Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

BİR YANIM SÜLEYMANİYE, BİR YANIM HALEPÇE ...

04 Temmuz 2014 - 15:53

BİR YANIM SÜLEYMANİYE, BİR YANIM HALEPÇE ...


1.BÖLÜM


 


Hiç görmediğim yerlere gitmek, bilmediğim insanlarla tanışmak ve tanıma imkanı bulduğum insanların deneyimlerinden yararlanmak, gezip gördüğüm yerlerin toplumsal yapısına ilişkin bilgiler edinmek ve bu bilgileri başkalarıyla paylaşmak oldum olası bana hep keyif vermiştir..


 


Uzak diyarlara gitmek, yeni yerler görmek, birbirinden farklı şeyler keşfetmek ve özelikle de doğa güzelliklerinin inceliklerini beynime nakşetmek bana hep heyecan vermiştir. Önüne geçemediğim bu derin tutkudan dolayı kendimi bildim bileli, bilmediğim yerlere gider ve oralarda yaşamın farklı yüzüyle tanışmaya çalışırım.


 


Daha çocuk yaştayken dilini ve huyunu bilmediğim şehir ortamından fazlasıyla bunalırdım. Bu nedenle soluklanmak ve kendime gelebilmek için, amca ve yakın akrabalarımın yaşadığı köylere giderdim. Görmediğim, bilmediğim diyarlar bir mıknatıs gibi beni kendine çekerdi. Yüksek dağlar, masmavi sular, nereden geldiği nereye gittiği belirsiz akarsular, yemyeşil bitki örtüleri, kuş cıvıltıları, hayvan sesleri, yaşlı dedelerin anlattığı kadim hikâyeler ve daha birçok şey çocukluk hayallerimi alabildiğine beslerdi.


 


Gençlik çağına adım attığımda gezmek, görmek, dünyayı adım adım dolaşmak ve tanımak arzusu bende önü alınmaz bir istek haline gelmişti. Yeni yerler gördüğümde, yeni insanlarla tanıştığımda sevinçten kabıma sığamazdım. Gördüğüm her diyar bilincime farklı şeyler katardı. Tanıma imkânına kavuştuğum çevreler, sosyal gelişimim için gerekli olan her türlü malzemeyi fazlasıyla hizmetime sunardı. Tanıştığım insanlardan ve gördüğüm yerlerden edindiğim yeni bilgiler, temelini yeni yeni oluşturmaya çalıştığım derme çatma dünyamın inşaatı için bana hazineler değerinde yeni malzeme kazandırır ve ben bundan müthiş yararlanırdım.


 


Gezme ve görme konusunda Necmettin Abi’ye çok şey borçluyum. Gençliğimin şekillenmesinde onun üstümde büyük emekleri vardır. O’nun gibi gelişkin ve nitelikli bir insana yakın olduğum için kendimi hep şanslı görmüşümdür. O’nun birçok yerde birbirinden değerli dostları ve arkadaşları vardı. Necmettin Abi konumu gereği devamlı hareket halindeydi. O’nun iki gün üst üste bir yerde durduğu görülmüş şey değildi. İnandığı davanın başarısı için devamlı yollardaydı. Yaptığı bu seyahatlerin birçoğunda beni de yanına alırdı. Ben bunu çok önemsiyordum. Necmettin Abi sayesinde 1976-1980 arası yaşıtlarıma nasip olmayacak kadar çok yerler gördüm. Gittiğim yerlerde sayısız insanla tanıştım. Bu insanlarla olan sohbet ve ilişkiler sayesinde biraz daha erkenden olgunlaştığıma inanıyorum. Bunda Necmettin Abi’nin emekleri belirleyicidir. Öyle ki 1979’un son aylarında doğup büyüdüğüm topraklardan ayrıldığımda Necmettin Abi’nin yanında Diyarbakır’dan Hakkâri’ye, Mardin’den Malatya’ya kadar olan bütün bölgeyi, il ve ilçeleri birlikte dolaşıp görmüştüm.


 


Avrupa’ya geldikten sonra gezmek, görmek ve öğrenmek huyumdan bir türlü vazgeçemedim. Sahip olduğum kıt olanaklara rağmen fırsat buldukça seyahatlere çıktım. Bu geliş-gidişler sayesinde birçok yer gördüm. Birbirinden değerli dost ve arkadaş edindim. Oluşturduğum sosyal çevre sayesinde memleketten uzak kalmanın verdiği sıkıntılardan en az şekilde etkilenmeye çalıştım. Edindiğim dost ve arkadaşların sunduğu destek sayesinde yalnızlık ve kimsesizlik belasını semtime uğratmamaya çalıştım.


 


Çetin yaşamın yorduğu bitkin bedeni ve nankör hayatın hırpaladığı yaralı ruhu dinlendirmenin en kestirme yolu, alıp başını bilinmeyen yerlere doğru yelken açmaktır. Kim ne derse desin bilinmeyen yerlere doğru seyahat etmeyi ruhun gıdası olarak görüyorum. Bu yüzden yılda bir kez de olsa kendime zaman ayırır ve birkaç günlüğüne de olsa mutlaka başka yerlere kaçarım.


 


2014 yılının şubat ayında karar altına aldığım bu yılki seyahatimin adresi benim için çok özeldi. Yıllardan beri gitmekle gitmemek arasında karar veremediğim yerin adresi Kuzey Irak Federal Kürdistan Bölgesi’ydi. Özel statüye kavuştuğu günden beri çok merak ettiğim, gitmeye can attığım ama bir türlü gidemediğim ve hep ertelemek zorunda kaldığım bu güzel coğrafyaya en nihayetinde gidecektim.


 


Son yirmi yıl içinde farklı dönemlerde, kişisel dostlarım tarafından özel olarak davet edildiğim halde bu bölgeye bir türlü gitmemiştim. Çok istediğim halde özel bazı nedenlerden dolayı buralara gitmek için kendimi bir türlü ikna edemiyordum. Çevremde bulunan yakın dostlarımın bana “Senin güneyli birçok dostun var, oralara neden bir seyahat gerçekleştirmiyorsun?” diye sorduklarında onlara verdiğim cevabım hep şu olmuştu: “Gitmek istemiyorum çünkü ben bir tek insanın “Kadir Büyükkaya Diyarbakır zindanında direnen ve yaşamını yitiren Necmettin Büyükkaya’nın ismini referans gösterip onun mirası üzerinden kişisel çıkar elde etmeye çalışıyor” demesini istemiyordum. Bu nedenle  “içimden oralara gitmek gelmiyor” diyordum. Bu gerekçemi aktardığımda kimileri bu yaklaşımımı çok komik bulurken, kimileri de bu yöndeki düşüncemi kişisel bir tercih olarak görüp saygı gösteriyordu.


 


Otuz dört yıl önce Amsterdam’da tanıştığım kişisel dostum Nebez Mahmut’un ısrarlı daveti üzerine Irak Kürdistan Federal Bölgesi’ne gitmeye karar verdiğimde ilkin bu yolculuğa sıradan bir yolculuk gibi bakmış ve herhangi bir gariplik hissetmemiştim. Fakat hareket günü belirlenip biletler ayarlanınca durumun rengi tamamen değişmişti. Süleymaniye’ye uçacak uçak için biletleri elime aldığımda içimde tuhaf duygular uyanmış ve ince bir heyecan dalgası bütün benliğimi yavaş yavaş etkisine almıştı. Hareket günüm ve saatim yaklaştıkça neden ve sebebini bilmediğim garip bir huzursuzluk gelip yüreğimin ortasına oturmuştu. Öyle ki hareket öncesi Hollanda’daki son birkaç geceyi tamamen uykusuz geçirmiştim. Gerçekleştirmeye hazırlandığım bu özel seyahat kafamın içini allak-bulak etmişti. Kafamdaki yer ve zaman kavramlar birbirine karışmıştı.


 


Arifesinde olduğum bu seyahat Necmettin Abi, onun yanında tanıdığım ve artık hayata olmayan Süleymaniyeli birçok insanın anılarını kafamda yeniden ayaklandırmıştı. Süleymaniye’ye gitmekle kendimi Necmettin Abi’nin gömülü olduğu kutsal topraklara gitmiş gibi görüyordum. Oysa Necmettin Abi Süleymaniye’de değil Siverek’te defnedilmişti. Bu ilginç ve farklı algılamadan kaynaklanan ruh halimi çevremle paylaştığımda bu halimi iyi görmeyenler oluyor ve benim için ciddi ciddi kaygılanıyorlardı.


 


Kuzey Irak Kürt Bölgesi’ne gitmek, oraları görmek benim için gereğinden fazla anlamlıydı. Bunun böyle olmasının kendime göre birçok sebebi vardı. Tarih boyunca sahip oldukları her türlü insani haktan mahrum bırakılan Kürtler yürüttükleri uzun soluklu, çetin bir mücadele sonucu ilk kez bu parçada amaçlarına kavuşmuş ve ilk kez bu toprak parçasında Irak Anayasası’na dayalı bir statü ile haklarına kavuşmuşlardı.


 


Varlığı inkâr edilen, sahip oldukları bütün hakları elinden alınan, dahası dünyanın gözleri önünde ortadan kaldırılmak istenen Kürtler var olma-yok olma kavgasında bu coğrafyada büyük bedeller ödemişti. Kimyasal silahlar kullanılarak tarih sahnesinden silinmek istenen bu kadim halk, yürüttüğü kararlı direniş sayesinde Irak BAAS rejiminin kanlı saltanatına son verme savaşımında üzerine düşeni yerine getirmiş ve özgür yaşamanın tadına ilk kez bu parçada tanışmıştı.


 


Irak BAAS rejimine karşı yürütülen peşmerge savaşında ailemizin medarı iftiharı, halkımızın onuru şehit Necmettin Büyükkaya’nın herkes tarafından takdirle karşılanan çok değerli çabaları ve saygın emekleri vardı. Bu nedenle bu parçadaki kazanımları önemsiyor ve bu bölgeye yapacağım geziye farklı bir anlam veriyordum.


 


Gitmeye hazırlandığım Süleymaniye şehri benim için efsanevi bir şehirdi. İki milyon insanın yaşadığı bu şehirde Necmettin Abi’nin mücadelesine ve emeklerine tanıklık etmiş birçok eski yol arkadaşı yaşıyordu. Şu an çok önemli mevkilerde bulunan ve siyasi çevrelerin yakından tanıdığı bu insanların bazılarıyla benim de tanışmışlığım vardı. Geçmişi yıllar öncesine dayanan bu özel dostlarımla koşullar elverdiğinde görüşmek istiyordum. Otuz yedi yıl sonra karşılaşacağım bu insanlarla yüz yüze geldiğimde neler hissedeceğimi düşündükçe bir garip oluyordum.


 


Otuz yedi yıl sonra gerçekleşecek bir hayalin ilk durağındaydım. Çok tuhaf duygular içinde bir bu yana bir o yana gidip geliyordum. Otuz dört yıldan beri yurtdışında yaşıyordum. Bu zaman dilimi içinde farklı yerlere birçok uçak yolculuğu gerçekleştirmiştim, ama hiçbir yolculuk beni bu kadar derinden etkileyip heyecanlandırmamıştı. Yirmi yıldan beri “gideyim mi, gitmeyim mi?” diye hesaplar yaptığım bir yere en sonunda  “evet” demiş ve bu yüzden de son derece heyecanlıydım.


 


Süleymaniye’ye otuz yıl boyunca aynı yastığa baş koyduğum eşim Nurhan ile birlikte gidecektim. Yurtdışında geçirdiğim sıkıntılı günlerin cevrü cefasını benimle paylaşan hayat arkadaşım Nurhan, gerçekleştirmek üzere olduğumuz bu seyahat öncesinde en az benim kadar heyecanlıydı. Bizi Süleymaniye’ye ulaştıracak uçağımız Dusseldorf havaalanından kalkacaktı. Herhangi bir aksiliğe meydan vermemek için havaalanına zamanından iki saat erken gidiyoruz. Bizi havaalanına bırakan Kardeşim Ahmet ile vedalaşırken yolculuk heyecanımız biraz daha artıyor. Heyecanlanmamak elde değil. Süleymaniye’ye gitmek ve oraları görmek otuz yedi yıl boyunca kare kare işlediğim bir düşümdü ve o düş bugün gerçekleşmek üzereydi.


 


Gece saat iki sıralarında Süleymaniye’de olması gereken Almanya havayollarına ait uçağımız kalkışa hazırdı. Uçak aktarmasız Süleymaniye’ye uçacaktı. Bekleme salonunu dolduran yolcuların tümüne yakını kendi aralarında Kürtçe konuşuyordu. Bir uçak yolculuğu sırasında bu kadar insanın birbiriyle Kürtçe konuştuklarına ilk kez tanık oluyordum. Tanık olduğum bu manzara Kürdi damarımı ayran gibi kabartıyor. Bir insanın kendi ana diliyle istediği yerde, istediği şekilde korkusuzca konuşması ne kadar güzel bir şeydi. Bundan daha doğal bir şey olabilir miydi? Bize bu günleri gösterdiği için içimden Allaha hamd-ü sena etmek geliyor. Yirmi yıl öncesine kadar coğrafyamızda yaşanan anadil yasağını ve bu sorundan kaynaklanan insanlık dışı uygulamaları hatırladıkça tüylerim diken diken oluyor.12 Eylül karanlığında Şıvan Perwer’in bir tek Kürtçe müzik kasetini bulundurdu diye az insan işkencelerden geçmedi. Cezaevlerindeki çocuklarıyla kendi ana diliyle konuşmak istedikleri için analar babalar cezaevi kapılarından az geri çevrilmedi.


 


Gece saat 20.50’de havalanması gereken uçağımız on dakikalık bir gecikme ile sonunda havalanıyor. Uçak yolculuğundan tedirgin olan eşim korkusunu yenmek için gözlerini kapatıp derin bir sessizliğe gömülüyor. Uçak gecenin sessizliğinde Süleymaniye’ye doğru yol alırken ben gözlerimi uzayın sonsuzluğuna dikerek derin düşüncelere dalıyorum.


 


Devam edecek…


Kadir Büyükkaya/Hollanda


[email protected]

Bu yazı 2071 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum