Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

ARKADAŞIM HALİT - 12. BÖLÜM

09 Nisan 2017 - 14:59

ARKADAŞIM HALİT
ON İKİNCİ BÖLÜM..


 


Güloların arka tarafına düşen ev  Şahbıkanlarındı. Onların bitişiğinde Gözelekli bir aile kalıyordu. Her iki ailenin de köyle bağlantıları vardı. Çiftçilikle uğraşıyorlardı. Gözeleklilerin okula giden çocukları vardı; Emin ve Faruk. Bir de büyükleri vardı, ama ismi şimdi hatırımda değil. Soy adları Çetiner di. Şahbıkanların komşuları Ali-yé Hec Aliyan Al’dı. Avukat Heci Al ile yakın akrabaydılar. Hatta yanılmıyorsam kardeştiler. Oğlu Kesko ile ara sıra oyun oynardık.


 


Sözünü ettiğim bu üç ailenin sokak kapıları Duz-é Heci Ayıba meydanına bakıyordu. Burası meydandan ziyade boş bir alandı. O zamanlar gözümüze çok büyük görünen bu boş alan bizim oyun alanımızdı. Boş zamanlarını burada değişik oyunlar oynayarak geçirirdik. Büyüklerimizin anlattığına göre Duz-é Heci Ayıba eskiden bir mezarlıkmış. Bizim zamanımızda alanın bir köşesinde halen bir iki mezar kalıntısı duruyordu. Oyun oynarken gözlerimiz arada bu mezar taşlarına takılır ve ister istemez irkilirdik.


 


Duz-é Heci Ayıba Meydanı daha sonra Zülfükar Polat isimli Şeyhanlı bir Almancı tarafından satın alınıp dükkânlara dönüştürüldü. Bekir Minteş isimli, kibar biri bu dükkânlardan ikisini birleştirerek köşe başında bir kahvehane açtı. Evi Şair İbrahim Rafet İlkokulu’nun oralarda bir yerdeydi. Açılan Mahallemizin ilk kahvehanesi olan bu yerde ilk gençlik yıllarımız geçti diyebilirim. On sekiz yaşını doldurmadığımız için polis kontrolünden çekinir ve daha çok kahvehanenin arka tarafında bulunan bir köşede oturmayı tercih ederdik. Bekir’in Remzi ve ismini hatırlamadığım iki yeğeni vardı. Kahvehanede amcasına yardımcı oluyorlardı. Farklı siyasi görüşten gençler kahveye takılır ve ara sıra birbiriyle yoğunca tartışırdı. Yaşlılar domino, gençler tavla, orta yaşlılar da televizyon gürültüsü eşliğinde iskambil oynardı. Akşam saatlerinden gecenin ilerleyen saatlerine kadar kahvehanenin bir köşesinde duvara monte edilen renksiz bir televizyondan Kaynanalar dizisinin müziği ve İzocam reklamının sözleri yankılanırdı. O reklam müziğinin sözleri halen kulaklarımda çınlayıp durur.


 


Kahvehanenin tam karşı tarafında, köşe başında çarşıda yağ alım satım işiyle uğraşan Mahmut-é Talıb’an  adında birisi oturuyordu. Soy ismi Turan olacakti.Talib ve Selhattin isminde iki oğlu, bir de kızı vardı. Bir büyük oğlu da yanılmıyorsam bir olayda hayatını kaybetmişti. Evlerinin sağından geçen dar sokaktan yukarıya doğru çıkıldığında Ramazan amcamın evine gidilirdi.


 


Mahmut-é Talıb’ın sol tarafında Hüseyné Paşa-y oturuyordu. Hüseyin Amca o zamanlar orta yaşın üzerinde birisiydi. Beyefendi biriydi. Oğullarından biriyle aynı evde kalıyordu. Boy boy torunları vardı. Torunlarından birisi benimle yaşıttı.  Hüseyin Amca’nın sanırım Çeltik Köyü’nde hatırı sayılır bir hissesi vardı. Maddi durumu gayet iyiydi. Babamla çok samimiydiler. Önemli konularda babam onun görüş ve düşüncelerine başvururdu. Bir oğlu akrabalarımızdan Mehmet-é Şéxo’nın kızı Sedriye abla ile evliydi. Babamın bu aile ile yakın ilişki içerisinde olmasının temelinde sanırım Sedriye ablanın da rolü vardı.


 


Hüsayné Paşa’nın sol tarafında tam köşe başında Gögerçinli bir aile oturuyordu. Bu aileyle eskilere dayanan bir kirvelik hukukumuz vardı. Gögerçin Köyü’nde oturan Zülfikar Kirve babamın ortağıydı. Kapısında babamın hatırı sayılır hayvanı vardı. Daha sonraki yıllarda kirveliğimizin yenilendiği bu ailenin evlerinin sokağa bakan cephesinde kendilerine ait küçük bir dükkânı vardı. Bu dükkânı Fırat boylarından Siverek’e yerleşen ve mesleği marangozluk olan iki kardeş kiralamıştı. Derviş isminde kısa boylu, esmer, sakallı bir babaları vardı. Çocukları marangozluk mesleğini yanılmıyorsam ondan öğrenmişlerdi.


 


Dükkânda daha çok dünyaya gözlerini yeni açan çocuklar için tahtadan beşikler yapılırdı. Demir beşiklerin revaçta olmadığı bu yıllarda özene bezene yapılan ve farklı renklerle boyanan bu beşikler dükkân önünde yan yana dizilerek çocuk bekleyen ailelerin beğenisine sunulurdu. Bağ bozumuna yakın, yani KERGE zamanı pestil yapımında kullanılan tahtadan malalar ve bulamaca batırılmak üzere tahtadan develer de yapılırdı bu dükkânda. Elli kuruşa satın aldığımız bu tahta develeri bulamaca batırıp evimizin bir köşesine asmak bizim için büyük bir eğlenceydi.


 


Mahallede herkesin yakından tanıdığı bu ailenin yaşlı bir reisi vardı. İsmi Paşa’idi. Mahalle de herkes ona “Paşa-é Geyik’an” diyordu. Biri evli diğeri bekâr iki yetişkin oğlu vardı. Evli olanı Mahmut Abi, Hamra adında son derece kibar ve cefakâr bir kadınla evliydi. Ailenin altısı erkek, dördü kız toplam on çocuğu vardı. Onları geçindirmek pek kolay değildi. İsimlerini hatırladıklarım şunlardı; Sedat, Paşa, Nusret, Fuad, Nedret ve Cuma…


 


Mahmut’un Şevket adında bir kardeşi vardı. Henüz evlenmemişti. Ekonomik sıkıntılara aldırmadan şartları zorlayarak çok şık giyinmeye özen gösterirdi.Şevket Siverek’te tutunamaz sık sık İstanbul’la gider gelirdi. Komşuları Hüseyné Paşa’nın maddi durumu ne kadar iyiyse bu ailenin durumu bir o kadar kötüydü. İki yakası bir türlü bir araya gelmiyordu. Kiraya verdikleri dükkan ve  Hamra Abla’nın eski bir makineyle yaptığı ufak tefek dikiş işleri ve büyük oğulları Sedat’ın sokak sokak dolaşarak sattığı elmalı şeker, tatlı ve benzeri şeyler ailenin geçimini sağlamaya yetmiyordu.


 


Kiracısı olan marangoz kardeşler Siverek Kalesi’nin alt taraflarında kendilerine daha uygun bir iş yeri bulunca Mahmut kirveler için bir nevi geçim kaynağı olan bu dükkân boş kalmış ve dolayısıyla buradan gelen kiradan mahrum kalmışlardı. Dükkân küçük olduğundan ve başkaları da kiralamayınca, bir şeyler kazanırım umuduyla Mahmut Abi kendisi yerleşti bu dükkâna. Sağdan soldan buluşturduğu az bir sermaye ile işe başladı.


 


Önceleri kardeşi Şevket de kendisine yardımcı oluyordu. Şevket’in bir yerlerden temin ettiği iki sinema afişi dükkânın taş duvarına özenle iliştirilmişti. Bu afişler gelen gidenin ilgisini çekiyordu. Biz çocuklar ara sıra dükkânın önünden geçer ve bu afişlere bakar dururduk. Afişlere baktığımızda kendimizi sinemaya gitmiş kadar şanslı görürdük. Afişlerin birisinde Demir Karahan adlı bir aktörün ismi yazılıydı. Soy isminden hareketle bunun akrabamız olabileceğini düşünerek zaman zaman mutlu olurdum.


 


Mahmut kirvemizin çalıştırdığı dükkânın iş yapmayacağı kısa sürede anlaşılmıştı. Zaten yapı itibariyle dükkân işletecek normlara sahip değildi. Çocukluğunda babası Paşa’yé Geyık’ın maddi durumu iyi olduğundan, özelikle annesi onu hiçbir işe koşturmamış, rahata alıştırılmıştı. Bu yüzden eli iş tutmuyordu. Günün birinde sıkıntıya düşeceğini hiç hesaba katmadığından zorluklarla boğuşma becerisini elde edememişti. Bu yüzden el attığı her iş elinde kalıyordu. Dükkân işinde de böyle olmuştu. Bir iki kasa sebze ve bir o kadar düşük kaliteli meyvenin bulunduğu bu küçücük iş yeri açıldığı gibi kapanıyordu. Bazen siftah etmediği günler bile oluyordu. Başta annem olmak üzere vicdanı sızlayan mahalleli kadınlar eve kötü sebze geleceğini ve bu yüzden akşam eşlerinden azar işiteceklerini bildikleri halde meyve sebzeyi Mahmut kirvemden aldırırlardı bize. Fakat bu kişisel gayret ve çaba onun içinde bulunduğu sıkıntılı duruma derman olmaya yetmemişti.


 


Mahmut kirvenin becerisizliğinden dolayı bütün gayretine rağmen işleri bir türlü rayına oturmuyordu. Düzelmek bir yana her geçen gün biraz daha kötüye gidiyordu. Toptancılardan alınan meyve ve sebzeler satılmadığından çoğu zaman olduğu gibi çöpe gidiyordu. Hamra Abla’nın dikişten kazandığı birkaç kuruş ve yedi sekiz yaşlarında olan Sedat’ın elmalı şeker- tatlı satmaktan elde ettiği para olmasaydı ailece çoktan perişan olacaklardı.


 


Ailenin reisi Paşa-é Geyik bir kalp krizi sonucu ölünce yoksulluk daha da çekilmez bir hal almıştı bu aile için. Gün görmüş devran devirmiş bu saygın insan öldüğünde biz çocuklar ilk kez ölümün acımasız yüzüyle tanışmıştık. Bir gün önce dükkânın önünde oturan Paşa-é Geyik bir gün sonra toprağa verilmişti. Paşa’nın ani ölümü onun temiz ve iyi bir insan oluşuna yorumlanıyordu. Büyüklerimize göre iyi insanın ölümü kolay oluyormuş. İnsan kötü olunca ölümü de o denli kötü oluyormuş. Paşa Geyik kirvemiz iyi birisi olduğundan ölümü çok kolay olmuştu. Paşa-é Geyik’an gidince geride kalanlar yaşamın acımasızlığı karşısında yapayalnız kalmışlardı.


 


Annemin Hamra kirveyle olan ilişkisi ana kız düzeyinde bir ilişkiydi. Annem, Hamra kirvem için zor ve sıkıntı zamanlarda sığınacağı güvenilir bir limandı. Umudun ve çarenin tükendiği anlarda o anneme koşardı. Annem elinden geleni, yapabileceklerini esirgemezdi ondan. Bu yakın ilişkiden olsa gerek Hamra Abla oğlu Cuma için annemi kirve olarak seçmişti. Siverek ortamında kadının kirve olması adetten olmadığından bu görevi babama devretmişlerdi.


 


Hiç kimseye zararı olmayan, kendi halinde kendi yağıyla kavrulan bu yoksul ailenin başına sonradan epey işler geldi. Yoksulluk ve çaresizlik bu aileyi istenilmeyen ağır sorunlarla yüz yüze getirdi. Çocuklarının geçimi için canını dişine takan Hamra Abla eşinin elinden yaşamından oldu. Fukaralığın bir bu yana bir o yana savurduğu Mahmut kirve hayatının hatasıyla yüzleşti. Çocuklar kaderin kendilerine oynadığı oyunun acısıyla kavrulup durdu. Sonuçta gidenler arkasında bol acılı anılar bırakarak çekip gittiler bu dünyadan. Geride kalanlar bin bir inatla yaşama tutunmaya çalıştılar. Anne yaşamını kaybedince ve baba da babalık vasfını yitirince ailenin bütün yükü çocukluğunu yaşamayan Sedat kirvemizin omuzlarına bindi. Kardeşlerini kimseye muhtaç etmeden alnının akıyla yuvadan uçurmayı hedefleyen Sedat kirvenin el atmadığı iş, katlanmadığı sıkıntı kalmadı. Şunun bunun kapısında çobanlık yapmaktan, lahmacun, tatlı, haşlanmış nohut ve elmalı şeker satmaya kadar her işe el attı. Kardeşlerine sahip çıkma adına bu işlerle uğraşırken bir yandan da eğitimini ihmal etmedi. Okuyup öğretmen oldu. Sedat kirvenin kanat gerdiği kardeşleri zamanı gelince yuvadan uçtular. Sedat Urfa ‘da öğretmen şimdi. Kardeşleri evlenerek çoluk çocuğa karıştılar.


 


Gereğinden fazla yoksul olduğu halde çocuklarının geçimini el emeği göz nuru terzilikten temin ettiği halde kendisinden daha yoksul olan insanlardan para almayacak kadar mert ve merhametli olan Hamra kirvemi, toplumsal geriliğin sillesini yiyen ve hak etmediği bir noktaya gelen Mahmut kirvemi saygı ve rahmetle anıyorum.


 


 


Devam edecek...


 


 


 


Kadir Büyükkaya / Holland


[email protected]

Bu yazı 1925 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum