Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

KARA ZAMBAK EDEBİYAT DERGİSİ İLE RÖPORTAJ - 4. BÖLÜM

04 Eylül 2016 - 18:25

Kara Zambak Edebiyat Dergisiyle Röportaj


4.BÖLÜM


 


Ali Şerik: Hollanda’da yaşayan birkaç şairimiz Türkiye’de tanınmış.  Örneğin Haydar Eroğlu, Yavuz Nufel, Nuri Can gibi. Çoğu şairlerimizi çok az insan tanıyor. Neden şairlerimiz Türkiye’de tanınmıyor? Vakıf olarak bunu değiştirmek için çalışmalarınız var mı?


 


Kadir Büyükkaya: İsimlerini verdiğiniz bu şair arkadaşlarımızın Türkiye’den izlendiklerini biliyoruz. Edebiyat çevreleri tarafından etkinliklere davet ediliyorlar. İçlerinden şurdan buradan belli dallarda ödül alanlar var. Mesela geçenlerde Haydar Eroğlu arkadaşımıza Türkiye’den bir edebiyat kurumu tarafından Yaşar Kemal ödülü verildi. Nuri Can arkadaşımız Türkiye ve İtalya’da sanat ve kültür etkinliklerine davet edildi. Benzer şeyleri arkadaşımız Murat Tuncer için de söyleyebiliriz. Bütün bunlar bizim için sevindirici ve guru vericidir. Fakat bu ve başka arkadaşlarımızın hak ettikleri derecede tanındığını söylemek çok güçtür. Balad Şiir Vakfı olarak bu konuda yapmamız gereken işler tabii ki vardır. Bu böylesi çalışmalar amaçlarımız arasındadır Bu kapsamda çaba sarf ediyoruz. Fakat bu alanda çok işler başardığımızı söyleyemeyiz. Çünkü bu işlerin üstesinden gelmemiz için Balad Şiir Vakfı olarak ete kemiğe bürünmemiz gerekiyor. Bunu gerçekleştirmenin yolu Hollanda’da yaşayan şair ve edebiyatçıların omuz omuza hareket etmelerinden geçiyor. Bunu da şimdiye kadar henüz sağlamış değiliz. Hollanda’da yaşayan birçok edebiyaçımız ne yazık ki kendi başına işler yapmayi kendince daha uygun görüyor. Bu tespitin Avrupa’nın diğer ülkelerinde yaşayan aydınlarımız için de geçerlidir. Kolektif çalışmalardan uzak durmak, bireysel hareket tarzı ve anlayışı her nedense bazıları için daha cazip geliyor. Böyle olunca Balad Şiir Vakfı olarak her işe koşamıyoruz. Daha yeni kurulan, ayakları üzerine henüz tam olarak oturmamış bir kurumun yapacağı şeyler ne yazık ki çok sınırlıdır. Şair ve sanatçı arkadaşlarımızı tanıtabilmek için öncelikle kendimizi tanıtmamız gerekiyor. Meşruluğunu kanıtlamamış bir kurumun başkalarını tanıtabilme imkânları son derece sınırlıdır. Güçlenmemiz oranında tabii ki bu yönlü çabalarımız olacaktır.


 


Ali Şerik: Ekonominin ve siyasettin karmaşık ve anlaşılamazı zor dönemde, şairin toplumsal görevi nedir, ne olmalı? Türkiye’nin siyası yapısı, politik gerilim ve iç çatışma, şair olarak sizi nasıl etkiliyor? Dünyanın her yerinde milyonlarca insan, savaşlar yüzünden evini yurdunu terk etmek zorunda. Şairi ne bekliyor? Şair nasıl nefes alabiliyor savaşlara gömülen dünyada?


 


Kadir Büyükkaya: Kendimizi coğrafyamızın, bölgemiziz ve dünyada yaşanan çalkantıların dışında göremeyiz. Yaşananlar bizi yakından etkiliyor. Olup bitenlere karşı sorumluluklarımız vardır. Biz buna toplumsal sorumluluk diyoruz. Bizim toplumsal mücadelede tek silahımız kalemimiz ve yüreğimizin derinliklerinden kopup gelen tılsımlı sözcüklerimizdir. Dünyada ve ülkemizde yaşanan haksız savaşlara, ayaklar altına alınan insan hakları ihlalerine ve dünyayi felaketlere sürükleyen uygulamalara karşı bizim söyleyecek bir sözümüz mutlaka olmalıdır. Yaşanan haksızlıkların karşısına şiirlerimiz ve kitaplarımızla dikilmek mecburiyetimiz vardır. Bu tarihin omuzlarımıza yüklediği toplumsal sorumluluktur. Bu yükü taşımak zorundayız. Bunu yaparken tek silahımız kalemimiz, şiirlerimiz ve kitaplarımızdır. Bizim bunun dışında başka bir silahımız yoktur.


 


Şiir, insana sıkıntı veren her türden toplumsal hastalıklara karşı güçlü bir panzehirdir  ve bu panzehirin türlerini çoğaltmalıyız. Şiir güzel yarınlara uzanan yollarında insanoğlunun elinde ortalığı aydınlatan güçlü bir fener görevi görüyor ve bu feneri herkesin eline tutuşturmamız gerekiyor. Şiir ruhu örümcek istilasına uğrayanların yüreklerini derinden temizleyecek sihirli bir iksirdir. Bu iksiri güçlendirmek zorundayız. Şiir kan ve gözyaşına karşı güçlü bir kalkan, doğayı ve insanlığı hedef alan saldırılara karşı dünyaynın geleceğini teminat altına alan, aşılması zor bir dalgakırandır. Bunu tahkim etmeliyiz. Şiir cehalet cehenneminde karanlıklara yuvarlanan kötürüm beyinleri aydınlatan bir ışık huzmesidir. Bu ışığı her şart ve mercek altında büyütmekle yükümlüyüz. Şiir ,insanlığı yok etmekle tehdit eden korkunç silahların namlusuna konulan çelik bir tıkaçtır. Bu tıkacı iyiden iyiye gediğine yerleştirme mecburiyetimiz vardır. Şiir ,barış ve demokrasi kavgasında mazlumlarının dayandıkları mazbut bir moral kalesidir bu kaleye yeni burçlar eklemeliyiz. Şiir, insanlığın onur kavgasında bir avuç sevgi ve bir avuç aşktır. El ele, gönülden gönüle bu aşkı ölümsüzleştirmek zorunluluğumuz vardır. Şiir insanların açlıktan susuzluktan kırıldığı bir dünyada herkesin paylaşabilecekleri bir lokma ekmek ve bir yudum su olmalıdır. Kısacası şiir tepeden tırnağa yaşam olmalıdır. Şiir özleme karşı umut, yılgınlığa karşı cesaret, her şeyin bittiği bir anda topraktan başını uzatan bir umut tohumu olmalıdır. Yani şiir Tanrı tarafından vaat edilen ve Cennet diye isimlendirilen o kutsal mekânın altın anahtarı olmalıdır.


 


Türkiye’de yaşanan politik gerginlikler, insanın yaşam sevincini yerle bir eden iç çatışmalar ve dünyanın farklı kıtalarında yaşanan acımasız savaşlar, savaşların ortasında kalan çocukların çaresizliği, açlık ve sefaletle boğuşan on binlerce insanın perişan hali karşısında etkilenmemek kabil mi?  Ruhunu ve vicdanını kaybetmemiş normal bir insanın yaşanan bunca felakete karşı duyarsız kalması, rahatsızlık duymaması düşünüle bilinir mi?  Tabii ki değil. Acısını, sevgisini, umut ve özlemlerini şiir mısralarına yükleyen bir kelime avcısı olarak tabii ki ben de bütün bu olup bitenler karşısında fazlasıyla etkileniyorum. Bu karamsar tablo karşısında bizim şair ve sanatçılar olarak insanlık onuruna sahip çıkmaktan başka çaremiz yoktur.


 


Şairler insanı hedefleyen bu barbar saldırıların son bulması için bir şeyler yapmak zorundalar. Şairler insanlar ölmesin diye ellerinde kalem dilerinde şiirler kavganın tam ortasında yerlerini alabilmelidirler. Bu şair ve sanatçının onur borcudur.


 


Şairler masa başında aşk ve sevdaya dair romantik şiirler yazdıklarında gece karanlığını yırtan kurşun seslerinden rahatsız olabilmelidir. Dışardan duyulan kadın ve çocuk ağlamalarına kulaklarını tıkamak şairin işi olmamalıdır. Şair dışarda neler olup bittiğini anlamak için odasının perdelerini aralayabilme cesaretini gösterebilmelirdir. Şairin insanlığın varlığına yönelmiş felaketler karşısında şiirin namusunu sahiplenmek gibi bir görevi vardır. Bundan başka bir çaresi ve seçeneği yoktur. Şair, şiir ve kalemiyle dik bir duruş sergileyemiyorsa o şiire ihanet etmiş demektir. Benim şiirlerimle ve yazdıklarımla yaptığım ve yapmaya çalıştığım şeylerin merkezinde bu anlayış ve bu bakış açısı vardır.


 


İnsanlığın korkunç bir sefaletle boğuştuğu günümüz dünyasında “şairler şiirin ve şairliğin namusuna nasıl sahip çıkacaklar? “diye bana bir soru sorarsanız ben size ancak şunları söyleyebilirim. Türkiye’de Nazım Hikmet-Sabahattin Ali’ler, Kürtlerde Cigerxwin - Şérko Bekes’ ,Sovyetlerde Puşkin-Vladımir Mayakovski, Şili’de Neruda, Cezayir’de Salah Kharfi –Melek Haddad, Filistin’de Mahmud Derwiş, Almanya’da Bertold Brecht, Şili’de Peblo Neruda ve Lübnan’da Halil Cıbran’lar tarihin en hassas dönemeçlerinde Şair olmanın gereklerini nasıl yerine getirmişlerse bizde de öyle olmalıdır. Bu onur timsalı şairler bize nasıl hareket edileceği konusunda son derece net ve açık yol haritaları bırakmışlardır.


 


Şair, yollara düşmüş savaş yorgunu kalabalıkların feryadına kulaklarını tıkıyorsa, kendisini onursuzluğun batağından nasıl kurtaracaktır? Savaştan kaçan ve dipsiz denizlere saçılan çocuk cesetleri şairlerin rüyalarına girmiyorsa şairler şiirin namusundan nasıl söz ederler? Asrın icadı imansız silahlarla birer birer biçilen gencecik bedenler karşısında yüreği titremeyen şairlerin boğazından lokmalar geçiyorsa demek ki o şairin kaleminde ve şiirlerinde bir puştluk vardır.


 


Bir toplumun şairleri kendilerini bu utançtan kurtaramamışsa o zaman o toplum batmayı çoktan hak etmiştir. Bunun önüne geçmenin tek yolu vardır o da şairler kalem, şiir ve kitaplarıyla bu onurlu kavgada yerlerini alabilmeli ve direnmelidirler. “Şairler toplumun vicdanıdır “ sözü boşuna söylenmemiştir. Ya gerekleri yerine getirilir ya da dillerinde cafcaflı söylemleriyle el ayak altından çekilirler. Bunun orta yolu yoktur.


 


Devam edecek..


 


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]


 


 

Bu yazı 1026 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum