Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

ARKADAŞIM HALİT - 3. BÖLÜM

29 Ocak 2017 - 12:24

ARKADAŞIM  HALİT..



ÜÇÜNCÜ  BÖLÜM…..





 


 


 


Şehre vardığımızda hava iyiden iyiye kararmıştı.Geceyi gündüze çeviren sokak lambaları hemen dikkatimi çekiyor. Şehrin cadde ve ara sokaklarından ilerliyerek evimizin bulunduğu sokağa ulaşıyoruz. Kamyon evimizin kapısında durunca, motor sesini duyan komşularımızdan bazıları büyük bir merakla dışarı çıkıyorlar.Dış kapısı parlak tenekeyle kaplı  bir kapıdan çıkan kadınlı erkekli bir grup insan kamyona yanaşıyor.Kapının üstündeki  “Tavşanlı Sokak” yazısını ve 31 numara rakamını kıt Türkçemle zor bela okuyabiliyorum.Dışarı çıkanlar  bir anda etrafımızı sarıyorlar. Etrafımızı saran insanların yakın ilgisi bizi fazlasıyla sevindiriyor. Şehre karşı olan korku ve tedirginliğim az da olsa azalıyor. Bizi karşılamak için dışarıya çıkan ve ilgi gösteren bu insanların bazıları daha önce babamla tanışıyorlardı. Kapı aralığından bahçesini görebildiğim bu evde babamın daha önceden tanıştığı ve bir keresinde köyde bize misafir ettiği Sultan Teyze oturuyordu. Geleceğimizden haberi olan Sultan Teyze kamyon sesini duyunca, eşi ve çocuklariyla birlikte kendisini dışarı atmıştı.


 


Önce babam kamyondan yere atlayarak ,inmemize yardımcı olmak için şoför mahalline yöneliyor. Önce biz çocukları alıyor, sonra anneme yardımcı oluyor. Yolculuk sırasında başı dönen ve midesi bulanan annem kamyondan iner inmez sağa sola sendeleyerek düşmemek için kamyonun kasasına  tutunuyor.Sonra kendini toparlayarak  çevresine sevecen gözlerle bakıyor. Babamın “ ahiret bacımdır” dediği Sultan Teyze yardımcı olmak için hemen anneme koşuyor, koluna girip, büyük bir samimiyetle onu yanaklarından öpüyor. Ardından sırasıyla bizi kucaklayıp öpüyor.  Bu arada babam dedemi elinden tutarak  onu kamyondan indiriyor  Az ilerimizde duran Sultan Teyze ve  eşi Mehmet Dayı dedemin kamyondan indiğini görünce hamle yapıyor,   büyük bir saygıyla dedemim elini öpüyorlar. Sonra babamla tokalaşarak birbirlerine hal hatır sorduktan sonra Mehmet Dayı  elini kafama koyarak beni seviyor ve annemle de merhabalaşıyor.


 


Herkes meraklı gözlerle bizi izliyorlar. Sonra birer ikişer annem ve babamla merhabalaşıyorlar. Hoş geldiniz faslı bitince herkes elini bir işe atıyor ve eşyalarımızı kamyondan indirmeye başlıyorlar. Rahat edelim diye biz çocukları ve  dedemi evimizin bir odasına yerleştiriyorlar. Dedemizin dizi dibinde oturarak eşyalarımızın kamyondan boşaltılmasını bekliyoruz. İyi ve güzel yürekli komşularımız eşyalarımızı bir çırpıda kamyondan indiriyorlar.


 


Eşyalar evimizin bahçesine gelişi güzel indirilip, oraya buraya bırakılıyor. Eşyaların yerlerine yerleştirme işi yarına bırakılarak komşuların getirdikleri yemek için sofraya oturuyoruz. Sultan Teyze kendi eliyle şehir usulü birbirinden güzel yemekler hazırlayarak bize güzel bir sofra hazırlamıştı. Pirinç pilavının beyazlığı, kuru fasulyenin üzerinde biriken kalın yağ tabakasının şekli ve fabrika unundan yapılmış ince saç ekmeğinin beyazlığı hafızama öylesine kazılıyor ki;  bu anı hayatım boyunca  bir daha asla unutmayacaktım!


 


Yemekten sonra, annem, babam, dedem, Sultan Teyze ve  Mehmet Dayı  koyu bir sohbete koyuluyorlar. Samimi bir havada geçen sohbet bir süre devam ediyor. Daha sonra yoğun geçen günün yorgunluğu göz önünde bulundurularak sohbete son veriliyor. Sultan Teyzeler  evlerine dönünce annem yer yataklarımızı hazırlamaya koyuluyor.  “Bismillah” diyerek yataklarımıza giriyoruz. Kardeşim Sait ile birlikte dedeme ayrılan küçük odada uyuyacaktık. Bu Siverek’te geçireceğimiz ilk gecemiz olacaktı.  Gözlerimi sımsıkı kapattığım halde bir türlü uyuyamıyordum. Gece boyu bir o yana bir bu yana dönüp durdum. Gözüme bir damla uyku girmiyordu. Şehirde kimler arkadaşım olacaktı, okula ne zaman başlayacaktım, Türkçe bilmediğim için ne kadar zorlanacaktım buna benzer soruların cevabını bulmak için kendimle didinip duruyordum.  En çok düşündüğüm ve aklımdan hiç çıkmayan insanların başında hiç şüphesiz köyde bıraktığım ve ablam gibi sevdiğim EBO geliyordu. Kendimle uğraşırken  uykuya dalmışım,  gözlerimi açtığımda sabah olmuştu. Ve ben Siverek’te karşılayacağım binlerce şafak vaktinden sadece birisine “merhaba” demiştim.


 


 


Sabah erkenden uyandım.  Gözlerimi ovuştura ovuştura  nerede olduğumu anlamaya çalışıyorum Sonra dün gece olup bitenleri anımsayıp rahatlıyorum. Annemin “Şehre gideceğiz “diye köyümüzün tek terzisi olan Cimé Paşa’nın eşi Rahime Teyze’ye diktirdiği çizgili pijamama hayran hayran bakınarak kendi kendime seviniyorum. Biraz oyalandıktan sonra yataktan çıkıp, üstümde çizgili pijamam bahçeye çıktım.  Bahçemizin bir köşesinde bulunan  iki ağaç dikkatimi çekiyor. Sonbaharın hüznü ağaçlara da vurmuş,   iyiden iyiye sararmış, tek tük yaprak asılı kalmıştı dallarda. Ağaçlara dikkatlice bakarak bunların hangi meyve ağacı olduğuna dair bir fikir edinmeye çalışıyorum. İşin içinden çıkamayınca bahçenin içinde akşamdan indirilen eşyaları içeriye taşıyan anneme soruyorum. Annem ağaçlara bakarak:  “Şu gördüğün büyük ağaç şeftali diğeri ise kaysı ağacıdır “diyor. Annem işinin başına dönünce ben bahçenin orta yerinde durmuş, gözlerimi gökyüzünün derinliklerine dikmiş, bakınıyordum.  Köy yerinde gökyüzüne bakarken adeta bütün dünyayı görebiliyordum. Oysa şimdi, sadece bir-iki tarla genişliğinde bir avuç gökyüzü görebiliyordum. Ve bu durum yüreğimi daraltıyordu…


 


Biz içerde  mışıl mışıl uyurken annem, son birkaç günün yorgunluğuna aldırmadan hummalı bir şekilde  eşyalarımızın önemli bir bölümünü tek başına içeriye taşımıştı. Annem elinde öteberi bir içeri bir dışarı girip çıkarken dedem ve kardeşim Sait de uyanıyorlar.


 


Babam erkenden uyanmış, çay içmek için çarşıya inmişti. Dedem kuşluk namazını kılmak için abdest almaya hazırlanırken annem elindeki işi yarıda bırakarak bize kahvaltı hazırlamaya koyuldu.  Kahvaltıdan sonra ben sokakta akıp giden yaşamı merak ederek, biraz ürkek ve biraz da tedirgin adımlarla -annemden gizli- sokak kapısına yöneldim.


 


Sokak kapısının üst kısmı kemerliydi. Siverek’te bu tip yapılara “ KENTIRMELİ”  deniliyordu. Taş yontma işçiliğinin ustaca sergilendiği bu kapı işçiliği Ermeni mimarisinin şaheserlerinden sayılıyordu. Bunu anlamam için aradan uzun yılların geçmesi gerekiyordu. Siverek’te hemen hemen her evin sokak kapısında bulunan, insanı tarih ve kültürle buluşturan bu kapı modelleri şehrin en belirgin yüzüydü. Köy ile şehir arasındaki mimari farklılık kendini daha çok evlerin kapı ve pencerelerinde gösteriyordu. Tarih, sanat ve medeniyet kokan bu kemerli yapılar insanda hayranlık uyandırıyordu.


 


Evimizin sokak kapısı Siverek’te örneklerine çokça rastlanan  “Kentirmeli” kapılardan sadece birisiydi. Sağlam tahtadan yapılan ve arkadan kalın kalaslarla desteklenen kapının ortasında içinden bir insanın geçebileceği büyüklükte ikinci bir kapı oyulmuştu. Normal gidiş gelişlerde insanlar bu küçük kapıyı kullanıyordu. Siverek’te yaşayanlar bu küçük kapıya “ENUG” diyordu. Ana kapının içinde, yirmi-otuz cm yukarıda açılan bu kapıdan içeri girmek için insanların ayağını azıcık yükseğe kaldırması gerekiyordu. Bazı evlerde bu küçük kapıların kendiliğinden kapanması için kapıya basit bir yay monte ediliyordu. Eve gelen saygın bir misafir  gideceği sırada ev sahibi saygı gereği bazen kapının arkasındaki büyük çengeli kaldırarak ana kapıyı tümüyle  açardı. Bir de Siverek’te evlerde hayvan besleme ihtiyacı olduğundan ötürü hayvanların geliş gidişi için de yine bu büyük kapılar kullanılıyordu.


 


Devam edecek...


 


 


 


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]


 


 


 

Bu yazı 1450 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum