Cuma Özusan

Cuma Özusan

[email protected]

BİZ EZELDE BİR SÖZ VERDİK

31 Temmuz 2011 - 21:00

BİZ EZELDE BİR SÖZ VERDİK
Cuma Özusan           
         
İnsanı “söz veren bir varlık” olarak tanımlasak yanlış yapmış olmayız. Çünkü insandan başka bir varlığın söz verme, sözleşme yapma yeteneği yoktur. İnsan ezelde Allaha bir söz vermiştir, bu sözünü yerine getirmelidir. Fakat çoğu zaman bunun farkında değil. Başka şeylerle uğraşırken, dünyanın yalancı güzelliklerine kapılırken o ezeli sözün yerine getirilmesini unutuyor. Mevlana, ney’in nağmelerindeki feryatları aslından kopmuş kişinin aslını araması olarak yorumlar.
         
Verdiği sözü tutmak kutsal bir görevdir. Görevini yerin getirmek kadar insanı vicdanen rahatlatan bir şey yoktur. Bir gazete yazarı her gün köşesinde yazar, bir futbolcu devamlı antrenmana çıkar, bir derneğe üye olan oraya aidat ödeyip çalışmalarına katılır, bir asker askerlik elbisesi giyip talime çıkar. Bunlar bir görev yüklenmişlerdir, söz vermişlerdir. İmdi bir insan iddia ettiği şeyin özelliklerinden hiç birini taşımadığı halde öyle olduğunu söyleyebilir mi? Söylese de kimse ona inanır mı?
         
Bir dine ve inanca bağlı olan kimsenin de vecibeleri yerine getirmesi lazım. Görevler yerine getirilmediği zaman o inanca olan bağlılık zayıflar. Müslüman olduğunu söyleyip ona ait görevlerinden hiç birini yerine getirmeyen bir insanın Müslümanlığına inanılabilir mi?  “Sen kalbe bak, ahlaka bak, dürüstlüğe bak” demek safsatadır. Kimse böyle olma demiyor ki! Hem ibadetlerini yerine getir hem daha iyi bir insan ol! İbadeti olmayan bir din, uygulaması olmayan bir öğreti, disiplini olmayan bir kurum olamaz. Bir kuruluşun yaşaması için mensuplarına makul oranda sorumluluk ve görevler yüklemesi lazım. Çok gevşek sorumluluklarla çok ağır sorumluluklar, onun yaşamasını zorlaştırır.
         
İnsan Tanrı’ya verdiği sözü yerine getirmelidir. Bu söz çok evvelden verilmiştir. Dünya hayatı bir ayrılıktır. Ruhlar âleminde verilen söze sadık kalınıp kalınmadığının sınav yeridir. Evvelce bir ve bütün iken bu birlik ve bütünlük bozuldu. Bu hayatta insan devamlı bu ayrılığın acısı yaşar. Aslına dönmek ister. Bütün feryat ü figanlar bu ayrılığı ortadan kaldırmak, aslına kavuşmak özleminin hikâyesidir. İbn Fariz diyor ki: “Biz sevgiliyi anarak içmeye başladık ve sarhoş olduk. Bu,  üzüm kütüğünün henüz yaratılmadığı bir zamanda idi”.
         
İnsanın dünyaya bağlılığı gelip geçici olmalı. Asıl yurdunu düşünerek yaşamalı. Bir gemi limanda durur. Yolcular gemiden inip etrafa dağılırlar. Yeni gördükleri şehrin çarşılarında dolaşır, alışveriş yaparlar fakat akılları gemidedir. Hiçbir ahmak yolcu gezdiği çarşıda kalıp oturmaz. Bir an evvel borunun çalmasını bekler. Aklı hep ondadır. İnsanın da aklı hep yukarılarda olmalı. Peygamberimiz: “ben bu dünyada bir ağacın gölgesinde bir müddet dinlenen sonra yoluna devam eden bir yolcu gibiyim” der. Vesselam. Bütün İslam âleminin mübarek Ramazanını tebrik ederim.

Bu yazı 850 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum