Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

ARKADAŞIM HALİT - 11. BÖLÜM

02 Nisan 2017 - 07:40

ARKADAŞIM HALİT


11.BÖLÜM


 


Mehmet-é Xec’da Ebo’nun bitişiğinde Zin’a Şeyh Kefır’an isimli orta yaşlı, son derece saygın bir kadın oturuyordu. Abisi Zülküf  Şanlı bir iki sokak ötede halam İmhan’ın evine yakın bir yerde oturuyordu. İki katlı küçük bir evde yaşamını sürdüren Ziné ablanın hal ve hareketleri çok asildi. Yakın akrabaları dışında kimselere fazla gidip gelmezdi. Oturduğu evin sokak kapısından ikinci kata dik ve dar bir merdivenle çıkılıyordu. Yukarda üstü açık küçük bir hol vardı. İstenilmesi durumunda bu holden küçük bir merdiven yardımıyla evin damına çıkılıyordu.


 


Oturma odasının kapısı batıya bakıyordu. Ziné ablanın iki oğlu, üç de kızı vardı. Küçük oğlu Şehmuz yaşıtımdı. Mahallede herkes ona “Gülo” diyordu. Gülo’nın babası Ahmet amca ve abisi Gaffur yıllar önce bir mahalle bekçisinin öldürülmesinden sorumlu tutularak Urfa’da bir cezaevine konulmuşlardı. Annesi ve yakın akrabaları onu el bebek gül bebek büyütmüşlerdi. Ailenin el üstünde tuttuğu Gülo’nın bir dediği iki edilmiyordu. Mahallemizde en güzelinden elbiseleri ve ayakkabıları o giyerdi hep. Birçoğumuza göre ayrıcalıklıydı. Mesela mahallede sık sık sinemaya giden nadir çocuklardandı. İlk sinemaya gidişimi de ona borçluyum. Hiç unutamıyorum, bir gün beni sinemaya davet etti. Ne var ki ikimizin de cebinde bilet alacak parası yoktu. Gülo’nın   “Gel bir çaresini buluruz “ demesi üzerine çarşıda, Şeytan Köçesi’nde bulunan kışlık sinemanın yolunu tuttuk. Sinemaya varmadan çarşıda orta yaşlı, giyimi kuşamı düzgün bir amcayla karşılaştık. Gülo adamı görünce hemen yanına giderek onu büyük bir saygıyla elinden öptü. Adam Gülo’nın başını okşayarak avucuna bir lira sıkıştırdı. Gulo elinde tuttuğu bir lira ile yanıma gelerek: “Sinema paramız çıktı; kirvem bana bir lira verdi“ dedi.


 


Ordu Sineması’na koştuk. Bayram nedeniyle sinemada üç film birden oynatılıyordu. Biri kovboy filmiydi. Biz ona “gâvur” filmi diyorduk. İnsanların uzayan yüzleri ve iki metreyi bulan boyları beni şaşırmıştı. Aklımdan ‘demek ki gâvur milleti böyle bir şey’ diye geçirmiştim. Bu farklılığın filmin oynatıldığı makinenin tekniğinden kaynaklandığını öğrenmem için aradan uzun yılların geçmesi gerekiyordu. Üç film izledikten sonra dışarıya çıktığımızda, gece karanlığıyla karşılaştığımda tuhaf bir duyguya kapılmıştım. Anne ve babamın korkusu bir anda yüreğimi esir almıştı. Ben az sonra evdekilere nasıl hasap vereceğimin korkusuyla kıvranırken Gülo yol boyunca bana az önce izlediğimiz filmlerin özetini çıkarmakla meşguldü.  Gülo’nun  neler anlattığını anlamıyordum bile. Çünkü benim aklım fikrim birazdan evde kopacak kızılca kıyameteydi. Neyse ki korkulan olmadı, “bayram dolayısıyla akrabalara gittim” yalanıyla başımdaki belayı zor bela defedebilmiştim.


 


Arkadaşım Gülo sinemaya gitmeyi hiç aksatmıyordu. Tarkan, Karaoğlan ve Malkoçoğlu filmlerini izlemeye gider, izlediği filmlerin özetini ertesi gün mahallede biz çocuklarla paylaşırdı. O kadar içten ve o kadar etraflıca anlatırdı ki, biz çocuklar para ödemeden filme gitmiş gibi olurduk. Gülo filmi ateşli ateşli anlatırken biz filmde olup bitenleri gözümüzün önünde canlandırarak alabildiğine heyecanlanırdık. Filmde kötü rol üstlenen Erol Taş, Hayati Hamzaoğlu ve Bilal İnci gibi oyuncuların genel ismi “Kalleşti” Gülo’nun dilinde. O kalleşlerin yaptığı kötülüklerden söz edince,  biz ağız birliği etmişçesine kalleşlere yakası açılmamış küfürler savurur ve ana avrat düz giderdik.


 


Gülo’nun bir de çizgi roman okuma alışkanlığı vardı. Sağdan soldan bulduğu Tommiks, Teksas, Zagor gibi çizgi romanlarını bol bol okur ve bize etraflıca anlatırdı. Oynarken bile elinde çizgi romanı eksik olmazdı. Onun sayesinde birçok çocuk gibi ben de tiryakisi olmuştum bu çizgi romanların.


 


Okuduğum bu çizgi romanlar sayesinde mahalle arkadaşlarıma bir de bu kitaplardan edindiğim kahramanlar katılmıştı. Çelik Bilek, Konyakçı, Profesör, Rodi ve Suzi hayatımın her alanında, adım adım benimleydi artık.


 


Gülo’nun bir  de üç kız kardeşi olduğunu söylemiştim. Büyüğünün adı Hanım, ortancası Sultan küçüğünün adı ise Hasret’dı. Anneleri Ziné Teyze onları kimseye muhtaç etmemek için elinden geleni yapıyordu.


 


Arkadaşımız Gülo, cezaevinde kalan baba ve abisinin tahliye edileceği günün hayaliyle yaşıyordu. Ne var ki o gün hiç gelmedi ve gelmeyecekti de. Bir gece Urfa semalarında hava aydınlanmadan cezaevi çatısında yankılanan iki el silah sesi  Gülo’nun bütün hayallerini yerle bir etmişti. Babası cezaevinden firar etmeye teşebbüs etmiş ve cezaevinin çatısında jandarmalar tarafından sırtından vurularak öldürülmüştü. O günü çok iyi hatırlıyorum. Sokak başında oyun oynadığımız bir sırada Güloların kapısına bir minibüs yanaştı. Minibüsün üstüne sıkı sıkıya bağlanan bir tabut dikkatimizi çekmiş ve meraklı gözlerle minibüsün etrafını hemencecik çevirmiştik. Minibüsü ve üstündeki tabutu fark eden mahallenin yetişkinleri koşup hemen elbirliğiyle tabutu minibüsten indirmişlerdi. Sevdikleriyle son kez vedalaşsın diye birkaç dakikalığına eve taşınan tabut aile bireylerinin yaktığı ağıtlar ve gözyaşlarıyla karşılanmıştı. Yakılan ağıtlar yeri göğü inletiyordu. Gülo olup bitenlere anlam veremiyor, şaşkın gözlerle etrafına bakmakla yetiniyordu.


 


Babasının ölümünden  bir süre sonra Gülolar Siverek’ten İzmir’e taşındılar. İki katlı bu küçük evi, kendisi aynı zamanda akrabamız olan Abdülkerim satın aldı. Abdülkerim’in yaşlı bir annesi vardı. Biz ona Niyaj Eyş’a Kalan diyorduk. Hayvan alım satımıyla uğraşan Abdülkerim’in Eşi Nihal de bir akrabam olan Osman’é Elan’ın kızıydı.


 


Evin zemin katında bulunan küçük bir bölümde devamlı bir-iki hayvan beslenirdi. Geçimini hayvancılıkla sağlayan Abdülkerim’e bu ev küçük geldiğinden evi satıp başka bir mahalleye taşındılar. Evi satın alanlar bir müddet sonra evi yıkıp yerine birkaç dükkân inşa ettiler. Böylelikle Ahmet’é Şeyh Kefır’dan kalan bu ev anılarıyla birlikte tarihe karıştı. Ama her şeye rağmen bu evde yaşayanlardan geriye güzel anılar kaldı ve aynı mahallede yaşayan birçok güzel insan bu anıları yüreklerinde yaşatmaya devam ettiler.


 


Ahmet’é Şeyh Kafır’ın cezaevinden kaçmaya kalkışması sonucu öldürülmesiyle ilgili bir anım var ki, bunu sizlerle paylaşmadan edemeyeceğim. Hollanda’ya gelişimin ilk yıllarıydı. Diyarbakırlı bir arkadaşımın evine misafirliğe gittim. Gittiğim evde Hollanda’nın başka bir şehrinde yaşayan Hazrolu birisiyle tanıştım. İsmi Salih Çalı olan bu şahıs sohbet sırasında benim Siverekli olduğumu öğrenir öğrenmez dik dik yüzüme baktı,  sonra ayağı kalkarak beni sımsıkı kucaklayıp öptü. Salih Ağabey bana Siverek’ten Ahmet’é Şeyh Kefır’ı tanıyıp tanımadığını sorunca, “Tanıyorum” dediğimde gözleri nemlenmiş ve bana tamı tamına şunları anlattı:


 


“Kadir” dedi. “Hollanda’ya gelmeden önce kamyon şoförüydüm. Bir gün kamyonumdaki birkaç sandık kaçak çayı sahibine naklederken Jandarmaya yakalandım. Beni Urfa Cezaevi’ne hapsettiler. Orada Siverekli rahmetli Ahmet Şeyh Kefır ve oğlu Gaffur ile tanıştım. Soyisimleri Kart’ı. Ahmet ile birbirimize ısındık, kan kardeşi olduk. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyordu.”


 


“Ahmet’in tahliye olmasına kısa bir süre kalmasına rağmen, cezaevi yaşamı ona ağır ve sıkıcı geliyordu artık. İçerisi onu fazlasıyla bunaltmıştı. Sonunda firar etmeyi kafasına koydu. Biz onu aldığı bu uğursuz karardan vazgeçirmek için çok uğraştık. Ne var ki onu aldığı bu karardan vazgeçiremedik. Kaçacağı gece hepimizle tek tek helalleşip vedalaştı. Sabah namazını kılıp büyük bir sessizlik içinde koğuştan ayrıldı. Başına bir iş gelmesin diye hepimiz ona hayır duasında bulunduk. Fakat ne var ki ettiğimiz duanın ve niyazın hiçbirisi fayda etmedi. Aradan kısa bir süre geçmişti ki, iki el silah sesiyle irkildik. Hepimiz olduğumuz yerde donduk kaldık. Vücuda saplanan kurşun sesini uzaktan tanırdım. Silah patlar patlamaz çevremdekilere   “ Eyvah, Ahmet’i vurdular, Ahmet öldü!“ dedim. Tahminimde yanılmamıştım, keşke yanılsaydım. Birkaç dakika içinde Ahmet’in ölüm haberi cezaevinde dalga dalga koğuştan koğuşa yayıldı. “ dedi.


 


Hazrolu Salih Amca’yla o günden sonra sıkı bir dost olduk. Ahmet amcanın şahsında Sivereklilere büyük saygı ve sevgi duyuyordu.Yıllar sonra kanser iletine yakalanan ve vefat eden Salih Amca’yla her görüştüğümüzde, o bana Ahmet Amca’nın o kahrolası firar gecesini, ben de ona Gülo ile olan arkadaşlığımı ve Ziné Ablalarla olan komşuluk ilişkimizi anlatırdım.Ziné Abla ve oğlu Gaffur’un belli aralıklarla öldüğünü duydum. Diğer çocukları İzmir’de yaşıyormuş. Kim bilir belki bir gün yollarımız kesişir de bir yerde oturur mazide kalan çocukluğumuzu konuşuruz Gülo ile...


 


Devam edecek...


 


 


Kadir Büyükkaya / Holland
[email protected]

Bu yazı 1726 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum