Osman TEMİZBAŞ

Osman TEMİZBAŞ


Geleceğimiz için...

14 Haziran 2020 - 18:09

Kentleşme, kentsel yaşam biçimlerinin gelişimi olarak tarif edilmektedir. Başka bir deyişle, dar bir alana yerleşen büyük nüfus birikimi, yeni fiziksel ve sosyal oluşum, karmaşık ilişkiler ağı, iş dallarının farklılaşması ve kendine özgü bir kültürel sistemin ortaya çıkması olarak tanımlanmaktadır.

Dünya genelinde ülkeler, sanayileşme ve vergilendirmeler için kentleşmeyi tercih ettiler, hatta reklam ve filmlerle insanları kentlere doğru yönlendirdiler. Kent sadece sanayi ve vergi yeri olarak değil ulus devletlerin istediği tek tip insan modelinin de hızlıca yaygınlaştırılması için bulunmaz yerleşim yerleriydi. Kentlere gelen insanlar ilk dönemlerde kentin imkanlarına sahip oldular. İş, eğitim, sağlık, meslek vb. Alanlarda bu imkanlara kavuşan insanlar kırsal kesimdeki diğer insanların kente olan ilgisini ve göçünü de hızlandırdı.

Ancak bu ilgi ve hızlı göçün sosyal, siyasal, çevresel ve ekonomik artılarının yanında negatif etkileri de oldu.

Batıda bu göçlere paralel olarak modern yaşam ve imkanlara erişmeye oranla nüfus kontrolleri ile kaliteli yaşam ve kırsal nüfusun yaşam kalitesinin yükseltilmesi ile bir takım olumsuz kentleşmeler kısmen engellendi. Kentleşmenin olumsuzlukları olan, yığınların arasında yalnızlaşma, aile ilişkilerinin zayıflaması, gerçek geleneklerin yerini sanal festivallere terk etmesi, aile kurumunun iyice zayıflaması, hazcı insanların artması gibi olumsuzluklar yaşandı.

Toplumun temelini oluşturan aile kurumu bundan en büyük darbeyi aldı. Gelenek görenek uygulamaları yobazlıkla itham edildi. Büyüklere saygı, ve şevkat yerini huzur evi, bakım evi gibi uygulamalara bıraktı. Tarımsal faaliyet yerini hobiye bıraktı. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma ise siyasi araç haline geldi, Kentin kabul etmediği bir kısım insan yığınları oluştu ve yeni bir tabir gelişti adına varoş kültürü bile denildi.

Ama tüm bu olumsuz etkilerden bir olumlu etki çıkmadı mı elbette çıktı, kentleşme ve göç ile başlayan eğitim ve ekonomik özgürlük ile devam eden dalga ülkemizde özellikle doğu ve güneydoğu Anadolu da yaygın olan feodal yapıyı neredeyse yok etmeyi başarmıştır.

Bütün bu saydığımız gelişmelere bağlı olarak insanların kentlere akın etme hızı yavaşlamadan devam etti. İnsanlar kendi köylerinde kendi işinin patronu iken kendilerini mutsuz görüyorlar ancak bir kente göç edip asgari ücretle çalışmaya başladığında mutluymuş senaryosunda ayak uydurdular. Kentleşme ile beraber devam eden modernleşme süreci de kentleşme ile hız kazanmaya başladı. Ancak bu modernleşme ; Aslında teknolojik uygarlığın oluşturduğu ve dünyanın her yanında uygulamaya koyduğu bir olgu olmasının her ülkenin istediği ancak özellikle üçüncü dünya ülkeleri olarak tabir edilen ülkelerin heyecanla ve heves ile isteyip benimsemeye çalıştığı modernleşme maalesef yanlış anlaşılıp yanlış yorumlandı.

Genel ve özet olarak Modernleşme ; az gelişmiş veya gelişmemiş toplumların modern, siyasal, toplumsal ve kültürel bakımdan sanayileşmiş ülkeler modelini benimsemeleri ve onlara benzeme sürecidir denilebilir.

Ancak ve maalesef günümüzde modern yaşam dediğimiz yaşam şekli insanların çoğunun kendi yüzleri ile değil hep başkalarında benzeyen maske yüzler kullandığı bir yaşam şekli olmuştur. Modern yaşam kentlerdeki yaşamın mucidi olduğu için , gerek batılılaşmaya karşı olanlar, gerek kapitalizm, modernizm gibi kavramları eleştirenler ve kendilerini insanlığa hayat verecek nizam görenler teker teker veya toplu olarak çakma modernler oldular. Hatta hızlarını alamayıp modern batının bile tepkisini almaya başladılar.

Aslına aykırı davranışların fevkalade artması sanki 20. Yy a aitmiş gibi görünse de yada bunun faturası 20. Yy a kesilse de aslında daha evvelden var olan ve teşhis edilen bir hastalıktır. Zira İstiklal Marşı şairimiz Mehmed Akif Ersoy un şu sözleri bize ta o zamanlarda bu yozlaşmanın başlamış olduğunu açıkça göstermiyor mu ? Dinleri var işlerimiz gibi, işleri var dinimiz gibi. Manasını inceleyip tahlil edip biraz düşünürsek özellikle batılı insanların iş ahlaklarının Müslümanın olması gerektiği gibi bir ahlak ile yapıldığını kısa, açık ve net olarak ortaya koymuş üstad Mehmed Akif.

Aslına aykırı yaşam ve başkalarına benzeme öyle ileri bir hal aldı ki dinler arasında meydana gelen bu benzeşmeden dinler rahatsız bile oldular. Çok manidar ve düşündürücü bir tepki Hristiyan aleminin ruhani lideri papa dan gelmiştir.



Papa bile Hristiyan gençlere, boyunlarınıza haç takın, müslüman gençlerle farkınız olsun demiştir.

Kentleşme ve modernleşme devam ederken tüm bu süreçte geleneklere bağlılık, aile kurumunun korunmaya çalışılması, din kavramının yeniden bağlanmaya ve öze dönme çabaları başladı ve bu çabalar bireysel çabalardan toplumsal olarak dernek, vakıf, siyasi parti, lobi çalışmalarına dönmeye başladı. br>
Bu çalışmalar kimi yerde kendini benimseyen ve içselleştirmeyen karşı fikirlerle çarpışma ortamlarının doğmasına neden olmuştur. Türkiyedeki islamcı, sosyalist, milliyetçi gençlik modernizmin nimetlerine uzak olduklarında muhalif olduklarını zannettiler ancak belli bir sermaye birikimine ulaşınca ilk önce kendi değerlerine zıt davranışlarda bulunarak geçmişlerini silmeye çalıştılar.

Müslüman İslamcı guruplar eleştirdikleri ve hatta düşmanlık ettikleri batılı veya emperyalistlerle aynı yaşam tarzlarını yaşamaya Müslümanlığı süslümanlığa çevirdiler.

Bunu yaparken de yaşadıkları paradoksları anlayacak bilgi birikimleri zaten yoktu. İmanları hurafelerle dolu ve hep başkalarına hakaret eden bir anlatımın ürünüydü. Başkalarına hakaret edenler kendilerini unuttukları için gerçeği hep kaçırdılar ve gerçekte bu düşüncelerin işine gelmez. Çünkü gerçeğin hakarete ihtiyacı yoktur. Başkalarına örnek olur ve takdirini alır. Onun içindir ki ülkemizdeki ideolojiler gerçekle yüzleşmek yerine, başkalarının eksikliklerini sayarak kendilerini saklamaya çalışırlar. Bunu yaparken de kullandıkları üsluplarla yaptıkları temsillerle adını taşıdıkları değerlere ( müslüman, doğulu, ırklarına hatta konuştukları fikirlere ) zarar verdiler ve genede inkar ederek bu değerlerin gerçek temsilcisi olduğunu söylemekten çekinmediler. Çünkü yılların birikimi meslekleşti ve geçim kaynağı oldu. Başka işleri bilmedikleri için de yeri geldiğinde yaptıkları haksızlıkları da bu değerlerin arkasına sığınarak meşrulaştırmaktan geri durmadılar. Ne modern bir görüşü benimsediler ne de kendi görüşlerini yaşadılar.

Sonuç olarak medyanın, siyasetin, bürokrasinin ve sermayenin etkisinden kalmadan , bilime, adalete ve yaratılışa uygun çözümlerle bir çok sorunun üzerine hızlıca gidilerek sonuçlarına odaklanmalı. Aksi durumda zamanında yapılmayan çözümler belli bir süre sonra muhatapları esir alıyor. Yolsuzlukların, adaletsizliklerin ve zulümlerin bir parçası oluveriyorsun. Günümüz islamcılığı da hiç çekinmeden bu günahların bir parçası oldu. Çünkü perspektifleri geniş değil ve çok kültürlü bir yapıları zaten yoktu.

İslamcılık akım olarak Abdülhamit zamanında ortaya çıkan manasından uzak nir biçimde Türkiye de AKP iktidarının Tek adam dönemine kadar aslında islamcılık manasında değil siyasal islam olarak kullanılmıştır. Zira İslamcılık akının hedefi hangi milletten olursa olsun tüm müslümanları tek halife etrafında toplamaktır. Ancak Türkiye de siyasete alet edilerek iktidara gelme aracı olarak kullanılmış akım manasının dışında yeni bir mana yüklenmiş ve yol olarak izlenmiştir.

AKP iktidarı aynı söylemler ile iktidara gelip iktidarda kalmayı başarıp ardından yönetim modelini istediği gibi değiştirdikten sonra İslamcılık akımı üzerine olan söylemlerinde de halife etrafında toplanma anlamını da zikretmeye başladı. Tabi ki bunları seçim beyannamesi veya parti programına koyarak değil taraftarları ve partililerin toplantı vb alanlarda açıklamalarla gösterdi. Aslında böyle bir politika veya talepleri olmayıp bu söylemlere izin vermesinin nedeni de yine iktidarda kalmak adına etkilemek adına olduğu da açıktır.

Maalesef sözde İslamizm veya İslamcı olduğu söylenen ve bu söylemler ile uzun yıllar iktidarda kalan AKP nin ne kadar İslamcı olmadığını şöyle anlatmaya çalışalım: Ülkelerin yönetiminde ve toplum hayatında adalet,liyakat,fırsat eşitliği,insan hakları,fikir hürriyeti gibi İslamın temel öğretileri yer alan bu ilkelerin maalesef AKP iktidarında uygulanmadığı gibi aksi uygulamaların müteaddit oluşuna ve gelenekselleştiğine tanık oluyoruz. Dahası tam tersi yolsuzluk, rüşvet, israf, kayırma gibi işlerin de normalleştirildiği ve sıradanlaştığına da tanık oluyoruz. Ve ne var ki partinin adının içinde Adalet kelimesinin geçiyor olması ülke yönetimine adalet getirmiyor. Oysa islamın temeli adalettir.

Eğer AKP gerçekten sözde değil özde İslamcı olsaydı ; Başta adalet olmak üzere İslam ın toplumsal yönetim için belirlediği normlar uygulansaydı bu gün Türkiye de hukuksuzluk, yolsuzluk, rüşvet, israf konuşuluyor olmazdı.

Özetle Arap kültür ve yaşam tarzını müslümanlık, batının kültür ve yaşam tarzını ise modernlik olarak kabul eden güruhlar ile mücadele ederek tüm bu yanlış İslamcılık veya siyasal islamcılığın ve batı özenmişliği yozlaşmış modernist akımının önüne geçmek mümkün olur.

Bu yazı 148678 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum