xalos’tan almış. Güçlü nefesi ve usta parmaklarıyla kavala ruh veren Hemze-é Xalos, gönlünü çevre köylerden güzel bir kıza kaptırmış. Kızın ailesi kızı bir başkasına vermeye niyetlı olduğundan yedi köyün usta kavalcısı Hamz-e Xalos, dünyaya ve insanlara küsmüş. Yüreğine kor düşen fukara Hemz-e Xalos, dağ-bayır dolanarak sevdiği kıza olan aşkını ve sevdasını kavalın nağmelerine yüklemiş. Gece karanlığında duyulan ve arşa kadar yükselen kaval sesi, dinleyenleri mest ediyormuş. Hemz-e Xalos, halden-ahvaldan anlamayan, yüreklerinde Allah korkusu taşımayan ve kendisini acılara sürükleyen  insanların acımasızlığına karşı yüreğinde biriktirdiği  bütün beduaları  kavalına yükleyerek Allaha ulaştırıyormuş. Geceleri herkes rahat yataklarına uzandığında kaval ustası Hamz-e Xalos, çok uzaklarda bir yerde dertli dertli kavalına yüklenerek içinde yanan ateşi sündürmeye çalışırdı. Hamz-e Xalos’un çaldığı kaval sesi, çok uzaklardan çevre köylere kadar ulaştığında hayvanlar bile hüzünlenirmiş. Küçük-büyük, kadın-erkek, herkes Hamz-e Xalos’un  çaldığı kavalın sesini anında tanıyormuş. Dünya ve insanlarla olan bütün ilişkisini  kesen bu dertli adamın tek dostu halinden anlayan  dertli kavalıymış. Aşkına karşılık bulamayan bu aşık adam, çok geçmeden kafayı oynatmış ve derken   sessiz, sedasız bu acımasız dünyadan göçüp gitmiş. İşte Mustafa Amcam ilk  kaval derslerini yüreği yanık bu kaval ustasından almış. Kaval mirinden ders alan Amcam Mustafa, çok geçmeden  yörenin en iyi kaval çalan bılurvanlarından birisi haline gelmiş. Köy odalarında, arkadaş çevresinde, düğünlerde ve en önemlisi dağ-bayır koyun otlattığında ustası Hemze-é Xalos’a layık olabilmek için  kavalı eline alan Mustafa Amcam tahtadan yapılma kavalını inim inim inletiyormuş. Mustafa Amcam kaval çaldığında koyun-kuzu hüzünlenir ve melul-melul Amcamı seyre koyulurmuş. Amcam kaval çalmakla yetinmemiş. O içindeki sese kulak vererek oyun oynamaya da merak salmış. O, gün gelmiş düğünlerde  aranan usta bir oyuncu haline gelmiş. Elinde işlemeli iki mendil ile ortaya çıkan Mustafa Amcam kıvrak beden hareketleriyle usta oyunculara taş çıkartıyormuş. Ne var ki hayatının önemli bir bölümü hayvan gütmekle geçen Mustafa Amcam oyunculuk alanında sahip olduğu bu hünerini ortaya dökmek için yeterli zamanı bulamıyordu. Yakın köylerde yapılan bütün düğünlere davet edildiği halde çoğu zaman gidemiyordu. Böylesi durumlarda bile hünerini sergilemekten geri kalmıyordu. O, uzaktan sesini duyduğu davul-zurna gürültüsüne kendini kaptırarak yanı başında bulunan bir meşe ağacının dalından kavrıyarak kendince govende duruyormuş. Dalından tutuğu meşe ağacının etrafinda durmadan usanmadan dönen Mustafa Amcam elinde usta bir oyuncu varmış gibi yaparak durmadan, usanmadan saatlerce kendi kendine oyun oynarmış.


Amcamın öğrenmeye, bilim-tekniğe ve özellikle de tarihe karşı çok büyük bir ilgisi vardır. Bir gün olsun okula gitmeyen, okuma yazmayı asker ocağında öğrenen Amcamın askerlik döneminden kalma günlük tutma alışkanlığı yaşamı boyunca hep devam etmiştir. Her yıl şehirden aldırdığı bir takvim defterinin sayfalarına, önemli bulduğu olayları ustalıkla not eder. Köyde doğan bütün çocukların isimleri ve doğum tarihleri saati saatine takvim defterinin sayfalarında kayıt altındadır. Yakın akrabalardan kimin oğlu hangi tarihte askere gitmiş, kimin kızı ne zaman evlenmiş, kim ne zaman vefat etmiş, yılın ilk karı ne zaman düşmüş, saman-arpa hangi tarihte alınmış, kime ne kadar borcu var ve kimden ne kadar alacağı var, bütün bunların karşılığını amcamın takvim defterinde rahatlıkla bulmak mümkündür. Her yıl aldığı ve sayfasında yüzlerce bilginin kaydedildiği bu defterlere köy arşivi demek çok daha doğru olur. Yakınlarıyla ilgili en doğru bilgilere ulaşmak isteyenler Amcama müracaat ederler. O, söz konusu edilen insana veya başka birşeye ilişkin bilgiye ulaşmak için o yıllara ait defterlerini dikkatlice karıştırarak gerekli bilgileri bulurdu. Ulaştığı bilgileri doğrulamak için hafızasının gücüne güvenerek aynı tarihte olup-biten birçok hadiseyi sözlü olarak insanların bilgisine sunar. Yazılı olarak kayıt altına aldığı tarihi bilgileri, sözlü olarak da desteklemeden rahat etmezdi.


Amcamın günlük tutma, olayları kayıt altına alma alışkanlığı askerlik günlerine kadar gider. Onun dört yıl boyunca yaptığı askerlik günleri ikinci dünya savaşının zor günlerine rastlar. 1941 yılın sonbaharında askerliğe alınan Amcam, savaşın sonuna yaklaşıldığı 1945 yılının Mayıs ayında terhis olur. Dört yıl içinde sadece bir defa izne gelme imkânı bulan Amcamın her Kürt insanı gibi hafızasından silinmeyen ilginç askerlik anıları vardır. Türkçe bilmediği için bir sürü zorlukla karşılaşmıştır. Fakat o karşılaştığı bütün zorlukları soğuk ve karanlık kış gecelerinde, dışarda kar-yağmur altında, hayvan otlatmaktan daha kolay bulduğu için her şeye göğüs germiştir. Vatan-memleket savunması diyerek Türkçe’yi öğrenebildiği kadar öğrenmiş, yakınlarına mektuplar yazacak kadar okuma-yazmayı sökmüş, amirlerimdir diyerek kendilerinden kötü muamele gördüğü üstlerine karşı saygılı davranmayı elden bırakmamıştır.



Onun askerlik yaptığı yıllarda ikinci dünya savaşı olanca hızıyla devam ediyormuş. İstanbul Boğazı’ndan Karadeniz’e açılan Alman savaş gemileri Rus donanmasına bağlı gemilere saldırılar düzenliyormuş. Bu saldırılarda batan gemilerden arta kalanlar dalgaların etkisiyle İstanbul kıyılarına kadar ulaşıyormuş. Batırılan gemilerde hayatını kaybeden genç askerlerin kıyıya vuran eşyalarını toplamak için yörede yaşayan insanlar zaman zaman denize koşuyormuş. Günün birinde bir grup arkadaşıyla Mustafa Amcam da deniz kıyısına gitmiş. Kıyı boyu yaptıkları bir gezi sonucu kıyıya vurmuş birçok şeyle karşılaşmışlar. Amcamın kıyıda bulduğu eşyalar arasında askeri elbiseler, komutan şapkaları, tahtadan yapılma cephane sandıkları, yırtık kâğıt paralar ve daha bircok şey varmış. İstanbul’dan epeyce uzak olan bir yerde, ta Karadeniz’de cereyan eden bu acımasız savaşın korkunç izlerine tanık olmak Amcamın içini sızlatmış. Kendisini ölen bu askerlerin yerine koyuyor ve içi sızlıyormuş. Birkaç saat süren bir gezintiden sonra sonra Amcamın da içinde bulunduğu grup, bir sürü şey toplayarak askeri karargâha dönmüşler. Amcamın bulduğu eşyalar arasında bir cep saati ve bir de kalın bir defter varmış. Saat halen çalışıyormuş. Üstündeki yazılardan bunun bir Rus askerine ait olabileceği anlaşılıyormuş. Amcam saati temizleyerek cebine koymuş. Kıyıda bulduğu ve iyiden iyiye ıslanan defterin sayfalarını dikkatlice aralayan Amcam, gördükleri karşısında derin bir hüzne boğulmuş. Çünkü bu, ölen askerlerden birinin günlüğüymüş. Defterin sol köşesine konulan tarihin altında anlaşılmayan yazılar yazılıymış. Yer yer yırtılan defterin sayfalarından günlüğün düzgün tutulduğu belliymiş. Rakamlar tarih sırasına göre yazılıymış. Birkaç gün denizde sürüklendiği için iyiden iyiye ıslanan günlük, Amcanın kurcalamasıyla çok geçmeden elinde dağılmış ve onu bir kenara atmak zorunda kalmış. Elinde dağılan günlüğün geride kalan parçalarını bir kenara attıktan sonra kendisini korkunç bir boşlukta bulmuş. Az öteye fırlattığı o defterden gökyüzüne doğru ölen askerlere ait anı ve hatıralar uçuşuyormuş. Gördüğü bu manzaradan etkilenerek günlük tutmanın, olayları kayıt altına almanın önemini kavramış ve o günden sonra tanık olduğu önemli hadiseleri not almaya başlamış.


Marmara kıyılarında bulduğu ve terhisten sonra kendisiyle birlikte memlekete getirdiği savaş ganimeti o saat birkaç yıl öncesine kadar Amcamın sandukasında sıkı sıkıya  muhafaza ediliyordu. Birkaç yıl önce hepimizden akıllı olan bir kardeşimiz Amcamın sevgisini kazanarak o tarihi saate sahip olmuştu. Söz konusu ettiğimiz bu saat şimdi Batman’da çok sevdiğimiz bir yeğenimizin yanında değerine değer katıyor. Amcamın askerlik döneminden kalma bir de tahtadan bir bavulu var ki ondan söz etmeden olmaz. Amcam askerliğe yolculanırken adettendir denilerek kendisine tahtadan yapılma renkli bir asker bavulu alınmış. Amcam dört yıl süren vatani görevini bitirip baba ocağına geri döndüğünde bu bavulunu da birlikte getirmiş. Yıllar yılı bu bavulu evinin bir köşesinde muhafaza eden Amcam, 1985’te babam ve annem ile birlikte Hicaz’a gittiğinde askerlikten kalma bu değerli bavulu yanına almayı ihmal etmemiş. Askerlik günlerinde kendisine arkadaşlık eden bu bavul, kendisi ile birlikte kutsal topraklara da gitmiş. Hicaz dönüşü bavulunu köşesine bırakmış ve ona gözü gibi bakmaya devam etmiş. 2003 yılında kendisini Hollanda’ya davet ettiğimde yanında yine askerden kalma bu bavulu vardı. Avrupa’ya gidiyor diye çocukları ona yeni bir valiz almayı istemişlerse de O, bavulumdan başka bavul istemem diyerek, başka bir bavulu eline almamış. Kendisi ile birlikte Hollanda’ya gelen bavul şimdi köyde ki odasında bir köşede başka diyarlara yapacağı seyahatlerin umuduyla beklemektedir. Söz konusu bavulda Amcamın içine bıraktığı onlarca çeşit çerez bulunuyor. Amcamın arasıra açtığı ve çocuklara çerez dağıttığı bu bavulun anahtarı şimdilik kendisinde duruyor. Ölümünden sonra anahtarın kimde kalacağı konusunda şimdiden yoğun tartışmalar yapılmaktadır.


 



Devam edecek…



Kadir Büyükkaya



[email protected]

Bu yazı 2090 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum