Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

ARKADAŞIM HALİT-17. BÖLÜM

02 Haziran 2017 - 00:24

ARKADAŞIM HALİT
ON YEDİNCİ BÖLÜM


 


Bizim evin hemen bitişiğinde M. Emin-é Nazoya, Bağbancı Mısto Dayı ve halde meyve ve sebze toptancılığıyla uğraşan Mahmut Abi’nin evi vardı. Onların tam karşısında ise Muhacir Marangoz Ali’nin evi vardı. M.Emin-é Nazoya, oğlu Salih okulda kavga ettiği çocuklar tarafından bıçaklanınca, apar topar mahalleden taşındı. Nereye taşındıklarını hatırlamıyorum. Daha sonraki yıllarda Siverek’te kendisi ile bir daha hiç karşılaşmadık. Kimbilir belki de Siverek’in dışına taşınmıştı. Onun boşalttığı iki göz odalı bu eve daha sonra Geyiklerden Akif diye biri yerleşti. Akif, Karayollarında çalışıyordu. İlk evliliğinden Ali adında benimle yaşıt bir oğlu vardı. Onlar da kısa bir zaman sonra başka bir mahalleye taşındılar.


 


Onların yerine -1970 başlarıydı- Siverek Buğday Pazarı’na yakın bir çayhanede ocakçılık yapan biri yerleşti. Eşinin ismi Şefika’ydı ama mahallede herkes ona “Şefé” diyordu. Şefé Abla yoksulluğun verdiği sıkıntıdan olsa gerek gereğinden fazla asabiydi. Herkese tepkiliydi. Sokakta birisi çocuklarına bir şey söylesin anında kıyameti koparıyordu. Son derece zayıf iki kızı ve bir de küçük bir erkek çocuğu vardı. Aile oldukça yoksuldu. Zar zor geçiniyordu. Annem yemek pişirdiğinde onlara da benimle gönderirdi. Bir keresinde ailenin rahatsızlanan erkek çocuğunu kontrol eden Siverek’teki doktor çocuğun zaman geçirmeden hemen Diyarbakır’a götürülmesini istedi. Ne var ki maddi durumları elvermediğinden çocuğu zamanında Diyarbakır’a götüremediler. Eşten dostan para temin edene kadar çocuk öldü. Aile perişan oldu. Bu üzücü hadise mahallemizde oturan hali vakti yerinde varlıklı ailelerin vicdanına fazlasıyla dokundu. Bunların içinde babam da vardı. Uzun süre kimse bu ailenin yüzüne utançlarından bakamadı.


 


Şefé’nın oturduğu evi 1989 yılında babam satın aldı. Kardeşim Sait birkaç yıl bu ev de oturdu. Annem illet bir hastalık sonucu Hollanda’da yaşamını yitirince ve kardeşlerim zorunlu olarak Hollanda’ya yerleşince babam bu evi satmak zorunda kaldı. Evi satın alanlar evi yıkıp yerine iki üç katlı bir bina yaptılar. Bu binanın temeline acı tatlı kimlerin anıları gömülmedi ki!


 


Şefé’nın alt tarafında Bağbancı Mustafa Dayı’nın evi vardı. Mahalleli ona kısaca “Mısto Dayı” diyordu. Kısa boylu, esmer bir eşi vardı. İsmi Fatima’ydı. Çocukları yoktu. Mahallede herkes onlara “Ocakkör” diyordu.


 


Mısto Dayı bağlarda bekçilik yaparak geçimini sağlıyordu. Bağbancı lakabı da ona buradan geliyordu zaten. Bağ budama, belleme ve sarma işinden de cebine şöyle böyle biraz para girse de asıl gelir kaynağı bağbancılıktan geliyordu. Bağcılığın Siverek’te önemli bir gelir kaynağı olduğu yıllarda bağbancılık kendi başına bir meslekti. Her bölgenin güvenilir bir bağbancısı vardı. Bağbancılar bağların çevresinde sahiplerinden habersiz kuş bile uçurtmazdı. Siverek’in dört bir yanını çevreleyen bağlarda üzüm olgunlaşınca Mısto Dayı diğer meslektaşları gibi elinde değneği sabahtan akşama kadar bu bağ benim o bağ senin diyar diyar dolaşır dururdu. İşini ciddiye alan Mısto Dayı bağlara dadanan üzüm hırsızlarına göz açtırmazdı. Bağ bozumundan sonra Mısto Dayı bağ sahiplerine uğrar ve onlardan emeğinin karşılığını alırdı.


 


Mısto dayı görmüş geçirmiş, hoş sohbet birisiydi. Eşi Fatima abla ise onun tam tersi asık suratlı bir kadındı. Ürkek bir yapısı vardı. İnsanlardan uzak dururdu. Zorunlu haller dışında kimseyle konuşmazdı. Kapı komşularıyla mesafeliydi. Çocuklarla arası hiç iyi değildi. Evinin önünde oyun oynayan çocuklardan rahatsızlık duyar ve durmadan onları azarlardı. Ne kadar doğru ne kadar yanlış bilemem ama mahalleli onun için Ermeni kökenli diyordu. Anlatılanlara göre Birinci Dünya Savaşı sırasında Fatime Abla daha birkaç aylık masum bir bebek iken Müslüman bir aile tarafından evlatlık alınmış, büyütülmüş ve belli bir yaşa gelince de Mısto Dayı ile evlendirilmişti. Fatima Abla sanırım nerden geldiğinin bilincindeydi. Ama o herkesten titizlikle sakladığı bu sırrının başkaları tarafından bilinmesini istemiyordu. İçine kapanıklığı, insanlara hep kuşkuyla yaklaşması sanırım biraz da bundan kaynaklanıyordu.


 


Fatima Abla kocasıyla bile çok az konuşurdu. Gelene gidene kapısını açmazdı. İnsanlara güveni yoktu. Kendisine yakınlık gösterenlere hep kuşkuyla yaklaşırdı. Onun bu ilginç huyunun geçmişiyle ilintili olduğunu düşünüyorum. Kocaman mahallede güvendiği, inandığı tek insan belki de annemdi. Bazen oturdukları evinin damına çıkar, anneme seslenir ve uzun uzun dertleşirdi. Anneme güven duymasının temelinde annemin Fırat’ın öte tarafından gelmiş olması yatıyordu. Çünkü Fatima Teyze’nin de o taraflarda yaşayan akrabaları vardı.


 


Mısto Dayı ölünce o taraflarda oturan yakın akrabaları Fatima Abla’yı alıp köye götürdüler. Kimseye bir zararı olmayan bu yoksul kadın ömrünün son yıllarını akrabalarının yanında geçirdi. Mısto Dayı’nın evini daha sonra babam satın aldı ve mesleği icabı bir süreliğine ahır olarak kullandı. Annemin ölümünden sonra babam bu evi satmak zorunda kaldı.


 


Mısto Dayı’nın alt tarafında halde iş yeri olan Mahmut adında uzun boylu birisi oturuyordu. İşi gereği sık sık Adana ve Mersin tarafına gider gelirdi. Eşi Zekiye Abla uzun boylu, güler yüzlü iyi bir kadındı. İyi de terziydi. Maddi durumları iyi olanlar ona diktirirdi elbiselerini. Çocuklarından sadece Mustafa ve Ahmet’i hatırlıyorum. Kızları aklımdan çıkmış. Büyük oğlu Mustafa babasına çok benziyordu. Ailenin kimseye bir zararı yoktu. Mahmut Amca işe gidip gelirken önüne bakar kimseyle fazla muhatap olmazdı. Bizim mahalle sanki ona biraz dar geliyordu. Siverek dışına, büyük şehirlere gidip gelmesi onun dünyaya açılan penceresini biraz büyütmüştü. Onun hareketlerinden ve duruşundan bunu anlamak pek zor değildi.




Devam edecek…


 


 


Önemli not:


 


Bu yazıya konu ettiğim aile veya şahıslarla ilgili bilgi sahibi olanların bildiklerin benimle özelden paylaşmalarını son dece önemli buluyorum.


 


 


Kadir Büyükkaya /  Hollanda
[email protected]

Bu yazı 2008 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum