Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

AMCAM MUSTAFA-6

14 Şubat 2013 - 21:28

AMCAM MUSTAFA



6.BÖLÜM……





Amcamın hayvancılık konusundaki becerisi kış aylarında başka bir minval üzere sürüp giderdi. Eskiden kış aylarında çoban milletinin işi çok zordu. Kar-kış, yağmur, fırtına demeden hayvanlar dışarıda kalırdı. Dışarıda ısının sıfırın altına düştüğü karanlık gecelerde ve yağmurun bardaktan boşanırcasına yağdığı o çetin günlerde çobanların tek korunağı sırtlarında taşıdıklarıkeçeden yapılma kepenekleri idi. Uzun kış gecelerinde insanın iliklerine işleyen soğuklardan korunmak için zorunlu kalındığında bir kaya kovuğunda yakılan bir çoban ateşi bir nebze olsun onları ısıtırdı. Fakat gece ve gündüz aralıksız yağan yağmurlar karşısında çobanlar çaresiz kalırdı. Şiddetli yağmur altında gözlerini açamayan zavallı hayvanlar kendilerini korumaya almak için başlarını önüne eğerek birbirlerine sokulurlardı. Yağmurdan gözlerini açamayan hayvanlar bazen saatlerce yerinden kıpırdamadan bir ölü gibi hareketsiz dururlardı. Hayvanlar sırtlarında uzanan bir karış yün sayesinde karın soğuğuna, yağmurun şiddetine karşı direnebiliyorlardı. Ama çobanlar için aynı şeyi söylemek çok zordu. Onlar bu konuda koyun-kuzu kadar şanslı değildi. Onların yünden kürkleri yoktu. Bu yüzden özellikle geceleri şiddetli yağmurlar başladığında çobanlar gözlerini dört açmak zorundaydı. Çobanların korkulu rüyası; çevrede bolca bulunan ve böylesi gecelerde fırsat kollayan vahşi kurtlardı. Sürüyü kurtlardan korumak için çobanlar adeta alarma geçerdi. Bin bir emek ve cefa ile yetiştirdikleri hayvanlarını kurtlara kaptırmamak için çobanlar gözler tetikte pür dikkat beklerken, sürünün emanet edildiği sadık köpekler sürünün etrafında durmadan dönerdi. Böyle gecelerde sabahı yakalamak pek kolay olmazdı. Yağmur şiddetini arttırdıkça çobanların işi gitgide zorlaşırdı.



Gecenin ilerleyişi saniyelere bağlanırdı. Gece adeta yerinde sayardı. İçine büzüldükleri yünden yapılma kalın kepenekleri yağmur altında iyiden iyiye ıslanan ve içlerine kadar nüfus eden suyun ağırlığı altında taşınamaz duruma gelen külaflar çobanların anasınıağlatırdı. Normal ağırlığı yedi-sekiz kilo olan bu kulaflar su emdiğinde ağırlığı otuz-kırk kiloya çıkardı. Çobanların bu ağırlık altında saatlerce ayakta kalmaları onlar için işkencenin şahı idi. Keçenin iç kısmına kadar ulaşan ıslaklık çobanların giysilerine de ulaştığında, hafiften titremeye başlardı. Ama onların yapacakları fazla bir şey yoktu. Zorunlu olarak sabahıbeklemek zorundalardı. Yağmurun oluşturduğu sel suları ayakkabılarına dolmasın diye taşlardan ördükleri döşemelerin üzerine çıkarlardı. Taştan ördükleri taşdöşemelerin altından gürül gürül sular akardı. Altlarından geçen suların meydana getirdikleri hayal ötesi sesler, onları uykuya davet eden adeta birer ninni gibiydi. Rahatına düşkün bazı tembel çobanlar, bastıran bu yoğun uyku davetine dayanamaz ve sürüyü önce Allah’a sonra da sadık köpeklere emanet ederek kendilerini döşek-yorgan niyetine taş döşemenin koynuna teslim ederdi. Ama bu uygulama Mustafa Amcam için asla geçerli olamazdı. O kendini hep bu uygulamanın dışında tutardı. Yağmur altında iyice ıslanan ve ağırlaşan kepeneğine sarılarak taş döşemenin üstünde bir heykel gibi durmaya devam ederdi.



Hayvanların sağ-selamet sabaha kavuşması amcam için çok önemli idi. Öyleyse sabaha kadar hiç uyumadan hep beklemeliydi. Üst üste çakan şimşekler karanlık geceyi gündüze çevirdiğinde bastıran uykuya inatla direnen Amcam, az ilerde yek vücut olmuş hayvanlarınıgörür ve biraz olsun rahatlardı. Sonunda, karanlık aydınlığa yenik düşer ve sabaha ulaşılırdı.



Çobanlar zor geçen bir geceyi kazasız belasız geride bıraktıkları için Allah’a şükür-ü sena ederdi. Sürünün güvenliği için gece boyu bir an olsun tedbiri elden bırakmayan sadık köpekler, görevlerini kusursuz yerine getirmenin gururuyla sahiplerinin gözlerinin içine bakarak onlardan hak ettikleri afferini almak isterdi. Çobanlar koltuklarının altında özenle sakladıkları “HEBAN”dan bir parça ekmek çıkararak köpeklere atar ve büyük bir nimet duygusuyla onların başını okşardı. Böylece köpekler hak ettikleri ödüle kavuşmuş olurdu.



Sabaha ulaştıklarında çobanlar kendilerinden önce hayvanlarını düşünmek zorundaydılar. Akşamdan beri yağmur altında hareketsiz kalan hayvanlar adeta kaskatı kesilmişlerdi. Hem karınlarınıdoyurmak hem de uyuşan bedenlerine zindelik kazandırmak için onları harekete geçirmek ve bir süre etrafta dolaştırmak gerekiyordu.



Çobanlar sabaha ulaşmanın sevinciyle gece boyu ıslanan giysilerine aldırmadan büyük bir şamata ile sürülerini nisbeten kuru olan dağ yamacında bulunan ormanlık alana doğru harekete geçirirlerdi. Uzun süre hareketsiz kalan ve birbiriyle kenetlenen hayvanlar çobanlar tarafından kendilerine verilen komuta uyarak birbirinden birer birer çözülerek araziye dağılırdı. Bacakları uyuşan hayvanlar attıkları ilk adımlarda sağa sola bir-iki sendeler sonra eski yürüyüşlerini tekrar yakalayarak yollarına devam ederlerdi. Hayvanlar bir-iki



saat otlanarak karınlarını doyururken, çobanlar da savaştan zaferle çıkmış birer komutan edasıyla onları büyük bir hayranlıkla seyrederlerdi.



Gece boyu dinmeyen yağmur sabahın ilkışıklarıyla birlikte genellikle dururdu. Gece boyu ortalığı velveleye verenşimşek sesleri yerini sükûnete terk ederdi. Kanatlarındaki ağır yükten kurtulan kara bulutlar yük toplamak üzere başka yerlere hicret ederdi. Güç ve takatten düşen bulut kümeleri yerini masmavi, aydınlık bir gökyüzüne bırakırdı.Yeryüzüne yüzünü gösteren güneş olanca cömertliyle ortalığı ısıtırdı. Güneş ışınlarının nüfus ettiği topraktan mis gibi kokular yükselirdi. Ortalık hafif bir sis tabakasıyla kaplanırdı. Hayvanlar karınlarını doyurmanın keyfini çıkarırken, gece boyunca yağmurla boğuşan, birbirine akraba olan çobanlar daha önceden belirledikleri bir kayalığın dibinde bir araya gelirlerdi. Çetin geçen gece ile ilgili şikâyetler birbirine aktarılırken, şiddetli yağmurdan ıslanan kulaflar kurusun diye biraz sonra yakılacak ateşe yakın bir kayalığın üstüne serilirdi. Sabah kahvaltısı için bir araya gelen çobanlar hazırlıklara başlardı. Mustafa Amcam, bu konuda kimseye iş bırakmazdı. Tedbiri hiçbir zaman elden bırakmayan Amcam yağmurlu havalarda ıslanmasın diye çok önceden kaya kovuklarında depoladığı çalı-çırpı ve kenger dikenlerini yerinden çıkararak büyük bir ateş yakardı. Yakılan ateşin etkisiyle ıslanan giysilerden etrafa buğular yükselirdi. Kayalıklara serilen kulafların alt uçlarından aşağıya doğru sular damlardı. Çobanların ıslanmasın diye gece boyu hebanlarında özenle sakladıkları yufka ekmekler orta yere serilirdi. Bir bez parçasına sarılan peynirler yakılan ateşin közüne bırakılarak kebap edilirdi. Ortalık kebap edilen peynir kokusuyla canlanırdı. Çobanların çay kaynatma lüksleri olmadığıiçin çobanlar çay niyetine ekmek-peynire şuada burada biriken yağmur suyunu katık ederlerdi. Nitekim bu defa da öyle oluyor. Çobanların yanından eksik etmediği bakır taslara yağmur suyu doldurulur ve çay niyetine içiliyor. Herkesin hebanından hemen hemen aynı şeyler çıksa da çobanlar kendi ekmeğinden ve peynirinden birbirine ikram etmeden duramazlardı. Bu değiş-tokuş olayıonlara değişik bir haz verirdi. Herkes kendisine ikram edilen peynir ve ekmekte farklı bir tat bulurdu. Bu arada ateşe yakın bir yere çömelen köpekler de sahiplerini ilgiyle izlerdi. Köpeklerin bir sürü için ne anlama geldiğini çok iyi bilen çobanlar kendilerini ilgiyle izleyen köpeklerine arasıra birer parça ekmek atarak onları memnun etmeye çalışırlardı. Ekmek-peynir ve sudan oluşan kahvaltı sefası son bulduğunda sohbetler koyulaşırdı. Yaşanan kan davaları, yaz mevsimini bekleyen evlilikler, askerlik görevi için uzaklarda bulunan yakın akrabalardan gelen mektuplar ve daha birçok şey sohbete konu edilirdi.



Amcamın bu konulara ayıracağı fazla zamanı yoktu. O sürüyü kontrol etmek için yanı başlarında yükselen yüksek kayalığa çıkarak önce çevreyi kolaçan eder, sonra da kayalığın altında oturan arkadaşlarına bir sürpriz yapmak için kayalıktan inerek kayalığın sağ tarafında bulunan bir toprak tümseğe doğru ilerlerdi. Amcam yağmur altında ıslanan toprak tümseği elleriyle deşerdi.



Çamurlaşan toprağı avuçlarıyla bir tarafa yığar, sonunda aradığını bulmuştur. O önce çamura bulanan ellerini yıkamak için az ilerdeki su birikintisine yönelirdi.



Ellerini yıkayan Amcam, cebinden çıkardığı mendiliyle kazı yaptığı yere gelir. Mendilini yanı başında bir yere seren amcam az önce açtığı çukurdan avuçladığı bir şeyleri mendiline doldurdu. Mendil dolunca da biraz önce açtığı çukurun üstünü tekrar çamur toprakla kapatırdı. Yerde duran mendili alacağı sırada ellerinin çamurlu olduğunu fark eder ve yıkamak için tekrar su birikintisine giderdi. Elinde bir şeylerin olduğu mendiliyle arkadaşlarının yanına döndüğünde herkes ona merakla bakardı.Yaz ayları olsa herkes onun gidip bir yerlerden üzüm-incir getirdiğini düşünecekti. Fakat kış ortasında elindeki mendilde neler olacağı konusunda kimseler bir fikir yürütemezdi. Arkadaşlarını merakta bırakmamak için yanan ateşin başına çökerek mendilini açardı. Mendilinde başparmak uzunluğunda ve kalınlığında en iyisinden bir sürü palamut bulunurdu. Toprak altında saklanan palamutlar dalından yeni koparılmış kadar taze duruyordu. Kış ortasında gözü palamut gören çobanlar Amcama bakarak "Bu adamdan korkulur" derlerdi. O, palamutlar ateşte patlamasın diye onları elindeki çakısıyla ortasından bıçaklardı. Bıçaklama işlemi bitince, palamutları bir güzel ateşe sürerdi. Ateşte kestane misali pişen palamutları izleyen çobanlar sabırsızlanırdı.Çobanlardan bir ikisi pişmesini beklemeden elleriyle palamutları ateşten alırdı. Kış boyunca toprakta kalan palamutlar ateş yüzü görünce kendiliğinden kabuklarından sıyrılırdı. Ateşten çıkarılan palamutlar kabuklarından sıyrılarak afiyetle midelere indirilirdi. Amcamın çoban arkadaşlarına çektiği bu beklenmedik palamut ziyafeti herkesi fazlasıyla memnun ederdi. Herkes bu kışvakti palamudun nerden geldiğini merak eder, fakat Amcam palamutların saklıolduğu gömüyü kimseye söylemezdi. O bu gömüyü “Karun’un Hazinesi” gibi herkesten gizlerdi.



Bu yaşlı adam, her sonbahar geldiğinde kocaman palamut ağaçlarının palamutların ağırlığı altında iki büklüm olduğunda o en iri ve en iyi palamutları toplayarak kış hazırlığı için farklıyerlerde yirmi-otuz santim derinliğinde bir sürü çukur açarak onları bu çukurlara gömerdi. Kışın hangi tarafa gidilirse, gidilsin yakınlarda Amcamın mutlaka bir-iki palamut hazinesi bulunurdu. Kış ortasında ekmek ve peynir dışında kimsenin yiyecek bulamadığı bir ortamda palamut kebabı bulmak, Siverek’te Lokantacı Sefo’nun mekânında pilav üstü kuru fasulye bulmak kadar değerli bir şeydi. Amcam kış hazırlığı için sadece palamut depolamakla kalmazdı, o kiminin tıhok kiminin tey ve kimilerinin de dağdağan dedikleri küçücük yemişleri mevsimi geldiğinde toplayarak şurda burda saklardı. Amcamın sakladığı yemişler arasında sarı sarı alıçlar da vardı ki biz bunlara “SEZ”diyorduk. Tadına gerçekten doyum olmuyordu. O’nun bu engin öngörüsü sayesinde kış ortasında insanlar yaz yemişleri yiyerek ona hayır dualarda bulunurdu.



Amcam, doğa konusunda müthişbilgiliydi. Geceler onun çok yakın dostuydu. Gecenin karanlığında varlık gösteren her şeyi avucunun içi gibi bilirdi. Uzay boşluğunda hareket halinde olan her cisim hakkında derin bilgisi



vardı. Yıldızların hareketini ve onlarla ilgili anlatılan hikâyeleri ismi gibi bilirdi. İlkbaharın son ayında gökyüzünde beliren Palan yıldızı, yaz ayının 45. gününde doğan Kurug yıldızı,yazın ikinci ayında doğan Sinek yıldızı, yılda bir defa yolları kesişen Leyla ile Mecnun, Yedi Kardeş, Yetimler topluluğu, Kervan Kıran, Samanyolu, Şimal yıldızı, Kuyruklu yıldız ve daha birçok yıldız kümesi amcama doğaya ilişkin ayrıntılı bilgiler sunuyordu. Amcamın bütün bu yıldızlar hakkında insanlara anlatacağı bir şeyleri mutlaka olurdu. Amcamın tabiat hakkında sahip olduğu bilgiler bunlarla sınırlı değildi. O, kendisinden önce yaşayanların derin deneyimlerinden ve hayat tecrübelerinden yararlanarak bazı tabiat olaylarının sırrını çözmüştü. Örneğin; yağmurun ne zaman yağacağını, karın ne zaman düşeceğini, fırtınanın ne zaman kopacağını ve en önemlisi yaz ve kış mevsiminin nasıl geçeneğini çok önceden tahmin edebiliyordu. O’na göre, sonbahar aylarında ağaçlar yaprak dökmeye başladığında, eğer ağaçlar alt dallardan başlayarak yaprak dökmeye başlıyorsa, o yıl kış çok şiddetli geçecek demekti. Yok, eğer ağaçlar yaprak dökümüne tepeden başlıyorsa, o zaman kış çok ılımlı geçecek demekti. Yine O’na göre, normalde yavaş yavaş, usulca otlanan koyun-kuzular acelesi varmış gibi acele acele otlanmaya başladıklarında, otlanmak için telaşlı telaşlı sağa sola saldırdıklarında bu şiddetli bir fırtınanın yaklaşmakta olduğuna delaletti. Serçe kuşları buldukları su birikintilerinde telaşlı bir şekilde yıkandıklarında bu kısa bir süre sonra yağmur yağacağıanlamına geliyordu. Kış mevsiminde ikindi vakti doğu tarafında, Modan dağının üstünde aniden küçük bir bulut kümesi oluştuğunda, bu da gece boyu kar yağışıolacağının habercisiydi. Kış aylarında kaya oyuklarında biriken sular donduğunda, donma olayında derinliğine buzdan bir direk oluşuyorsa, bu o yıl yazın çok sıcak geçeceğini habercisi oluyordu. Yine kış aylarında ayın etrafında oluşan ışık halkası dar ise gece boyu don oluşacak, halka geniş ise bu, sabah erkenden havanın sisli geçeceği anlamına gelirdi. Kısacası amcam tabiatın huyunu-suyunu çok iyi biliyordu ve bundan fazlasıyla yararlanıyordu.



Devam edecek……..



Kadir Büyükkaya



[email protected]

Bu yazı 2139 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum