Prof. Dr. Yılmaz Emre

Prof. Dr. Yılmaz Emre

[email protected]

Gül Yüzlü Kardeşim: Prof. Dr. Mustafa Emre

15 Ekim 2020 - 09:30




 


İnsan nasıl Kardeşini yazabilir, bilemiyorum? Aslında hep erteleyip durdum. Ancak bu hafta Kardeşimi yazmaya karar verdim. Onun başarılarını, yiğitliklerini ve birlikte geçirdiğimiz “zor Yılları” anımsatmak belki içimi ferahlatacaktır. Onun ağırbaşlı, sabırlı ve haksızlığa karşı bir kasırga olduğunu mazinin sayfalarını irdelerken tekraren hatırlıyorum. Aslında Mustafa, hep rakibim olmuştu. Çünkü çok düzenli ve nitelikli davranışları vardı. Rahmetli dedem ona iltifat   için “Serdar-ı Peya” derdi. Bu çocuk halimle çok hoşuma gitmezdi. Belki de bu davranışımın adı “kıskanmak”dı. O iltifatların bana da yapılmasını isterdim. Fakat Kardeşime yetişemezdim. Sinemaya olan ilgim Mustafa’da hiç yoktu. Bazen onu kandırır, "Ordu" veya "Şeref" sinemalarına hafta sonları götürmeye çalışırdım. Bunu da baba korkusundan “suç ortağı” yapmak için yapardım. Hatta bazen parasından istifade etmek için de bu sinema işini kullanırdım. Diğer bana rakip olduğu yer ise babamın berber dükkanıydı. Şeytan Küçesindeki dükkanımız öyle çok çalışan ve gelir getiren bir yer değildi. Sınırlı müşterilerimiz vardı. Zaten Babam mesleğini çok sevmezdi. Biraz da mecburen mesleğini icra ediyordu.


Annem sabahları erkenden beni kaldırır ve dükkanın anahtarını verirdi. Tabii bu yaz aylarında veya sabahçı değilsem yapılırdı. Ben de dükkanı açar; aynaları ve zemini temizlerdim. Mustafa dükkana gelmeden önce “Çıraklıkları” ben alırdım. Ama Mustafa da çırak olduktan sonra bana rakip oldu ve benim gelirimde oldukça azalmalar görüldü. Mustafa benden daha atik ve girişkendi. Bu da onu bu konumda da başarılı kılıyordu. Tenekeden bir kumbarısı vardı, tasarruf eder ve kumbarısı hep dolu ve ağır olurdu. Ta ki benim sinema parası için yaptığım operasyonlara kadar.... Evdeki ince berber makası ile önce sarı 25 kuruşluklar, sonradan da beyaz madeni 25 kuruşluklar sinema gişelerinden geçmek için tarafımdan kullanılırdı. Bu işlem ta ki, foyam meydana çıkana kadar sürerdi. Sonra olay Babama intikal eder ve ben cezalandırılırdım. Bu konuda haksızdım ve yeterince “Sille” ile “Çarut” araçlarına maruz kalırdım. Zayıf ve cılız bir çocuktum. Sık hastalanırdım. Anneannem bana zorla süt içirirdi. Bu yapımdan dolayı, bana bir şey taşıtmazlar ve dolaylı koruma yaparlardı. Halbuki ben kendimi göstermek istiyordum. Benim yerime Mustafa’nın işlere koşturması da yine o çocuk ruhumda kırılganlıklar oluşturuyordu.


Bir gün Dedemin zoruyla defter şeklindeki nüfuz cüzdanlarımız toplu olarak fotör şapkalı nüfus memuru Mehmet Bey tarafından öğleden sonraki mesai bitiminde bizzat dukkana getirilerek babama teslim edildi. Akşam evde defalarca bu cüzdanalara baktık durduk. Artık hep hayatta kimliği belirli bir vatandaş olmuştuk. 1965-1966 eğitim yılı için ben, Mustafa ve Dayıoğlum Nuri ile Dedemiz bizi Devrim İlkokuluna kayıt için götürdü.. Mevsim sonbahar ve aylardan Eylül’dü.. En sevinçli günümüzdü. Mustafa kısa boydan kayıb etmemek için ayakkabısının içine dolgu maddesi koymuştu. Ancak günün sonunda Mustafa nüfusdaki kayıtlardan dolayı okula kabul edilmemişti. Çok üzüldüğünü hatırlıyorum. 1966-1967 eğitim yılında o da başladı. Nedense ilk dört yılda okula olan ilgisi oldukça azdı. Hatta okula götürüp, sınıfa bıraktığımda hemen “firar” ediyordu. Eve vardığımda o da diğer yoldan eve dönerdi. Bu ilgisizliği 1969-1970 eğitim yılında dördüncü sınıfta Müzeyyen Hoca tarafından sınıfta bırakılmasına kadar sürdü. İzleyen yılda Mustafa Lise son sınıfa kadar hep okul birincisi olarak öne çıktı. İlkokul’daki çevresi ve arkadaşları oldukça fazlaydı. Sıra geceleri düzenliyorlardı. Önemli arkadaşlarından biri de Av. Ferhat Karataş’dı. Bu süreçte hayatına disiplin geldi. Yani kendisini tamamen derslerine verdi. İşte bu süreçte ben de doğrularla karşılaşmıştım. Aslına bakarsanız ben de kötü bir öğrenci değildim. Ancak Mustafa yine bana fark atmıştı. Ders skorları 10’a yakındı. Artık inançlı ve çalışkan bir kişiliği vardı. Bu süreçte bazı zalimler benden dolayı kardeşime de rahat vermiyorlardı. Zaman zaman benim için kavgalara giriyordu. Ancak oldukça terbiyeli, saygılı ve çalışkan bir öğrenci olması nedeniyle de öğretmenlerinin takdirlerine mazhar oluyordu. İşte benim yakışıklı, ahlaklı ve çalışkan Kardeşim Mustafa 1978 yılında Siverek Lisesini birincilikle bitirdi. Şehmus Kaynak Hocamızdan 10 alan nadir öğrencilerden biridir. Belki de tek öğrencidir. Sadece Beden Eğitimi notu 8 veya 9’du. Artık Üniversite zamanıydı. Ben bu arada memurluğa başladım. Bir yıl sonrada Selçuk Üniversitesine girmiştim. Yani benim de bir yılım yanmıştı. Benden sonraki yıl Mustafa da bir ömür kalacağı Adana’da Çukurova Üniversitesine girdi. Fakültesi Temel Bilimler Fakültesiydi. O yılların yokluk içinde geçtiğini biliyorum. Ama adı Mustafa.. Yazın boş durmaz, bir fabrikada iki vardiya çalışarak Kış için harçlığını hazırlardı. Yani kimseye muhtaç olmadan.. Nihayet 1983 yılında Fakültesini bitirdi. 1984-1992 yılları arasında aynı Üniversitenin Tıp Fakültesinde araştırma görevlisi olarak çalıştı. Bir yandan da 1986 yılında Yüksek Lisans ve 1992’de de Doktorasını bitirdi. Bir çok bilimsel projelerde çalıştı ve bu çalışmalarını uluslararası ve ulusal hakemli dergilerde yayınlayarak, 2007 ‘de Doçent ve 2013 yılında da Professör oldu. Hala durmaksızın bilimsel çalışma ve yayınlarına devam etmektedir.


Oldukça sabırlı olan Kardeşimin bu noktada bir pik noktası vardır. O pik sınırına dokunmamak gerekiyor. Kimsenin işine karışmaz. Evine bağlı ve çocuklarına düşkün bir yapısı vardır. Çocukken yaptığım bazı haksızlıklara olan tepkileri dışında, aramızda hiçbir sıkıntı olmadı. Bulunduğu statüde, Bölge Hastanesi olmasından dolayı, hastalara yaptığı yardımları yakından biliyorum. Karacadağ’da ve akrabalarımız arasında şöhreti benden fazladır. Yani bu alanda da bana fark atmıştır.


Allah Gül yüzlü Kardeşime ve aile efradına sağlık, mutluluk ve esenlik versin. İyi ki böyle düzgün, ahlaklı ve çalışkan bir Kardeşe sahibim. Rabbime şükürler olsun.

Bu yazı 6560 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum