ARKADAŞIM HALİT
YİRMİ YEDİNCİ BÖLÜM
Şeyhanlı Heci Abbasın sağ tarafında Cuma ve Ömer Tekdemir isimli iki kardeşin evi vardı. Cuma, Siverekte kamyon şoförlüğü yapıyor ve aynı zamanda akrabamız olan M.Emin Siyahhanın kızı Mürüvvet abla ile evliydi. Ömer kendi halinde birisiydı ve öğretmendi. Yanılmıyorsam bir ara ortaokulda yedek öğretmen olarak bizim derslerimize de girmişti.
Heci Abbasın sol tarafında, az ilerde Mustafa-é kulekan adlı birisi ikamet ediyordu. Kendisi gibi kısa boylu bir babası vardı, adı Zülfikardı. Eşi Asiye Viranşehirli, kara gözlü güzel bir kadındı. Çocukları yoktu. Soyadı Önder olmalıydı. Mustafanın Sabri ve Eyüp adlı iki kardeşi vardı. Belki başkaları da vardı ama ben onları hatırlamıyorum. Köşe başında kendisine ait küçük bir dükkânı vardı. Ufak tefek olduğu için ona yedi aylık dünyaya gelmiş deniliyordu. Doğru olup olmadığı konusunda kimsenin kesin bir bilgisi yoktu. Yakasına yapışan illet bir hastalığı vardı. Sanırım tüberküloz belasıyla boğuşuyordu.
Dükkânında sigara başta olmak üzere çerez ağırlıklı değişik şeyler satıyordu. Bir de başta Yılmaz Güney olmak üzere çoğunluğu artist fotoğraflarından oluşan tebrik kartları Dükkânın bütün duvarları tahtadan yapılma raflarla çevriliydi. Raflar son derece düzenliydi. Ön kısımda tezgâh görevini yapan bir bölme vardı. Bu bölmenin arka tarafına müşterilerin geçmesine izin verilmezdi.
Dükkân gecenin ilerleyen saatlerine kadar açık tutulurdu. Tavana ve dışarıya asılan güçlü ampuller dükkânın içini ve dışını gündüze çevirirdi. Günün hemen hemen her saatinde dükkânın önünde işsiz, güçsüz insanlar toplanırdı. Bunlar ayaküstü sohbet ederken Mustafadan sigara, çekirdek ve benzer şeyler satın aldıkları için onlara anlayış gösterirdi.
Siverekte herkesin yakından tanıdığı, akli dengesı yerinde olmayan ressam Seyit Ahmet dükkânın önünden neredeyse hiç ayrılmazdı. Güzel resimler çizer, içine kapanık, sessiz biriydi. Siverekte onun için kimi Anadan doğma böyleydi derken kimi geçirdiği bir hastalık sonucu, kimisi yere düşüp başını bir yere çarptı, kimi de başından geçen kara sevdandan diyordu. Hangisi doğruydu, pek bilinmiyordu ama söylenenler arasında herkesin inandığı olay onun yaşadığı aşk hikâyesine ilişkindi.
Anlatılanlara göre Seyit Ahmet vakti zamanında güzel bir kıza sevdalanmış. Ne var ki kızın ailesi davul dengi dengine çalar diyerek kızı Seyit Ahmete vermemişler. Sevdiği kızı başkasına kaptıran, dünyası tümüyle kararan, yemekten içmekten kesilen, gecesi gündüzü birbirine karışan, kısacası başı aşk duvarına çarpan Seyit Ahmetin beyin kablolarından birkaçı en hassas yerinden kopmuş. Rayından, yörüngesinden çıkan akıl melekeleri bir daha ona uğramamıştı. Yalnızlık deryasına savrulan Seyit Ahmet kendini resim çizmeye vererek yaşamın acımassızlığı karşısında ayakta kalmaya çalışmıştı.
Çizdiği resimler aşk, sevda ve tabiat üzerineydi. Neden taşıdığı bilinmezdi ama elinde uzunca bir değnek, başında kenarları işlemeli bir külahla gezerdi devamlı. Yürürken ağır adımlarla yürürdü. Bizim evin önünden çarşıya gidip gelirken ara sıra durur kendi kendine bir şeyler düşünür, konuşur ve tekrar yola koyulurdu. Kendisine bir şey sorulmadıkça kimseye takılmazdı.
Mustafayé Kulakana yakın bir yerde ikamet eden kirvemiz Şeyhmus Saklımla yakın bir ilişkisi vardı. Sanırım dayı ve yeğendiler. Şeyhmus komşumuz ve aynı zamanda kirvemiz olan Mehmedé Xecda Ebonın kardeşiydı. Siverekte elektrik santralında bizim Mahmut abiyle birlikte teknisyen olarak çalışıyordu. İki ya da üç kızı vardı. Eşi Safiye abla iyi bir insandı.
Mustafa son derece temiz ve şık giyinirdi. Beyaz gömlek onun vazgeçilmeziydi. Müzmin hastalığından ötürü rengi hep soluktu. Zaten azla yaşamadı. Genç yaşında yaşama veda etti.
Mustafaé Kuekanın sol tarafında birbirine bitişik iki bakkal dükkânı vardı. Bu dükkânlardan birisini Sinan diğerini Sadık isimli şahıslar işletiyordu. Sinanın ana dili Kürtçeydi ve sanıyorum Areşliydi. Sadıkın anadili Zazacaydı. Haseran yöresinden gelmeydi. Bir zamanlar dükkânını kiraladığımız ve bize komşu olan Hastolu Vesila Teyzenin oğluydu. Abisi Mehmet Almanyada işçiydi. Sadıkın bir eli dirsekten aşağı yoktu. Bilenler elinde dinamit patladı diyordu. Onu yakından tanıyan dost ve akrabaları onun için gençliğinde çok hareketli birisiydi diyordu.
Sinan ve Sadıkın meyve ve sebze tezgâhları yan yanaydı. Her ikisi birbirine benzer şeyler sattığından ikisi arasında gözle görülür tatlı bir rakabet vardı.
Çermik ve Bucak istikametine gidecek olan kamyon ve dolmuşlar yolcuların temel ihtiyaçları için genellikle bu iki dükkânın önünde dururdu. Yolcular araçlardan inip dukkanlara yöneldiklerinde Sadık ile Sinan arasında müşteri kapma yarışı yüzünden bazen ufak tefek didişmeler olur fakat herkes rızkını yer denilerek mesele kavgaya vardırılmadan sonlandırılırdı.
Sinan İle Sadıkın az ilerisinde Cımo ve Remo isimli iki kardeşe ait bir fırın vardı. Yakınında olduğu için Şair İbrahim Rafet İlkokul öğrencileri teneffüs zilinin çalmasını zor beklerdi. Zilin çalmasıyla fırına koşarlardı. On kuruş ödeyerek aldıkları çeyrek ekmeğin arasına küçük bir yeşil soğan bırakarak afiyetle midelerine indirdi. Çocuklar yavan ekmeği ballandıra ballandıra yediklerinde keyiflerine diyecek olmazdı. Heci Abbasın yeni yaptırdığı fırın devreye girdikten sonra Cımo Amcaların fırını ister istemez geri plana düşmüş ve bu yüzden satılmayan ekmek bayatlıyordu. Böyle olunca da çocuklar bu bayat ekmek yemek zorunda kalırdı. Ama bu onlar için o kadar önemli değildi. Çarşı ekmeği yemeleri onları fazlasıyla sevindirirdi.
Devam edecek
Kadir Büyükkaya / Hollanda
FACEBOOK YORUMLAR