Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

AMCAM MUSTAFA-9

22 Nisan 2013 - 18:42

AMCAM MUSTAFA 9.BÖLÜM



100 YILLIK TARİH...





Kaçakçıların teslim olmayı reddetmeleri Paşa’nın canını fazlasıyla sıkar. Kaçakçı Heci-yé Qadır’ın çoluk-çocuğundan bahsetmesi ve Paşa’ya adeta yalvarması Paşa’nın katı yüreğini biraz olsun yumuşatmıştı. Paşa kaçakçıların teslim olmalarını sağlamak için kafasında kendince bir plan geliştiriyor. Kafasında şekillendirdiği bu planı kaçakçılara iletmek için yüksek bir sesle onlara şöyle sesleniyor:


-Heci-ye Qadir, heci-ye Qadir, bu memlekette kanun vardır, nizam vardır. Her isteyen kendi kafasına göre hareket edemez. Siz devletin kanunlarını çiğneyerek kaçak mal taşıyorsunuz. Devletin jandarmasını hiçe sayarak hiç bir yere çekip gidemesiniz. En iyisi sizler mesele çıkarmadan gelin teslim olun. Teslim olduktan sonra ben araya girer ve sizi serbest bırakırım. Ama her şeyden önce teslim olmanız şarttır” diyor.


Kaçakçı Heci-ye Qadir bunun bir oyun olduğunu anlamakta gecikmiyor. Teslim olmanın ne anlama geldiğini Heci-ye Qadir’den başka hiç kimseler bilemezdi. Bir kaçakçı için teslim olmak, ölümle eşdeğer birşeydi. Dolayısıyla Heci-ye Qadir, Paşa’ya seslenerek “Paşa-yı Mılla Ali, bizden teslim olmamızı isteme. Teslim olduğumuzda Ermeni esirler gibi ellerimiz-kollarımız arkadan bağlanarak uyuz eşekler gibi Siverek’e götürüleceğimizi ve çarşı-Pazar teşhir edileceğimizi ismim gibi biliyorum. Hasan Çavuş’un pencesine düşmüş bir kaçakçının serbest bırakıldığını ne duyan var, ne de işiten. Bu nedenle bizi öldür ama bizden teslim olmamızı isteme. Sen gel kendine yakışanı yap ve bize yol ver ki çoluk-çocuğumuza gidelim” diyor.


Kaçakçıların teslim olmamakta direndiğini ve bu konuda kararlı olduklarını gören Paşa’nın aklına başka bir fikir geliyor. Paşa, Kaçakçı Heci-ye Qadir’a seslenerek “Heci-ye Qadir, sarf ettiğiniz sözler onuruma dokunmuştur. Sizin gibi mert bir insanın dara düşmesini bende istemiyorum. Bu nedenle size başka bir öneride bulunuyorum. Madem teslim olmuyorsunuz o zaman karanlık çöktüğünde yüklerinizi olduğu yerde bırakarak çekip gidin. Bunun dışında benim size yapacağım başka hiç birşey yoktur” diyor.


Kaçakçılar için Paşa’nın getirdiği bu yeni önerinin kabul edilecek hiç bir yanı yoktu. Onlar Suriye sınırında ecel ile halaya durmayı, ölüme meydan okumayı, bu yüklerin hatırı için göze almışlardı. Onca eziyet, onca cefadan sonra yüklerini geride bırakmak bir kaçakçı için ölümden beter bir durumdu. Kaçakçılardan gelecek cevabı bekleyen Paşa-yı Mılla Ali gitgide sabırsızlanıyordu. Kısa süren bir sessizlikten sonra Kaçakçı Heci-ye Qadir’in gür ve tok sesi karşıdaki kayalıklarda yankılanıyor. Heci-ye Qadir, Paşa’ya:


- Paşa-yı Mılla Ali,


-Paşa-yı Mılla Ali, ben ve arkadaşlarım çoluk çocuğumuz adına senden ricada bulunuyoruz. Bizden teslim olmamızı isteme. Bir kaçakçı için yükünü bırakmak ölümden de beter bir durumdur. Bizler bu yükler için canımızı dişlerimize takmışız. Bizler, kaçak için yollara düştüğümüzde heybelerimizin bir gözüne yol azıkımızı, diğer gözüne kefenlerimizi bırakırız. Bu nedenle bizden yüklerimizi bırakmamızı istemek bize ölümü dayatmaktır. Senden ricamız, sen aradan çekil. Kanun dışı birşey yapmışsak, bunun hasabını devlet adına Hasan Çavuş bizden sorsun. Bizim hasabımız seninle değil, Hasan çavuşladır” diyor.


Kaçakçıların bu inatçı tutumu Paşa’nın canına tak diyor. Bunca dil bunca söyleme rağmen kaçakçılar bildikleri yoldan bir adım olsun geri atmamışlardı. Akşam karanlığı çöktü çökecekti. Gece karanlığı bastırdığında kaçakçılara karşı hiçbir şeyin yapılamayacağını Paşa’dan başka hiç kimse bilemezdi. Karanlık geceler, mahkûm ve eşkiya takımının en sadık dostu ve en güvenilir yoldaşıydır. Bir kaçakçı için gece karanlığı demek; umut demek, kurtuluş demekti. Bütün bunları yaşam tecrübesinden bilen Paşa-yı Mılla Ali, kaçakçıların zaman kazanmak için konuşmayı bilinçli olarak uzatığını gayet iyi biliyordu. Gece çökmeden birşeyler yapılmalıydı. Yoksa kaçakçılar gece karanlığına karışarak sabahın ilk ışıklarıyla birlikte kendilerini Fırat’ın öte tarafına atacaklardı. Kaçakçılar kararlı görünüyordu. Paşa’nın yapabileceği hiçbir şey kalmamıştı. Yarım saaten fazla süren ve zazaca yapılan bu konuşmalardan hiçbir şey anlamayan Hasan Çavuş meraktan yerinde duramıyordu. Yapılacak şeyler konusunda Hasan Çavuş’un bilgisine başvurmak isteyen Paşa-yı Mılla Ali, bir taş tümseğin arkasında mevzilenen Çavuş’un yanına gidiyor. Yapılan kısa bir konuşmadan sonra, Paşa tekrar bulunduğu noktaya geri dönüyor. Çavuş, kesinlikle kaçakçıların teslim olmalarını istiyordu. Kaçakçıların bu dik başlılığı Paşa’nın da hoşuna gitmemişti. Kaçakçılara götürdüğü tekliflerin kabul görmemesi Paşa’nın gururunu incitmişti. Dolayısıyla bu konuda günahın kendisinden gittiğine inanıyordu. Kaçakçıların silah menzline kadar ilerleyen Paşa kaçakçılara dönerek kendilerine:


-Kaçakçı Heci, bu size yapacağım son çağrıdır. Silahlarınızı bırakın ve teslim olun. Bunu yapmazsanız hiç biriniz buradan sağ olarak kurtulamazsınız. Şimdi bulunduğunuz yerden kalkın ve gelin teslim olun” diyor.


Paşa’nın son çağrısını ciddiye almayan kaçakçı Heci-é Qadır, zaman kazanmak için Paşa’yı bir süreliğine daha lafa tutmak ister. Bunu fark eden Paşa, buna fırsat vermek istemez. Sinirlenir ve ani bir hareketle kendisini bir taşın arkasına atar. Paşa-yı Mılla Ali, kaçakçılara ilk kurşunu sıkarak çatışmayı tekrar başlatır. Paşa’nın silahından çıkan mavzer kurşunu kaçakçıların içinde oturduğu yıkık evin taş duvarına çarparak havaya bir toz bulutu kaldırır. İşin ciddiye bindiğini gören kaçakçılar da silahlarına davranarak karşı ateşe başlarlar. Çatışmaya jandarmanın da dâhil olmasıyla birlikte ortalık cehenneme döner. Silah sesleri komşu köylere kadar ulaşır. Ortalık savaş alanına döner. Yakın köylerde oturanlar yaşanan çatışmadan büyük bir kaygı duyarlar. Jandarmalardan ziyade Paşa-yı Mılla Ali kaçakçılara zor anlar yaşatır. Kaçakçıların mevzilendiği noktaya yakın bir yerden ateş eden Paşa, onlara göz açtırmıyordu. Teskeresine günler kalan kimi jandarmalar zorunlu kalmadıkça kaçakçılara ateş açmıyorlardı. Fakat Paşa için bu çatışma, ölüm kalım meselesiydi. Kaçakçıların onca uyarıya rağmen teslim olmaya yanaşmamaları onu çileden çıkarmıştı. Çatışma tekrar başladığında kaçakçılar Paşa’ya kurşun sıkmama konusunda kendi aralarında anlaşmaya varmışlardı. Fakat Paşa’nın yerden sürünerek mevzilerine kadar yaklaşması yüzünden kaçakçılar, bu kararlarını gözden geçirmek zorunda kalmışlardı. Paşa’nın mevzilerine yaklaştığını gören Heci-é Qadır, onu geri dönmesi için tekrar tekrar uyarıyor. Yapılan her türlü uyarıyı dikkate almayan ve kaçakçıların üstüne üstüne giden Paşa, adeta ölümün üstüne gidiyordu. Kaçakçıların kendisini öldürmeye cesaret edemiyeceklerine inandıran Paşa, ölümün üstüne gözü kara şekilde yürüyordu. Yapılan uyarıları dikkate almayan ve ilerlemeye devam eden Paşa’ya dur demek gerekirdi, aksi halde Paşa kaçakçıların mevzisine girerek onları birer tavşan gibi inlerinde kıskıvrak yakalayacaktı. Paşa’nın geri çekilmemesi üzerine çaresiz kalan bir kaçakçı namluyu Paşa’ya çevirerek tetiğe dokunuyor. Silahtan çıkan kurşun Paşa’nın bedenine gömülüyor. Yaralandığını fark eden Paşa, geri çekilmek için teşebüste bulunmak istesede O’nun için artık çok geçti. Bütün çabaları bir işe yaramamış ve üstü başı kan içinde, olduğu yerde yığılıp kalmıştı. Kaçakçılardan birisinin ateşlediği Alman Filintasından çıkan parmak büyüklüğündeki kurşun Paşa’nın vucudunu bir şerapnel parçası gibi tamamıyla dağıtmıştı. Paşa’nın elinden fırlayan silahı onun birkaç metre ilerisine düşmüştü. Göğsünden yediği kurşunla yere yığılan Paşa toprağa yüzüstü uzanmıştı. Vucudunda açılan amansız yaradan, toprağa akan kan onu yavaş yavaş bitiriyordu. Acıdan büzülen yüzünde ve alnında, boncuk boncuk terler birikimişti. Yaşamı boyunca yüzlerce çatışmaya giren Paşa, ölümü hiçbir zaman kendisine zaman bu kadar yakın hissetmemişti. O, hayatı boyunca birçok kereler ölümle burun buruna gelmiş ve her seferinde ölümden kıl payı, ustalıkla kurtulmayı başarmıştı. Fakat bu defa ölümden kurtuluş yoktu ve bunu o istemişti. Damarlarında dolaşan kan, damla-damla eksildikçe, Paşa adım adım ölüme yaklaşıyordu. Duyduğu şiddetli acı bilincini karartıyordu. Duyduğu ızdıraptan kıvranan ve yerdeki toprağı avuçlayan Paşa yüz yüze geldiği bu durumun hayatında gördüğü binlerce rüyadan birisi olması için, içinden Allaha dua ediyordu. Ne var ki ölümün soğuk ve sinsi rüzğarı Paşa’nın etrafinda bütün acımasızlığıyla esiyordu. Paşa’nın bütün yaşamı, çocukluğundan başlayarak günümüze kadar gelen meşakatli hayatı, bir resim gibi gözlerinin önünde canlanıyordu. Annesini çok erken yaşta kaybetmişti. Annesiz büyümenin ne olduğunu ilkilerine kadar hissetmişti. Annesi Zerif öldükten sonra babası Mılla Ali komşu köyden Şilanlı Heyd’in kızı Elé ile evlenmişti. Köy kavgası, kan davası yüzünden birbirinden tahlikeli onlarca çatışmaya katılmıştı. Çatışmalar sırasında gözü kara bir şekilde ölümün üzerine yürümüştü. Silah sesleri ona nini gibi geliyordu. Silahtan, çatışmadan uzun süre uzak kaldığında adeta canı sıkılıyordu. Kurtuluş savaşı sırasında Fransızlar Urfa kapılarına dayandığında Siverek’li birçok aşiret reisi gibi o da çevresine topladığı adamlarıyla düğüne gider gibi cepheye koşmuştu. Fransızlara karşı yürütükleri mücadele sırasında bıkmadan usanmadan, gece-gündüz demeden günlerce mevziden mevziye koşmuştu. Kendisi gibi Fransızlara karşı savaşmaya gelen, amcazadesi Şeho Karahan, Bozan Ağa, Rem Telebe, Cerreh-e Zoré, M.Emin Odabaşı, Siverekli Bahri ve daha birçok aşiret reisi, onun çatışmalar sırasında gösterdiği aşırı cesaretine hayran kalmışlardı. Herşeyin bir bedeli olduğu gibi aşırı derecede cesaret sahibi olmanın da bir bedeli olacaktı. Bu bedel de şimdi ölümdü.


Paşa’nın vurulduğunu gören Hasan Çavuş jandarmaya üst üste emirler yağdırarak onları kaçakçılara karşı yüreklendirmeye çalışıyordu. Emre uyan jandarmalar var güçleriyle karşı tarafın mevzilerine yükleniyorlardı. Karşılıklı yapılan silah atışları gün batımına kadar devam etti. Bu arada Paşa’nın vurulduğunu haberini alan bir kişi Karahan’a haber uçurmak için hemen yola koyulur. Karahan’da oturan ve Paşa’nın köyde ki işleriyle uğraşan MIST-é Barut-i isimli şahıs Paşa’nin atı UBEY’e atlayarak onu Karahan’a doğru, dörtnala mahmuzlamıştı.


Karahan’dan açık seçik duyulan silah sesleri köyde oturanları fazlasıyla kaygılandırmıştı. Ubey’ın köye doğru dörtnala geldiğini görenler bu işte bir iş var diyerek, büsbütün korkuya kapılmışlardı. Çok geçmeden Ubey, Halil-i Nofel’in kapısında nefes nefese durmuştu. Ubey’in binicisi MIST-é Barut-i kara haberi Halil-i Nofel’e iletmişti. Çok geçmeden bütün bölge Paşa’nın vurulduğuna dair haberle çalkalanmıştı. Haberi alan herkes yollara düşmüştü. Karahan’a haber ulaştığında birçok evden yürekleri dağlayan keskin çığlıklar yükselmişti. Köyün semalarında kullakları sağır eden en şiddetli çığlık ise, hiç şüphe yokki Paşa’nın evinden yükselmişti. Ortalığı velveleye veren insan çığlıkları duvar diplerinde dinlenen kedi-köpek gibi birçok hayvanı da huzursuz etmiş ve köpekler uzun uzun havlamıştı. Evlerden fırlayan kadın-erkek birçok kişi zaman geçirmeden Xelefan bölgesine doğru yola koyulmuşlardı. Paşa’nın üç yetişkin kızı, üç kız kardeşi, yakın akrabaları ve amcasının kızı olan Hanımı HEW, ağıtlar yakarak Paşa’nın vurulduğu bölgeye doğru yola dizilmişlerdi.


Paşa’nın akibetini merak eden yakın akrabaları çatışma bölgesine vardıklarında, çatışma olanca şiddetiyle devam ediyormuş. Emniyet açısından Hasan Çavuş, gelenleri bir müddet için çatışma alanına sokmamış. Akşama doğru çatışma bir an durur gibi olduğunda gelenler Paşa’nın cansız bedenine ulaşmışlar. Paşa’nın cansız bedenine ulaşanlar onu köye götürmek üzere bir ata yülemişler. Atın üstüne adamakıllı bağlanan ceseten yol boyu kan damlamaya devam etmiş. Cesedin bindirildiği atın yularını Amcam Mustafa çekmiş. Atın arkasından yürüyen kadınlar üstlerini başlarını yolarak, yol boyu yürek burkan ağıtlar yakmışlar. Ağıt yakan kadınlar arasında Paşa’nın Hanımı HEW, kızları FATIMA ve XAN ile birlikte kız kardeşi EYŞ, KUDRET ve İMXAN’da vardır. Paşa’nın ölümüne yakılan acıklı ağıtlar kilometrelerce uzaktan duyuluyormuş. Atın üzerine yüzüstü yatırılan Paşa’nın cansız bedeni, bazen kayacakmış gibi olduğunda atın arkasından yürüyen köyün erkekleri hemen müdahalede bulunarak cesedi düzeltiyorlarmış. Çok geçmeden cenaze, Karahan’a ulaştırılmış. Paşa’nın cenazesi taştan yapılma evinin eyvanına uzatılmış. Kadınlar cenazenin etrafında çember oluşturarak üstlerini, başlarını paralamaya devam etmişler.


Bu arada kaçakçılarla jandarmalar arasında süren çatışma hızından hiç birşey kaybetmeden sürüp gidiyordu. Gece karanlığı çökünce silah sesleri seyrekleşmışti. Kaçakçıların kaçışını önlemek için jandarmalar bulunduğu noktadan tek tük atışlar yapıyorlardı. Kaçakçıların kaçabilecekleri olası yollar bir bir tutulmuştu. Herkesin diken üzerinde olduğu bir sırada, gece yarısına doğru gökten, bardaktan boşanırcasına şiddetli bir yağmur yağmaya başlamıştı. Yağmurun şiddetine birde görülmemiş bir fırtına eklenmişti. Jandarmalar aniden bastıran şiddetli yağmur ve fırtınaya hazırlıksız yakalanmışlardı. Arkasında mevzilendikleri kayalıkların arasında sırılsıklam hapis kalan jandarmalar fırtınadan gözlerini açamıyorlardı. Bölgeye yabancı olan jandarmalar gece karanlığında kaçakçıların mevzilendikleri yönü bile şaşırmışlardı. Kaçakçılar kaçmasın diye ara sıra rastgele atışlar yapan jandarmaların bunun dışında yapacakları fazla bir şeyleri de kalmamıştı. Akşam saatlerinde olay bölgesinde toplanan meraklı köylülerin birçoğu şiddetli yağmur ve fırtına karşısında daha fazla dayanamayarak evlerine kaçmışlardı. Olay yerinden ayrılmayı gururlarına yediremiyen birkaç kişi kalmıştı ki onlardan birisi de Dedem Halil-i Nofel’di.


Halil-i Nofel Paşa’nın hem dayısı oğlu ve hem de ablası Ayşe’nin eşi idi. Çocukluğu ve gençliği Paşa ile beraber geçen Halil-i Nofel Paşa‘nın vurulmasından korkunç derecede etkilenmişti. Karanlık çöktüğünde herkes evlerine döndüğü  halde O, dönmemiş ve kaçakçıların  akibetini kendi gözleriyle görmek  görmek istemişti.


Sabaha doğru yağmur ve fırtına yerini derin bir sessizliğe terketmişti. Kaçakçıların mevzilendiği noktaya büyük bir sessizlik çökmüştü. Sabahı beklemekten başka çareleri kalmayan  jandarmalar gece boyu maruz kaldıkları yağmurdan perişan  olmuşlardı. Ortalığın az buçuk aydınlanmasıyla birlikte  jandarmalar tekrar hareketlenmişlerdi. Önce kaçakçıların  bulunduğu  istikamete doğru birkaç el ateş ediliyor. Karşı taraftan herhangi bir cevap gelmeyince herkes büyük bir meraka kapılıyor. Kimisi kaçakçıların tümden öldürülmüş olabileceğini düşünürken bazıları da kaçakçıların hileye başvurabileceklerini, üstlerine gidilmesi durumunda ateş etmeye başlayacaklarını düşünüyorlardı. Bu belirsizlik ortamında Dedem Halil-i Nofel ortaya çıkarak kaçakçıların sığındığı  mevziye sızabileceğini söylüyor. Fark edilmesin diye don gömlek soyunan Dedem Halil-i Nofel yerden sürünerek kaçakçıların bulunduğu mevzinin dış duvarına kadar sessizce sokuluyor. Duvara yakın bir yerden  mevzinin içini  dinleyen dedem, içerde kimsenin olmadığına  kanaat getirince  elindeki silahla mevzinin içine atlıyor. Mevzinin içinde insan adına kimseyi bulamayan Halil-i Nofel kaçakçıların geride bıraktığı yük denklerini görünce Onların gece karanlığından yararlanarak kaçtıklarını  anlamakta geçikmiyor. Kaçakçılar gece yarısı başlayan yağmur ve fırtınadan yararlanarak atlarına binip bölgeden uzaklaşmayı başarmışlardı. Mevzide kimsenin olmadıgını gören dedem, mevzinin duvarına çıkarak yüksek sesle durumu Hasan Çavuş’a bildiriyor. Kaçakçıların kaçma haberini alan Hasan Çavuş büyük bir hayal kırıklığıyla sinirlenerek çevresindeki taşları tekmeliyor. Sabaha yakın tekrar toplanan yakındaki köylüler kaçakçıların terk ettikleri boş mevziye hücum ederek onların geride bıraktığı ve çoğu kışlık elbiseden oluşan Suriye işi ceket ve paltoları ganimet olarak kendi aralarında hızla yağmalıyorlar.


Mustafa Amcamın Dayısı Paşa-yı Mılla Ali öldükten sonra, misafirlerin ağırlandığı, dengbejlerin türküler seslendirdiği kadim odalar,  derin bir sessizliğe gömülmüştü. Ozan ve dengbéj sesleri susunca Amcam kendisine başka merak alanları aramaya koyulmuş ve çok geçmeden de bulmuş.


Devam edecek...



Kadir Büyükkaya



[email protected]

Bu yazı 2137 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum