Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

KARA ZAMBAK EDEBİYAT DERGİSİ İLE RÖPORTAJ - 3.BÖLÜM

28 Ağustos 2016 - 17:47

KARA ZAMBAK EDEBİYAT DERGİSİYLE RÖPORTAJ..


3.BÖLÜM


 


12 Eylül darbesinin zülmünden kaçan ve kendilerini yurtdışına atanların Avrupa ülkelerine gelmesiyle birlikte yazı dünyasına gözle görülür bir canlılık bir hareketlilik gelmiştir. Eli kalem tutanlar kendi güçleri oranında bir şeyler yapmaya çalışmışlardır. Anı, öykü ve çok sınırlı roman çalışmaları aslında biraz da bu sürecin ürünüdür. Yurtdışına kaçan aydınlarımızın boğuşmak zorunda kaldıkları yığınca sorunları olduğundan ne yazık ki onlar da bu alanda dişe dokunur şeyler ortaya çıkaramamışlardır. El atılan kimi uğraş ve projeler ne yazık ki hep yarı yolda kalmıştır. Zaman zaman çıkarılan kimi edebiyat dergileri ve bültenler ne yazık ki uzun ömürlü olamamışlardır. Büyük bir arzu ve hararetle çıkarılan dergiler en fazla birkaç sayı çıkmış ve sonra kaderlerine terk edilmişlerdir. Bunun temelinde yatan nedenlerden birisi de aydınlarımızın kolektif çalışma kültürünü yeterince özümsememeleridir. İnsanlarımız bu pozitif anlayışıyla henüz bütünleşememişlerdir. Çoğu zaman “ az olsun benim olsun “ anlayışıyla hareket edilmiş ve halende ediliyor. Ülkemizin geri yapısından kaynaklanan ve insana bir milim ilerleme kaydettirmeyen bu geri alışkanlıklar ne yazık insanlarımız tarafından buralara da taşınmıştır. Böyle olduğu için de roman ve öyküde yakalanması gereken halka bir türlü yakalanmamıştır.


 


Oysa değerlendirilmesi halinde birinci kuşaktan bize miras kalan ve edebiyat alanında rahatlıkla kullanabileceğimiz çok değerli malzemeler vardır. Bizden önce buralara gelenlerin yaşadığı zorluk ve sıkıntıların haddi hesabı yoktur. Orta yerde duran ve el atmayı bekleyen bu malzemelerden kitaplar dolusu roman ve öyküler ortaya çıkarmak işten bile değildir. Bu birikimi ellerinde bulunduranların çoğu sahip oldukları malzemelerle birlikte göçüp gittiler. Zamanında bu birikimleri derlemek ve kayıt altına almak kimsenin aklına gelmedi. Çok sınırlı bazı çalışmalar yapılsa da bu devede kulak bile değildir. Hayata kalan bazı yaşlılardan kurtaracağımız bazı şeyler var. Ama bu konuda gerekli hassasiyeti gösteremiyoruz. Keşke gösterebilsek.


 


Ali Şerik: Şiir kitapları satılmıyor ve okuyucu azalmakta. Şiiri okuyan küçük bir kitle var. Şiir artık meyvesi doyarak yenmeyen bir ağaç mı oldu? Herkesin yetiştirebileceği bir meyve midir şiir? Yayınevleri artık şiir kitaplarına eskisi kadar sıcak bakmıyor. Şiirin özünü, şiirin dinamiğini anlıyor mu yazan ya da okuyan?


 


Kadir Büyükkaya: Şiir ve edebiyatın sıkıntılı bir dönemden geçtiğini herkes kabul ediyor. Bu sadece bize özgü bir durum değildir, dünya genelinde yaşanan bir sıkıntıdır. Fakat bizde bu sıkıntı daha çok hissedilmektedir. Bunun birçok nedeni vardır. Başlıca nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:


 


1-Çağımız İnternet çağıdır. İnsanlar diledikleri anda bilgisayarın bir düğmesine basarak istediği  bir şairin veya yazarın yazılarına rahatlıkla ulaşabiliyorlar. Kitaba para ve zaman ayırma gereği önemli oranda ortadan kalkmıştır. Buna devletin kitaba ve okumaya karşı olan bilinçli politikalarını da ekleyince kitap basımı ve okuma alışkanlığı sekteye uğramıştır. Bizde kitaba karşı bir özel husumet düşüncesi de geliştirilmiştir. Avrupa ülkelerinde kitap okumanın faydalarına ilişkin binbir neden sıralanırken biz de kitap okumanın zararlarına ilişkin bir milyon neden sıraya konulur. Bizde kitap okumak eşittir polis soruşturması. Bizde okumakla haşır naşir olmak eşittir komünizm. Yeryüzünde komünizmden daha tehlikeli bir şey olmadığına göre kitaba el sürmemek en iyisidir. Hangimiz kitap okuyoruz diye büyüklerimizin sıkı takibine alınmadık ki? Karyola ve yatak altlarına sakladığımız kitaplarımız az mı babalarımız tarafından yerinden alınarak sobalarda yakıldı. Toplumda oluşan bu ve buna benzer algılar kitap okumaya olan alışkanlıkları ciddi şekilde baltalamıştır. Çağın getirdiği sınıntılardan etkilense de Avrupa insanı kitapla olan bağını halen sürdürüyor. Otobüs, tren ve uçaklarda seyahat eden Avrupalılar yanlarında hep kitap taşıyor. Biz de aydın geçinenlerimiz bile kitapla aralarına ciddi bir mesafe koymuşlar. Bir yılda okunan kitap sayısı bir elin parmak sayısını geçmiyor. Oysa eskiden insanlar kitaba ekmek ve su kadar gereksinim duyuyordu. Önümüzdeki yüz yılda kitabın akibeti ne olur bilemiyorum, fakat şiir ve edebiyatın kısa vadede ele ayağa düşmeyeceğine inanıyorum. İnsanoğlunun var olma süreciyle yaşıt olan edebiyat gibi değerli bir hazinenin insanoğlunun ihanetine uğrayacağına ihtimal vermiyorum. Bu kiymetli mirasa karşı gözle görülür bir ilgisizlik gözlense de bunun çağın gereklerine uygun bir şekilde farklı araç ve gereçlerle yeniden ayakları üzerine dikileceğine inanıyorum. Bunun gerçekleşmesi için de tabii ki bizim gibi insanlara görev düşüyor. Şiir, roman ve sanatı yetim bırakmamak için Bir şeyler yapmak gerekiyor. Bugün yapmaya çalıştığımız da budur. Büyük emekler vererek çıkardığınız Zwartı Zambak Dergisi böylesi bir çabanın ürünüdür. Bu değerli çabanızdan dolayı sizi ayrıca kutlamak istiyorum. Bütün olumsuz gidişata rağmen şiir sanatı insanlara sevdirmeye çalışacağız. Bu insani görevimizdir. Bu yöndeki çabalarımızı sürdüreceğiz.


 


Ali Şerik: Size göre Şiir ve Edebiyata olan ilgiyi zayıflatan başka faktörler de var mıdır, varsa nelerdir?


 


Kadir Büyükkaya: Evet başka nedenleri de vardır. Yaşanan teknik devrimle birlikte insanların yaşam biçimleri ve değer yargıları köklü bir değişime uğramıştır. Arzu ve özlemlerin dile getirilmesinde müracaat edilen şiir büyük oranda terk edilmiştir. Bunun yerini başka araç ve gereçler geçmiştir. Aşk, arzu ve özlem uğruna sözcüklere yüklenen ve insanların duygularını ayaklandıran o güçlü tılsım artık ortadan kaybolmuştur. Bir görüşte alevlenen ve bir ömür süren büyük aşklar tarihe karışmıştır. Bunun yerine tarif etmekte güçlük çektiğimiz kısa ömürlü ilişki biçimleri türemiştir. Sabah başlayan akşam sona eren dejenere olmuş çok çarpık ilişki biçimleri insanların hayatına girmiştir. Duygudan yoksun bu tür ilişkilerin şiire ve edebiyata yükleyecekleri derin anlamlı bir tek sözcük yoktur. İlişki yaşayanlar birbirinin yüreğinde veya gözlerinde erimenin ne olduğunu bilmiyorlar. Bu konudaki duyarlılıktan yoksun yetişmişlerdir. Onlar için aşk ve sevmek uğruna insanın ateşte yanması budalaca bir iştir. Onlar bir tutku uğruna kendinden vazgeçmenin ne olduğunu, ne anlama geldiğini bilmiyorlar. Şiirin potasında mayalandığı aşk, özlem ve sevgi günümüz dünyasında dejenerasyona uğramıştır. Kimsenin bir sevda uğruna bir başkasının kara gözleri için şiirler yazma gibi bir dertleri kalmamıştır.


 


Bunun gerekliliği ortadan kalkmıştır. Böyle olduğu için de şiir yazmaya ve şiir okumaya olan istek ve eğilimler ciddi anlamda güç kaybına uğramıştır.


 


Bu duygu ve kültür dejenerasyonu insanları bireyselleştirmiştir. Biz yerine ben anlayışının kendisini konuşturduğu bir dünya yaratılmıştır. Başkasının acısıyla yaşamak, başkasının sıkıntısını yüreğinde hissederek yaşamak bir sevdadır. Bu sevda uğruna ölüme yürümek sevdaya bağlılıktır. Bu ruh ve bu kültür biçimiyle yaşama yaklaştığında yüreklerde ayaklanan duygular şiirlere akar. Tek düze monoton bir hayatın içinde şiirin emerelerine rastlayamazsın.


 


Yeni yaşam biçiminin yarattığı elverişsiz koşullardan kaynaklanan bu temel sorunların yanısıra bizde şiiri ve edebiyatı işlevsiz kılan başka nedenler de vardır. Bunları kısmen yukarda izah etmeye çalıştım.  Bizde bir de işin siyasi yönü vardır. Siyasi iktidarlar kendi çıkarları gereği kültür ortamımızı tümüyle zehirlemişlerdir. Kitap yazan, şiir okuyan, sanatla ilgilenen insanlara potansiyel suçlu gözüyle bakılmıştır. Şiir ve kitabın eskisi gibi rağbet görmemesinin temelinde bu tür siyasi yaklaşımların rolü büyük olmuştur. Edebiyatla ilgilenmek solculukla eşdeğer görülmüştür. Solculuk toplumun baş belası olarak insanlara lanse edilmiştir. Devletin sakıncalı gördüğü bu alana el atan şair ve edebiyatçılarımızın ikinci adresleri ne yazık ki ya sürgün ya da cezaevleri olmuştur. Yakın tarihimiz bunun örnekleriyle doludur. Yakın tarihimizin gelgitlerinden haberdar olanlar toplumsal sorumlulukla suya sabuna dokunarak birşeyler yapmaya çalışan şair ve sanatçılarımızın başına neler geldiğini çok iyi biliyorlar. Dünya edebiyatçılarının önünde saygıyla eğildiği Nazım Hikmet gibi büyük bir şairimiz doğduğu topraklardan uzak sürgünde ölmüştür. Türk sınamasının kapılarını dünyaya açan Yılmaz Güney gibi değerli bir sanatçımız hapis cezalarıyla terbiye edilmeye çalışılmıştır. Akıbeti hepimizin malumudur. Ahmet Kaya’ya karşı girişilen linç manzaraları halen kafalarımızda dipdiri duruyor. Şiir, sanat ve edebiyatla uğraşanların içine düştükleri vahim durum böyle iken toplumumuzda şiir ve sanatı insanlara nasıl benimseteceğiz? Bunu başarmanın bir yolu vardır; o da şair ve sanatçılar olarak doğrular savunacak ve bunun bedelini ödemeye hazır olacağız.


 


Devam edecek..


 


Kadir Büyükkaya


[email protected]


 


 


 

Bu yazı 1048 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum