Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

ARKADAŞIM HALİT-35.BÖLÜM

23 Aralık 2017 - 18:57

ARKADAŞIM HALİT


35. BÖLÜM


 


 


Siverek sağlık ocağı isminden her söz edildiğinde çocukluğumdan kalma bir başka anım daha düşer aklıma. 1968 yılının sonbahar aylarıydı. Çocukluğunu Siverek’te geçirenler bilir; sonbahar ayları gelip çattığında çocuklar keyiften havalara uçardı. Eylül ekim ayları geldi mi çocuklar bir başka sevinirdi. Bu aylarda çocuklar toprak damlı evlerden gökyüzünün sonsuzluğuna rengârenk uçurtmalar uçururdu. Usta ellerden çıkan uçurtmaların havalanması için rüzgârın kendini biraz göstermesi gerekirdi. Yeterli derecede rüzgâr esmediğinde çocuklar hafif ruzgarlarda havalanabilen alternatif bir uçurtma türü daha yapardı kendine.


 


Bu alternatif uçurtmaya Siverek’te   “ ÇIKÇIKO “  denilirdi. Her çocuğun kolaylıkla yapabileceği bu basit uçurtma çocuklar için değerli bir eğlence aracıydı. Defter ve gazete kâğıdından kolaylıkla yapılan ÇİKÇİKO’nun yapımı son derece basitti. Normal uçurtma yapımında kamış, kalın ip ve yapıştırıcı gibi malzemelere ihtiyaç duyulurken,  ÇİKÇİKO için bunların hiç birine ihtiyaç olmazdı. Düzgün bir kâğıt parçası, bir makas ve biraz da ip buldun mu ÇİKÇİKO’n hazır demekti.   Okul defterinin orta sayfasından koparılan, kare şeklinde düzgün olarak kesilen,  sağdan soldan kenarları içe doğru bükülen ve sonuçta uçak profiline benzetilen bu basit uçurtma türü çocukların heyecanına heyecan katardı.


 


Sivri burnu, geriye doğru genişleyen gövdesiyle uçurulmayı bekleyen ÇİKÇİKO’nun sağ ve sol kanadına ip bağlamak suretiyle dengeyi sağlayacak bir terazi kondurulurdu. Terazinin tam orta yerine ÇİKÇİKO nın yükseklere çıkmasını sağlayan ipin ucu bağlanırdı. Arkasına gazete kâğıdından uzunluğu bir birbuçuk metreyi bulan uzunca bir kuyruk takıldı mı ÇİKÇİKO havalanmaya hazır hale gelirdi.


 


Çocuklar elinde ÇİKÇİKO, beşik gibi salanan ağaç merdivenlerden evlerinin damına çıktıklarında sevinç ve heyecanı had sahfaya çıkardı. Büyük bir sabırsızlık ve coşkuyla gökyüzüne salıverilen ÇİKÇİKOLAR çocukların nefesini keserdi. İplik satın almak için parası olanlar çarşı pazardan bol miktarda iplik satınalır ve dolayısıyla ÇİKÇİKO’su çok yükseklere ulaşırdı. Parası olamayanlar annelerinin dikiş kutusundan aşırdıkları dikiş ipliğiyle yetinmek zorunda kalırdı.


 


Elde edilen ip miktarı yeterli olmadığında uçurtması beklenen irtifaya erişmeyen ve yakın arkadaşları tarafından alaya alınan kimi çocuklar üzülür ve bazende oturup ağlardı kahrından.


 


Uçurtma uçurtmak için dama çıkan çocuklar bütün anne ve babaların korkulu rüyasıydı. Damdan düşme ihtimali çok yüksek olduğundan anne ve babalar çocukların dama çıkmasına karşı çıkardı. Ne var ki bunun çocuklar açısından bir caydırıcılığı olmazdı. Onlar ne yapar ne eder babaların evde olmadığı bir zamanda annelerini ikna ederek dama çıkmaya muvaffak olurdu.


 


"Herkesin  bir ÇİKÇİKO’su var benim niye olmasın? “ diyerek günün birinde ben de kendime gazete kâğıdından güzel bir ÇİKÇİKO yaptım. Babamın evde olmamasını fırsat bilerek elimde ÇİKÇİKO evimizin damına çıktım. Kadriye kirvemiz ve annem evimizin geniş avlusunda güzel sohbet eşliğinde çamaşır yıkıyordu. Onların ikaz ve uyarılarına aldırmadan soluğu evimizin damında aldım.


 


Babamın korkusundan para verip ip satın almaya cesaret edemediğim için ip ihtiyacımı sağdan soldan buluşturduğum bölük pürçük iplerden tedarik etmiştim. Her parçası ayrı renkten oluşan yüzlerce metrelik ipi uc uca ekleyerek büyükçe bir yumak elde etmiş ve ÇİKÇİKO’mu bu iple havalandırdım. İpler birbirine eklendiği için atılan düğümler yüzünden ipte bir ağırlık oluşmuş ve bu da ÇİKÇİKO’nun gökyüzüne dikine yükselmesini engeliyordu. Böyle olsa da bunu pek önemsediğim yoktu.


 


Gel görelim ki başkaları bunu bana karşı kullanmaktan geri kalmıyordu. Evlerinin damından ÇİKÇİKO uçuran mahalle arkadaşım GÜLO  sağa sola yalpalayan  ÇİKÇİKO’ma bakarak “ senin ÇİKÇİKO’n göl yapıyor “ diyerek benimle dalga geçiyordu. GÜLO’nın ÇIKÇIKO’mu alaya almasına içerlenerek ÇİKÇİKO’mın ipini ileri geri çekerek onu yükseklere çıkarmaya çalıştım. Şansım yaver gitmiş, rüzgar gücünü artırmış ve böylece ÇİKÇİKO’mu istenilen yüksekliğe çıkarmıştım.  Böylece olunca da arkadaşım GÜLO kendiliğinden susmuştu.


 


ÇİKÇİKO’m beli bir yüksekliğe çıkınca kendimi gökyüzünün padişahı gibi görmeye başladım. ÇİKÇİKO’mun kanatlarına tutunarak bulut kümeleri içinde bir o yana bir bu yana gidip geldim. Daldığım hayal dünyasının içinde gezmediğim yer bırakmadım.


 


Bir ara   “çok miktarda ipim olmuş olsaydı ÇİKÇİKO’m Siverek kalesine kadar gider miydi gitmez miydi? “ diye kendi kendime sorular sormaya başladım. Bir süre bu sorulara cevaplar aradım. Daha sonra mesafeyi şehirden otuz km uzakta olan Karacadağ’a kadar uzattım. Derken hayal dünyamı zorlayarak elimde daha çok ip olması halinde ÇİKÇİKO’mun aya ve yıldızlara ulaşıp ulaşamayacağını düşünmeye başladım. Ben bu hasaplarla uğraşıp dururken birden rüzgâr etkisini kaybetti ve ÇİKÇİKOM aniden irtifa kaybına uğradı. Sağa sola koşturarak onu yeniden yükseğe çıkarmaya çalıştım. Sağa sola koştururken bir yandan da yükseklerde süzülen ÇİKÇİKO’ma bakarak “ seni Diyarbakır’a,  Ankara’ya, İstanbul’a oradan da Hacca ( Mekke’ye )  kadar uçuracağım  “ diyerek avaz avaz bağırıp durdum.


 


Damın üstünde kopartığım şamatayı duyan annem ve Kadriye Kirvem dikkatli olmam için beni üst üste uyarmak zorunda kaldılar. Ne var ki ÇİKÇİKO’nun havasına kendimi öylesine kaptırmıştım ki yapılan uyarılar bir kulağımdan girip diğerinden çıkıyordu. Kapıldığım büyük keyif ve aşırı heyecan yüzünden söylenenleri duyacak durumda değildim.


 


ÇİKÇİKO ile olan boğuşmam ne kadar devam etti bilmiyorum. Çok geçmemişti ki ani bir sarsılmayla dengemi kaybettim ve kendimi derin bir boşluğun içinde buldum. Aklıma gelen ilk şey ÇİKÇİKO’nun elimde tutuğum ipi oldu. Onu bırakmamalıydım. Zar zor biriktirdiğim onca ipi ÇİKÇİKO ile birlikte kaybetmemeliydim. ÇİKÇİKO’m uçup gitmemeliydi elimden. Annem ve Kadriye Kirve’nin “ Aman Allah’ım! “ sesleri arasında kendimi tepe takla aşağıda buldum.


 


Dört metre yükseklikten hızla yere çakılmıştım. Annem ve Kadriye Kirvem keskin çığlıklar atarak büyük bir telaşla düştüğüm yere koştular. Annem ve Kadriye Kirve’nin üst üste atıkları çığlıklar düşmekten kaynaklı korkumu daha da artırmıştı. Suçluluk duygusuyla ayağı kalkmaya çalışırken ağzım ve burnumun kanadığını farkettim. Yere damlayan kan korkumu büyüttü. Elimi ağzıma götürerek durumun ciddiyetini anlamaya çalıştım. Avucuma kan dolunca işin ciddiyetini anladım. Kadriye Kirve’m kanamayı durdurmak için ağzıma bir bez parçası bastırırken, annem dövünüp duruyordu etrafımda. Kadriye Kirve bir eli burnumda annemi sakinleştirmeye çalışıyordu. Onun sarfettiği sözlerin hiç birisi annemi sakinleştirmeye yetmiyordu. Annem dizlerini dövüp “ Evim yandı, ocağım söndü “ diyerek durmadan söyleniyordu. İkaz ve uyarılarını ciddiye almadığım için annem çok haklı olarak sitem üzerine sitem ediyordu bana.


 


Kadriye Kirve’nin telaşlı hali, annemin korkudan faltaşı gibi açılan gözleri beni derinden etkilese de asıl korkum babamdı. Çarşıdan döndüğünde, beni bu durumda gördüğünde başıma nelerin geleceğini bir ben bir de Allah bilirdi. Damdan düştüğümü öğrendiğinde babamın nasıl kızacağını, kiyameti nasıl koparacağını çok iyi bildiğim için yüreğime büyük bir korku girmişti.


 


Kadriye Kirve’m elimden tutup “ Haydi hemen hastaneye gidiyoruz “ dediğinde sokak kapımızın aralandığını farkettim. Gelen babamdı. Babamın içeriye girmesiyle korkum on katına çıktı. Damdan düştüğümde korkudan titreme nöbetine tutulmamıştım, fakat babamın göstereceği tepkiyi tahmin ederek o an korkudan tir tir titremeye başladım.


 


Tahminimde yanılmamıştım. Babam ağzım burnum kan içinde, Kadriye Kirve’nin elinde iki büklüm halimi görünce sinirinden küplere bindi. Kadriye Kirvemiz onu yatıştırmak için “ Önemli bir şey yok kirvem, çocuk avluda oynarken yere düştü “ dese de bu babama pek inandırıcı gelmemişti. Kadriye Kirve’nin uydurduğu hikayelerin hiç birisi babamı yatıştırmaya, sakinleştirmeye kafi gelmedi. Babam hırsından üzerime yürüdükçe Kadriye Kirvem iki kolunu yana açarak can siparene bana kalkan oldu. Üzerime yürüyen babamın her hamlesini ustaca savuran Kadriye kirvem beni babamın saldırılarından koruyan bir melek halini almıştı adeta.


 


Kadriye Kirvemin engel ve bariyerini aşamayan babamın kızgınlığı daha da artıyordu. Hırsından deliye dönen babamın savurduğu küfürlü sözlerin bini bir paraydı. Hayır ve sevaptan saydığı ne kadar küfür varsa hepisini ard arda sıralayan babam,  ne dürzülüğümü, ne gavurluğumu ve ne de refaiziliğimi bırakmıştı.  Siverek’te babaların en kızgın anlarda çocuklarına savurduğu en okkalı küfür “ Dürzi oğlu dürzi, Ermeni dölü veya gavur oğlu gavurdu. Babam usulu bozmamak adına atadan ecdatan miras kalan bütün bu küfürleri bir bir sıraladı durdu bana. Ona göre bütün bu küfürleri fazlasıyla hak etmiştim, çünkü ÇIKÇIKO uçurtmak için dama çıkmıştım. Bu ağır suçun cezası ise Ermeni, Dürzü, Gavur ve Refazilik gibi sıfatlarla aşağılanmaktı.


 


Daha sonra ki yaşlarda büyüklerimizin kızgın anlarında bize ettikleri bu okkalı küfürlerin ne anlama geldiğini merak ettim ve biraz araştırdım. Karşılaştığım sonuç karşısında şaşırmadım desem yalan olur. Büyüklerimizin küfürleriyle aşağıladıkları Dürzüler yaşamlarını Lübnan da sürdüren kültürlü bir topluluğun adıydı. Ermeniler ise Mezopotamya coğrafyasının kadim ve medeni halklarındandı. Büyüklerimizin bizi cezalandırmak için bu kadim halkları neden aşağıladıklarını, buna neden gerek duyduklarını doğrusu bir türlü anlamamıştım ve halen de anlamış değildim.


 


Uzun yıllar sonra yurtdışına yaşamaya mecbur edildiğimde ırkçı partilere mensup çevrelerin biz yabancıları aşağlamak için kullandıkları o bilindik ırkçı söylemlerle yüzleşince büyüklerimizin küfürleriyle aşağladıkları başka milletlere ne kadar haksızlık ettiklerini, ne kadar hakaret ettiklerini daha iyi anladım ve zaman zaman büyüklerimiz adına o çevrelerden özür dileme gereği bile duydum.


 


Her neyse damdan düşmenin cezası olarak babamdan işittiğim onca küfür bana lokum ve bisküvi ikramı gibi gelmişti. Öyle ya bir de üstüne kalkıp beni güzelce dövseydi ne yapardım ben!


 


Beni babamın şerrinden korumaya çalışan ve bunda muvaffak olan Kadriye Kirve’m babamın arkasından dolanarak hastaneye götürmek üzere beni kaçırırcasına evden çıkardı.


 


Babamın duyarsızlığına içerlenen annem herşeyi göze alarak ona sitem dolu birkaç söz söyleme cesaretini gösterince ister istemez o da arkamıza takılmak zorunda kaldı.


 


Ben ağrıyan çenemden yerimde duramazken babam yol boyu söylendi durdu. Hastaneye kapısına ulaştığımızda iğne korkusundan hissettiğim bütün ağrıların sızısını bir anda unuttum. Hastanede sağlıkçı olarak çalışan ve herkesin doktor dediği Yusuf Amca beni bir sandalyeye oturtarak gerekli müdahaleye başladı.


 


Çenem çok ciddi şekilde yarılmıştı. Atılan birkaç dikiş sayesinde kanamanın önüne geçildi. Kadriye Kirve’nin uydurduğu masum yalanlar ortaya çıkmasın diye Yusuf Amca’ya damdan düştüğümü söylemedik. Düz yerde yere kapanmakla çenede böylesine bir yaranın nasıl oluşacağını, bunun mümkün olamayacağına dair kimsenin kafa yormaya ihtiyacı olmadığından meselenin üzerine kimse fazla gitmedi.


 


Babamın karşı çıkması, damdan düşme korkusu ve sağlıkçı Yusuf Amcanın iğne iplik korkusu Çikçiko uçurma sevdasından hiç bir zaman beni vazgeçiremedi. Her sonbahar geldiğinde evimizin damından Siverek Kalesine doğru ÇİKÇİKO uçurmaya devam ettim hep.


 


ÇİKÇİKO uçurma aşkı sayesinde çeneme nakşedilen yaranın izini halen taşıyorum çenemde. Her traş olduğumda çocukluğumdan kalma bu sevimli yaranın izini görür, geçmişe doğru yolculuklara çıkarım ben.


 


Annemin dizlerini dövmesi, Kadriye Kirve’min ağzıma bez bastırması, babamın küfürleri, Sağlıkçı Yusuf Amca’nın çeneme attığı dikişler, müdahale sırasında sarfettiği sevecen sözler ve daha birçok şey gözlerimin önünde bir bir canlanır ve efkârlanırım çok gerilerde kalan o tatlı anılara ve yaşananlara.


 


 


Devam edecek…


 


 


 


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]

Bu yazı 2311 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum