Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

KARA ZAMBAK EDEBİYAT DERGİSİ İLE RÖPORTAJ - 2.BÖLÜM

20 Ağustos 2016 - 22:08

Kara Zambak Edebiyat Dergisiyle Röportaj


2.BÖLÜM .


 


Ali Şerik: Biliyoruz ki Balad Şiir Vakfı’nın başkanlığını şu an siz yürütüyorsunuz. Bu görevi ne zamandan beri yürütüyorsunuz?


 


Kadir Büyükkaya: Doğrudur, Balad Şiir Vakfı’nın 23 Kasım 2015 tarihinde yapılan olağan kurul toplantısında arkadaşlarımın teveccühüyle başkanlığı ben üstlendim. O tarihten beri başkanlığı ben yürütüyorum. Onların güvenine layık olmak için elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Aslında bu görevi benden daha iyi yapacak arkadaşlar vardır. İnaniyorum ki günü ve zamanı geldiğinde bu arkadaşlar bu görevi benden devralarak daha başarılı ve daha nitelikli işler yapacaklardır.


 


Ali Şerik: Röportajın başında toplumumuzda birbirini tanıyan veya tanımayan insanın birbiriyle uyum içinde sağlıklı iş yapmanın zorluğundan söz etmiştiniz. Ama görüyoruz ki daha önce birbirinizi hiç tanımadığınız halde birçok şeyi başarmışsınız ve bunu neye bağlıyorsunuz?


 


Kadir Büyükkaya: Bu sorunuza şöyle yanıt vereyim: İlk yönetim kurulumuz döneminde gerçekten de çok uyumlu, sorunsuz bir şekilde birbirinden değerli çalışmalar yürüttük. Bunu daha çok yönetim kurulunda yer alan arkadaşların kişisel özelliklerine bağlıyorum. Yönetimde yer alan -özelikle de üç bayan arkadaşın- saygın duruşları çalışmaların yürütülmesinde hep itici güç olmuştur. Arkadaşların sosyal ve kültürel alandaki birikimleri sayesinde yapılan toplantıların tümünden istenilen sonuçları rahatlıkla alabiliyorduk. Yönetimdeki arkadaşların her birisi farklı bir coğrafyadan geliyordu. Mesela Güleren Kılıçaslan arkadaşımız Isparta’dan, Ferda Güneş Aydın’dan, Nafize Şimşek Sivas’tan, İbrahim Eroğlu Yozgat’tan, Tuncay Kars’tan ve ben Diyarbakır’dan geliyordum. Dünyanın gidişatı ile ilgili fikir ve düşüncelerimiz muhtemelen aynı değildi. Birçok alanda birbirimizden farklı şeyler düşünüyorduk. Bütün bunları birer zenginl olarak görüyorduk. Çalışmalarımızın eksenine şiir ve insanlığın evrensel değerlerini koyduğumuz için aramızdaki uyumu ve saygıyı zedeleyecek olası yanlışlardan kendimizi rahatlıkla koruyabiliyorduk.. Böyle olduğu için de gerçekleştirdiğimiz toplantılarımızın tümü büyük bir olgunluk içinde geçiyordu. Bu yüzden beklenen sonucu rahatlıkla yakalayabiliyorduk. Şunu yeniden belirtmekte yarar görüyorum ki ilk yönetim kurulu döneminde oluşturduğumuz bu saygın duruşumuzu daha çok o dönemde görev alan arkadaşlarımıza ve özelikle de bayan arkadaşlarımıza borçluyuz. Arkadaşlarımızın olgun duruşları sayesinde her toplantımızı adeta iple çekerdik. Toplantıya gelen arkadaşlar varlıklarıyla toplantılara renk katardı. Yani anlatmaya çalıştığım şu; çalışmalara yön verecek yönetim deki arkadaşların kişisel düzeyleri ve duruşları çalışmaların kaderini yakından etkiliyordu.


 


Ali Şerik: Gördüğüm kadarıyla siz daha çok ilk yönetimde yer alan arkadaşların uyumundan söz ediyorsunuz. Aynı şeyi ikinci yönetim kurulu için de söyleyebiliyor musunuz?


 


Kadir Büyükkaya: Oldum olası hep açık sözlü olmuşumdur. İkinci yönetim de aynı başarıyı yakaladığımızı söyleyemem. İkinci yönetime dört yeni arkadaş girmişti. Güleren, Ferda ve Tuncay yoğun işlerinden dolayı yeni yönetimde görev almak istememişlerdi. Yeniden oluşturulan yönetim kurulu büyük bir şevkle görevlere sarılmış, fakat daha işin başında iken gerçekleştirilen bir-iki toplantıdan sonra yaşanan bir takım tatsızlıklardan dolayı çalışmalarımız tökezlendi. Yönetime seçilen bazı arkadaşalar arasında yaşanan tatsız tartışmalar yüzünden önce biri, sonra da bir diğeri yönetim kurulu üyeliğinden ayrıldı. Bu durum tabii ki arzuladığımız bir şey değildi. Fakat yapılacak fazla bir şey de yoktu. Çalışmak istemek kadar çalışmamak da bir haktı. Kimse kimseyi zorla bir işe süremezdi. İki arkadaşımızın yönetimden çekilmesi ister istemez çalışmalarımızı olumsuz yönde etkiledi.


 


Ali Şerik: Şimdi size başka bir soru sorayim. Hollanda’da benim bildiğim yirmiyi aşkın şair var. Her yıl yeni umut verici şair katılıyor aralarına. Yazılan şiirlerin kalitesi nedir? Bunu neyle kıyaslıyorsunuz? Neden Hollanda’da onlarca şair var da; romancı, öykücü sayısı daha az?


 


Kadir Büyükkaya: Hollanda’daki şair sayısını yirmiyle sınırlandırmak bence doğru değil. Bana göre gerçek sayı bunun çok üstündedir. Kendilerine ulaşamadığımız, varlığından haberdar olmadığımız şairlerin var olduğuna inanıyorum. “Yazılan şiirlerin kalitesi nedir?  Sorusuna gelince. Bu konuda kendime bir hakem rolü biçmek istemiyorum. Bin yıllık geçmişi olan toplumlarda bile bu sorunun cevabı çok zor veriliyor. Kabul etmemiz gerekir ki bizler Hollanda’da çok yeniyiz. Geçmişimizin toplamı elli yıllı geçmiyor. Bu kısa zaman dilimi içerisinde bu ülkeye sonradan gelmiş bizim gibi yabancıların şiir ve edebiyat alanında ciddi şeyler başarmaları fazla gerçekçi olamaz. Edebiyat ve özelikle şiir çok ciddi bir uğraştır. Yazılıp çizilenlerin güçlü bir temele oturması gerekiyor. Ha demekle ne şair olunur ne de şiir yazılır.  Bu bir süreç ve birikim meselesidir. Bu yönüyle bakıldığında Hollanda’da şiir ve edebiyatla uğraşanların önünde henüz çok uzun bir yol vardır. Şair ve yazarlarımızın bu uzun ve meşekatlı yolda düşe kalka yürümeleri gerekiyor. Fakat bunu söylerken katedilen yolu ve emek veren çevrelerin çabalarını küçümsemek gayesinde değilim. Şüphesiz herkes kendince bir şeyler yapmaya çalışıyordur. Umut ve gelecek vadeden çok değerli arkadaşlarımız vardır. Yazılan çizilen eserlere baktığımızda çok haklı olarak umutlanıyoruz.


 


Mesela 2015 yılı içinde sadece Balad Şiir Vakfı çevresinden ona yakın arkadaşımızın kitabı okuyucuyla buluştu.  Bu küçümsenecek bir çaba değildir. Bunun yanı sıra Balad Şiir Vakfı çevresinden birçok arkadaşımızın basıma hazır dosyaları var. Bundan yakından haberdarım. Güleren Kılıçaslan, Ferda Güneş, Nafize Şimşek, İpek Bayrak, Serpil Arslan ve Şermin Koca dosyaları hazır durumda olan ve basım için sırada bekleyen akadaşlarımızdır. Bu arkadaşların şiirlerini yakından inceliyorum. Görüyorum ki yazdıkları şeyler sıradan şeyler değildir. Bu arkadaşlar dışında güzel şiir yazan başka arkadaşlarımız da vardır. Muzaffer Hoca’nın ismini zikretmediğim için belki çok haklı olarak bana kızacaktır. Böylelikle onun da ismini analım.


Balad Şiir Vakfı dışında şiir ve eserlerini büyük bir beğeniyle okuduğum birçok dost ve arkadaşımız vardır. Sevda Kuran’ın şiirlerini ve öykülerini oldukça beğeniyorum. Haydar ve İbrahim Eroğlu kardeşler basite alınacak isimler değiller. Vedat Gültekin ve Nufel Yavuz’u görmezlikten gelemeyiz. Değerli çalışmaları vardır. Sarf ettikleri çabalarla sanat ve edebiyat dünyamıza kendilerince kalıcı izler düşüyorlar. Hangi şair ve hangi şiir türleri daha niteliklidir, bunun yanıtını biz değil, elli yıl sonra yaşayanlar verecektır. Biliyorsunuz yazılıp çizilenlerin gerçek değeri kimi zaman çok sonraları anlaşılıyor. Bu konuda çok ilginç ve çok şaşırtıcı şeyler vardır tarihte. Elli yıl önce gündemi işgal eden kimi kişilerin bakıyorsun elli yıl sonra piyasada esamileri bile okunmuyor. Ama diğer taraftan bir bakıyorsun sessiz sedasız, gürültü şematadan uzak birşeyler karalayan ve günün birinde çekip gittiklerinde ölümünden kimsenin haberdar olmadığı şahıslar bir bakıyorsun sonradan anlaşılıyor ve hak ettikleri yere konuluyorlar. Yanı kısacası şair ve yazarlar edebiyat anaya karşı olan sorumluluğunu yerine getirmeli, bu alanda ki borcunu ödemelidir. Sonrası halkın ve tarihin takdirine kalmış bir şeydir.


“Neden Hollanda’da onlarca şair var da; romancı ve öykücü sayısı daha az?“ sorusuna gelince.


Vatandan, dost ve eşten uzak kalmışlar için şiir yazmak çok daha kolaydır. Uzaklara savrulan insanların ruhsal zemini şiir yazmak için daha elverişlidir. Yabancı bir coğrafyada yaşamanın kendine özgü zorlukları vardır. Bu güçlükler insanın ruhunda, beyninde fırtınalar koparır. Kopan bu fırtınalar insanın ruh ve duygularını olağanüstü ayaklandırır. Bu ayaklanma sırasında sözcükler kendiliğinden mısralara dökülür. Şair kaleme sarılır ve şiir bir çırpıda kâğıda dökülür. Telefon, Televizyon, basın ve yayın olanaklarının olmadığı zamanlarda memleketten uzak diyarlarda akşamım çöküşü, yalnız geçirilen bayramlar, eşten dostan gelen mektuplar, geride bırakılan çoluk çoçuk özlemi ve daha birçok şey dayanılacak cinsten şeyler değildi. Bütün bunlar insanların duygularını kızıştırır ve sonuçta bazen içli bir şiir bazen yanık bir türkü ve bazen de hüzün kokan bir mektup biçiminde kendini dışa vurur. Yani bu durumlarda duygularda ani depremler yaşanır ve şiirler ortaya çıkardı.


Fakat öykü ve romanda bu böyle değildir. Öykü ve romanın daha çok yaşanan toplumsal hadiselerin derinden özümlenmesiyle ilişkisi vardır. Yaşadığın veya çevrende yaşandığına tanıklık ettiğin toplumsal bir olay üzerinden bir roman veya öykü konusu yakalarsın ve kalkar onu bütün yönleriyle yazarsın. Bunun hakkından gelmeniz için tasvir için gözlem yapmaya, detaylar konusunda bilgi toplamaya, yanlışlara düşmemek için araştırmalar yapmana, olayın farklı boyutlarını ortaya çıkarmak için insanlarla konuşmaya ihtiyacın vardır. Doğup büyüdüğün coğrafyadan uzak yerlerde yaşıyorsan bu malzemelere ulaşman kolay değildir. Roman ve öyküler yazmak için malzeme konusunda başkalarına bağımlısın. Ama şiir de böyle değildir. Şiir yazmak için bazen yüreğine dayanmak, yüreğine yüklenmek yeterli oluyor. Yüreğine çöken o dayanılmaz sızı o karşı konulmaz ağırlık seni zorladığında çareyi şiire sarılmakta buluyorsun. Bunu hisle ve duyguyla halledebiliyorsun. Şiir aslında biraz da yüreğe binen bu yükten kurtulma uğraşıdır. Şiir, roman ve öykü yazmanın zemini birbirinden faklı olduğundan bunlara aynı oranda el atamıyorsun. Benim bu dediklerim daha çok Türkiye gerçeklerine dayalı raman ve öykü yazmak isteyenler içindir.


 


Hollanda’da yaşayan ve burdaki sosyal gerçeklere dayalı romanlar yazmak isteyenlerin ise başka bir zorluğu vardır. Roman veya öykü yazmak yaşanılan bir olayi veya meseleyi genel hatlarıyla hikâye etmekle bitmiyor. Yaşanılan meselelere vakıf olmanız için yaşadığınız toplumun diline, kültürüne, örf ve adetlerine hâkim olmanız gerekiyor. Toplumun kültürünü, adetlerini, değer yargılarını ve psikolojisini tanımak için o toplumun diline hâkim olmak gerekiyor. Çünkü her şey dil ile başlıyor ve dil ile bitiyor.


Çalışmak için bu coğrafyaya gelen insanlarımızın dil öğrenmeleri pek kolay olmamıştır. Örf ve adetlerden soyutlanmış bir roman çalışması düşünülemez. Bu nedenle ilk kuşak insanlarımızın Hollanda’da öykü ve roman yazma çabaları çok cılız ve kötürüm kalmıştır. Çünkü yazar ve şairler bunun sosyal zeminini yakalayamamışlardır.


Avrupa ülkerine ilk gelenler aslında buralarda inanılması zor güçlüklerle yüz yüze kalmışlardır. Yaşanan bu zorluklar, karşılaşılan bu sıkıntılar roman ve öykü yazmak isteyenler için çok güçlü malzemeler sunmuştur. Fakat birinci kuşaktakilerin eğitim düzeyi bu malzemeyi işlemekten uzak olduğu kaldığı için yaşanan sıkıntılar sadece dost ve arkadaş sohbetlerinde birer anı olarak dilendirilmiştir.


 


Devam edecek..


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]


 


 

Bu yazı 1217 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum