Murat Başaran

Murat Başaran

[email protected]

ESKİ BİR ÇİLA İLE SÖYLEŞİ

21 Ocak 2011 - 22:00

Eski bir "Çila" buldum geçen gün

Tarihin tüm izlerini taşıyan ve yorgun bir şahit olduğu her halinden belli olan, uzun cam hunisinin bir ucu kırık eskimi eski bir “çila”…

İsminin “gaz lambası” olduğunu çok sonradan öğrendiğim ve en son çocukluğumda bıraktığım eski bir dost…

Kırık hunisi yer-yer siyaha çalmış duman izinden…

Bir an temizlemek geldi içimden sonra kıyamadım… Kalsın istedim tozu toprağı üstünde… Kalsın istedim kırık camındaki siyah duman izleri…

Hem düşününce farkına vardım ki;  siyahlaşan bu kadar yürek varken ne zarar gelebilir ki ; dumanın ve ateştin siyahlığından…

 Sabırsızca geceyi bekledim, karanlık çöksün ve geçmişten gelen bu dost aydınlatsın diye odamı.

İnsanoğlunun doyumsuzluğunun bir icadı olarak karşımıza çıkan ve bir odayı onlarca lambayla dolduran avizelerin gölgesinde kalsa da, bir geceliğine olsa da, onunla aydınlanmak, anlatmak ve anlamak istedim onunla…

Zaman geldi ve gece sessizce sokuldu aramıza… küçükçe bir sehpanın üzerine koydum misafirimi ve yaktım… -yüreği yanmayanlar konuşamaz misali-

Önce titredi alevler… -sesi titrer gibiydi-

Sonra biraz daha ve biraz daha büyüdü alev…

Gördüm ki onlarca yıldır gölgem yerindeymiş ve ben uzun süredir fark etmiyormuşum onu…

Dili çözüldü “çilanın”, üstündeki toza ve yorgunluğa aldırış etmeden başladı sohbete…

Eskiden dedi… ve başladı anlatmaya...

Misafirlik diye bir şey vardı Siverek’te, konu komşu toplanır çay bahane bir şekilde muhabbet eder hal hatır sorardı…

Şimdi bakıyorum da ben, sen ve gece var sadece, ben yokken ne oldu onca misafire…

Dedeler, nineler vardı, etrafında torunlar,  kiminin adına “Çirok” dediği, kiminin “estanik” dediği şeyler vardı ve dede-neneler bunları anlattığında çocuklar sevinç yumağı olurlardı etraflarında…

Sonra… sonra mahalle maçları vardı… topu olan çocuğun tüm oyuncuları belirlediği, oynamayı bilmese de top sahibi olmasının hürmetine her dediğine evet denilerek başlayan ve eski bir kamyonun tekerleğinin topu zalimce ezmesiyle sonuçlanan maçlar…

Çoğu zaman top alacak paranın cepte olmaması yada küçük mahalle bakkalında top olmaması sebebiyle, bulunan bir poşete naylon, kağıt ne bulunursa doldurularak oynanan maçlar…

O çocuklara ve oyunlarına ne oldu ? onlar nerdeler peki ?

Verecek cevabım yoktu duymamazlıktan geliyordum sorularını…

Bir an azaldı alevi… -nefes alışları azaldı- ve sessizlik kapladı odayı…

Kısık sesle konuşuyordu artık…

Peki ! dedi…

En son bıraktığımda topraktı damlar, ağaçlar vardı etrafta, insanlar çoluk çocuk toplanıp “kıra” giderdi, onlara ne oldu ?

“kır” piknik oldu dedim… ama o da kalmadı artık…

iyice azaldı alevi – iç çekiyor gibiydi-

“Ben yokken ne oldu sen anlat” dedi…

İnsanlar bireyselleşti artık ve çocukları da alet ettiler bu yalnızlıklarına… Birey olmadan bireyselleşti herkes…

Misafirlik mecburi bir istikamete döndü. Taziyeler, hasta sormaları veya düğünler olmasa kimse kimseyi ne görüyor ne soruyor… ki ; bunlar bile acımasız bir sistematiğe bağlandı. Düğünler birkaç saat sürüyor, taziyeler taziye evi denilen yerlere hapsedilmiş.

Sokakta top oynayan çocuklar yok artık, bunun yerine bilgisayar oyunları çıktı ve artık tek başına oynuyor çocuklar bu oyunları.

Dedeler-nineler unutulmadı henüz ama çoğu birbirini anlamıyor, aynı dili konuşmuyorlar artık. Bu yüzden ne “çirok” kaldı, ne “estanik” ne de masal… hiçbir dilde yaşatılmıyor artık bu güzellik.

“kır” denilen yerler zalimce betonlaştı, toprak damlar “daha fazla nasıl rahat edebiliriz” düşüncesiyle yıkıldı ve kat-kat binalar dikildi yerlerine…

Aynı sokakta yaşayan herkesin birbirini tanıdığı o günlerin yerini, karşı komşusunu tanımama aldı.

Küçük mahalle bakkallarının soyu tükenmek üzere, büyük marketler dikildi her yere ve tüketim kültürü kanımıza kadar işledi.

Belki de tüm bunlar yaşanılması gerekenlerdi. Faydalanmak gerekirdi yeniliklerden ama biz neyi nasıl kullanacağımızı bilemedik.

Yeni olanı alırken eskiden kurtulmak zorunda hissettik kendimizi.

Oysa yeniyle yaşarken özümüzden, bizi biz eden o “eskilerden” kopmayabilirdik…

Daha anlatıyordum ki ; “Peki” diyerek araya girdi.

Peki dedi ve tükendi alevi… -daha fazlasını duymak istemiyor gibiydi…-

Sustu…

Sözlerimi ağzıma tıkadı ve söndü… “tüm bu yaşananlarda seninde payın var” der gibiydi…

Söndü Çila…

Geriye sırf  “yeni” diye hayatımıza aldığımız yalnızlıklar kaldı..

“Çilanız” sönmesin…


Selam ve Dua İle 






Bu yazı 1016 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum