Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

ARKADAŞIM HALİT - 10. BÖLÜM

23 Mart 2017 - 19:48

ARKADAŞIM HALİT



ONUNCU BÖLÜM



 


 


Mahallemizde Siverek’e taşındığımız günün akşamı bizi içten karşılayan kapı komşumuz Mehmed-é Xec da Eboy Siverek’te Heci Yusuf  İşhanı’nda kahvecilik mesleğini icra ediyordu. Daha sonraları komşuluk ilişkilerimizi kirvelikle taçlandırdığımız bu aile Siverek’in köklü yerlilerindendi. Biz Zazaca konuşurken onlar kendi aralarında Kürtçe konuşuyorlardı. Kürmanci öğrenmemize epey katkıları oldu diyebilirim.  Atadan kalma evlerinin çatısı altında bir zamanlar tamı tamına on beş kişi yaşıyordu. Bu evin fazla büyük olmayan şipşirin bir avlusu vardı. Avlunun ortasında mozaikten yapılmış yuvarlak bir havuz vardı. Fıskiyeli olan bu havuzun etrafında bahar kapıya dayandığında rengârenk güller ve çiçekler açardı. Vita kutularına ekilen onlarca çiçek türü havuzun etrafını botanik bahçesine döndürürdü. Pembe ve kırmızı güller avluya olağanüstü bir hava verirdi. Evin genç kızı Hanım elinde hortum, sabah serinliğinde havuzun etrafını süsleyen boy boy gül ve çiçekleri suladığında avlunun içi buram buram reyhan kokardı. Havuzun başında bulunan şeftali ağacı zamanı geldiğinde pembe çiçekler açar ve insanın yüreğine ferahlık verirdi.


 


Evin reisi Sultan Teyze’ydi. Otoriter bir kadındı. Büyükler ona “Çavuş” derdi. Evin çarkı dümeni onun elindeydi. Ondan habersiz evin içinde sinek bile uçmaya cesaret edemezdi. Ailenin geleceğiyle ilgili bütün önemli kararlar onun ağzından çıkardı. Ailenin biri kız, dört erkek çocuğu vardı. Hepsi de gençliklerinin baharını yaşıyordu. En büyükleri İmam Cerrah güler yüzlü, şen biri olan Kadriye Abla ile evli, Necla ve Mehmet Emin isminde iki çocukları vardı.  Necla M. Emin’den birkaç yaş büyüktü. Bu iki çocuk ailenin sevinç kaynağıydı. Hanım kirvemiz ailenin tek kızıydı. Esmer tenli, kibar ve herkese karşı son derece nazikti.


 


Eyyüp ve ikizi Mustafa kirvemizin dünyaya yedi aylık geldikleri söyleniyordu. Abisi İmam Cerrah ile birlikte Kasaplar Çarşısı’nda küçük bir manav dükkânı işletiyordu. İkizi Mustafa Hacı Yusuf İşhanı’nda kahve işleten babasına yardımcı oluyordu. Mahmut kirvemiz ise lisede öğrenciydi. Sonradan Ziraat Bankası’nda memur oldu.


 


Eyyüp, akrabalarımızdan Rahame ile evlendi. Mustafa, Viranşehir’de yaşayan dayısının kızı Yıldız ile Mahmut ise halasının kızı Fatime ile evlendi. İmam Cerrah  hariç diğerlerinin düğünlerine tanıklık ettim. Evin avlusunda yapılan düğünler üç gün üç gece sürmüştü. Sultan Teyze’nin halay başını kimseye bırakmadığı bu düğünlerde Boyacı İmam cümbüş ve darbuka çalmıştı. Evin dört gelini aynı evin içinde birbiriyle kardeşlermişçesine çok iyi geçiniyorlardı. Dört gelin de annemi kendi öz ablaları gibi görür, anneme karşı saygıda kusur etmezlerdi. İş güç konusunda dara düştüğünde annem, yardımına hemen koşarlardı.


 


Mahmut kirvemizin kızı Bermal kardeşim Ahmet’le yaşıttı. Onun küçüğü Sultan’dı. Babaannesinin ismini almıştı. Anneleri Fatime kirve güngörmüş, sosyal ve son derece kültürlü biriydi. İyi insanların kaderi olsa gerek Fatime kirve çok erken yaşlarda yaşama veda etti. Ölüm haberini aldığımda yurtdışına çıkalı henüz birkaç yıl olmuştu. Üzüntüden birkaç gün kendime gelememiştim.


 


Kirve Mehmedé Xec da Eboy’nın evinde iki de yaşlı kadın yaşıyordu. Bunlardan birisi Mehmet kirvemizin annesi, diğeri ise halasıydı. Anneye “Neno”, halaya da “Bibi” diyorlardı. Her ikisi de çevreden büyük saygı görüyordu. Çok kibar ve saygın insanlardı. Çocuklara birbirinden güzel, çok hoş hikâyeler anlatırlardı. Bazen bana da anlattıkları olurdu. Kaf Dağı’nın ardında yaşayan ejderhalar, ağzından alevler saçan yedi başlı devler, padişahların kaçırılan kızları, onları kurtarmaya yemin etmiş korkusuz kahramanlar ve daha nice serüvenler beni bilmediğim uzak diyarlara yolculuklara çıkarırdı. Masal ve hikâye fabrikasıydılar kısacası.


 


Evin geçimini sağlamakla yükümlü olan Mehmet kirve akşam saatlerinde işlettiği kahveden eve yorgun argın döndüğünde evin bahçesi birden şenlenirdi. Ailenin geriye kalan diğer bireyleri de döndüğünde, birlikte sofraya oturulur, Sultan Teyze’nin hazırladığı leziz yemekler afiyetle yenilirdi. Yemekten sonra avlunun ortasına kurulan büyük ve yüksekçe tahta geçilirdi. Tahta oturanlar demlenen çaylar eşliğinde tatlı sohbetlere dalardı. Ailenin bazı bireyleri ve özellikle iki yaşlı kadın birbirleriyle iskambil oynardı. Diğerleri kendi aralarında çarşı ve pazarda olup bitenleri konuşurdu. Büyükler sohbet ederken evin küçükleri Necla ve M.Emin ortalıkta koşup dururlardı.


 


Günün önemli havadisleri konuşulduktan sonra sıra müzik dinlemeye gelirdi. Mehmed’é Xec’da Eboy’ın evinde hemen hemen her akşam Kürtçe müzik çalınırdı. Evin avlusundan yükselen müzik sesi bütün mahallede yankılanırdı. Mahallemizde sanırım yalnızca Mehmet kirvelerin pikabı vardı. Akşam oldu mu evden yükselen müzik sesi sayesinde bütün mahalle müziğe adeta doyardı. Mehmet kirvelerle bizim evimiz arasında sadece ince bir duvar vardı. Onların evinde yaşanan her türden hareketliliği bizim evin avlusundan  rahatlıkla duyulabiliyorduk. Pikaptan çalınan Kürtçe “Cebeli Miré Hekkari “ türküsü hepimizi ama özellikle yaşlı dedemi eski zamanlara sürüklerdi. Dedem bu türküyü duyduğunda pür dikkat kesilir ve son derece duygulanırdı.


 


Yıllar devrildikçe birçok evde olduğu gibi bu evde de köklü değişikler oldu. Vakti sırası geldiğinde önce sırasıyla oğlanlar evlendi. Sonra evin tek kızı Hanım baş göz edildi. Derken Neno ve Bibi kısa aralıklarla yaşama veda ettiler. Sonra sinsi bir hastalık gelip Sultan Teyze’nin yakasına yapıştı ve onu zamansız kopardı sevdiklerinden. Sultan Teyze yaşama veda edince evin dengesi ciddi  anlamda sarsıldı. Evlenen ve aynı evde yaşayan kardeşler birer-ikişer evden ayrıldılar. Mehmet kirve “Yalnızlık Allah’a mahsustur, “ diyerek bir süre sonra talihsiz bir evlilik yaptı. Evlendiği kadınla aralarında epeyce yaş farkı vardı. Dolayısıyla daha ilk günden itibaren evin içinde huzursuzluk baş gösterdi. Anlaşamayacaklarına kanaat getirdiklerinde, sessiz sedasız ayrıldılar.


 


Çocuklarına yük olmak istemeyen Mehmet kirve kısa bir süre sonra yeniden evlendi. Zinet, Çermikli, orta yaşlı, kibar ve saygılı, çevresiyle iyi geçinen sessiz sedasız bir kadındı. Zinet, Mehmet kirveye iki kız çocuğu verdi. Ne var ki hiçbir şey eskisi gibi olmuyordu. Çocuk kahkahaları, Kürtçe müzik ve yaşlı kadınların anlattiği birbirinden güzel hikâyeler ve masaldan ibaret kalmış, her şey bir varmış bir yokmuşa dönmüştü. Zinet’in kızları yedi-sekiz yaşına geldiklerine Mehmet kirve bir kalp krizi sonucu yaşama veda etti. Bir başına kalan Zinet kızlarını yanına alarak Çermik’e döndü. Kızlarından birisi daha sonra Siverek Postanesi’nde memur oldu. Diğeri ne oldu, bilemiyorum. Zinet kirve ile yıllar sonra babamın taziyesi sırasında Siverek’te görüştüm.Görüşme sırasında duygusal anlar yaşadım.


 


Mehmed’é Xec da Eboy ölünce atadan kalan ev satıldı. Evi alanlar binlerce anı ve hatıranın asılı olduğu duvarları birkaç kazma darbesiyle yere indirerek, yerine birkaç dükkân inşa ettiler. O güzel insanlardan geriye kalan anılar ve yaşanmışlıklar toz toprak altında kalarak tarihe karıştı. Usta yazar Yaşar Kemal’in bir sözü gelip bağrıma oturdu birden:


 


“ O iyi insanlar, o güzel atlara binip gittiler. Biz demirin tuncuna insanın piçine kaldık “


 


 


Devam edecek...


 


 


 


 


Kadir Büyükkaya / Holland


[email protected]


 


 


 

Bu yazı 1473 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum