Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

NECMETTİN BÜYÜKKAYA'NIN ANISINA Unutmamak ve unutulmamak-3

30 Nisan 2014 - 21:31

Unutmamak ve unutulmamak



Necmettin Büyükkaya’nın Anısına



3.bölüm..



 


 


Diyarbakır da Cigerxun kültür merkezinde düzenlenen Panelden sonra Melle Bahtiyar’ı ve yanında ki heyeti sınıra doğru uğurluyoruz.Melle Bahtiyar Diyarbakır’ dan ayrılırken bizler Necmettin abinin yakın dostları ,arkadaşları ve yakınları olarak bu anlamlı  etkinliğe iştirak etmenin gururu ve onuru ile mutlu oluyoruz. Sağdan soldan gelenler, geldikleri yerelere dönerken ben ve kızım Dilan güzel şeyler yapmanın gönül rahatlığıyla dost ve akraba ziyaretlerine başlıyoruz. Evine misafir olduğumuz akrabalarımızın, evinde uzun zamandan beri görüşemediğim bir çok insanla karşılaşıyoruz. Geç saatlere kadar devam eden sohbetimizin ana konusu hiç şüphesiz ki yine Necmettin abi oluyor. Bu yılki anma etkinliğinin güzel geçmesi herkesi fazlasıyla memnun etmiş ve sevindirmişti.



Gecenin ilerliyen saatlarinde kızım ile birlikte sevdiğim yakın bir bir akrabamın evine misafir oluyoruz. Bir-iki saat kadar oturup bol bol sohbet ediyoruz. Daha sonra uyumak için yataklarımıza uzanıyoruz.



Son günlerde yaşanan yoğun koşturmacadan olsa gerek yatağa girer girmez hemen uyuyorum. Uykuya dalar dalmaz kendimi renkli bir rüyanın için de buluyorum. Rüyadamda kendimi bir gün önce Siverek’te Necmettin abi için yapılan anma töreninde buluyorum. Anma etkinliği bitmiş ve herkes yavaş yavaş dağılıyordu. Melle Bahtiyar’la el sıkışanlar arabalarına binerek evlerine dağılıyordu. Melle Bahtiyar’ın içinde bulunduğu ekiple birlikte Diyarbakır’a dönmeye hazırlanıyorduk ki köyde oturan yakın bir akrabamız yanımıza gelerek bana, “Kadir, Necmettin abinin köyde yaşayan akrabaları olarak Melle Bahtiyar’ı Karahan’a davet etmek istiyoruz. Buralara kadar gelmişken Necmettin abinin doğup büyüdüğü köyü görmemesi doğru olmaz” diyor.



Yakın akrabamın bu ince düşüncesi beni Dünya kadar memnun ediyor. Bu önemli konuda bu önemli ayrıntıyı neden düşünemedim diye kendime kızıyorum. Arabasına doğru ilerliyen Melle Bahtiyar’ı arabanın kapısında durdurarak akrabamın bana getirdiği bu teklifi kendisine iletiyorum. Melle Bahtiyar kendisine iletiğim bu davetiyeyi memnuniyetle kabul ediyor. Melle Bahtiyar’ın Karahan’a gideceği haberi dalga dalga çevreye yayılıyor. Mezarlığın kapısında ayak üstü sohbet eden yakın akrabalar ve dostlar hemen arabalarına atlayarak Karahan’a doğru yola koyuluyorlar. Melle Bahtiyar’ın bindiği araba hareket etmek üzereyken hemen önüne geçerek arabayı durduruyorum. Birşeyler olduğunu fark eden Melle Bahtiyar arabanın camını indirerek olup bitenleri merak ediyor. Kapıya yaklaşarak kendisine, “Kek Bahtiyar, şu an aklıma başka bir fikir daha geldi. Köye gitmeden önce sizi Necmettin abinin Siverek’te bulunan baba ocağına götürmek istiyorum. Yeketi çevresinden yüzlerce peşmergenin ve kadronun gelip gittiği bu ev kısa bir süre önce Necmettin abiyi sevenler tarafından müzeye dönüştürüldü. Buralara kadar gelmişken bu evi görmenizi çok  istiyorum” diyorum.



Melle Bahtiyar kendisine götürdüğüm bu yeni öneriye seviniyor ve bana “tamam neden olmasın, tabii ki olur” diyor.



Az ilerde duran bir arabaya binmek için hareketlenirken Melle Bahtiyar arkamdan seslenerek bindikleri arabaya binmemi istiyor. Melle Bahtiyar’ın arabasında bulunan boş bir koltuğa oturarak Necmettin abilerin Hayriye Mahallesi Elmalı Sokak’ta bulunan evlerine doğru yolla koyuluyoruz. Dar ve eski sokaklardan ilerleyerek Necmettin abilerin evlerine yaklaşıyoruz. Eve yakın bir yerde yeni açılan bir caddeyi Melle Bahtiyar’a göstererek, “Kak Bahtiyar şu gördüğünüz ve daha yeni açılan bu geniş cadde var ya, Siverek Belediyesi bu caddeye Mehmet Uzun ismini vermeye karar verdi” diyorum. Melle Bahtiyar yukarılara doğru uzanan caddeye bakarak, “öyle mi, ne kadar güzel. Umut ederim ki aynı şeyi ilerde Necmettin Büyükkaya için de düşünürler” diyor.



Necmettin abilerin Hayriye Mahalesi’nde bulunan evlerine varıyoruz. Evin arkasında bulunan boş meydan arabalardan geçilmiyor.Melle Bahtiyar ve yanındaki heyetle birlikte Necmettin abilerin sokak kapısından içeriye giriyoruz. Evin bahçesinde bir köşede duran üzüm asması, nar ve incir ağacı beklenmeyen konuklarına “hoşgeldiniz” der gibiydi. Evin bahçesinde bulunan her cisim Melle Bahtiyar’a çok hüzünlü şeyler anımsatıyordu. Aklı yıllar öncesine kayan Melle Mahtiyar’ın kafasında birbirinden farklı düşünceler çarpışıyor. Ellerini önünde kavuşturan Melle Bahtiyar bu kadim mekanın taş duvarlarına sinen dilsiz kelimeleri biraraya getirmeye çalışıyordu. Melle Bahtiyar’ın avlunun ortasında hareketsiz kaldığını görünce kendisine, “evet Kek Bahtiyar işte burası Necmettin abinin baba ocağıdır. İsterseniz yukarıya çıkalım” diyorum. Durduğumuz yerin sağ tarafında bulunan beş altı basamaklı merdivenlerden yukarıya çıkıyoruz. Önden yürüyerek Melle Bahtiyara yol gösteriyorum. İki kanatlı demir kapıdan geçerek küçük holun sağ tarafında bulunan küçük bir odaya giriyoruz. Eskiden burası misafir odası olarak kullanılıyordu. Odanın duvarlarında Necmettin abinin değişik tarihlerde ve mekanlarda çekilmiş çerçeveli boy boy fotografları duruyordu. Odanın bir köşesin de cam bir dolap içinde Necmettin abinin titizlikle korunan birçok kişisel eşyası duruyordu. Necmettin abinin korunma altına alınan özel eşyaları arasında elbiseler, ayakkabılar, kalem, tutulan günlükler, cezaevinden ve değişik yerlerden kişilere gönderilen mektuplar ve daha bir çok  şey vardı. Necmettin abinin cezaevinde iki yıl boyunca içinde uyuduğu yatağı bir köşede duruyordu. Melle Bahtiyar odanın içinide bulunan herşeyi büyük bir ilgiyle inceliyor. Necmettin abiden hatıra kalan ve onu hatırlatan özel eşyalar nerede ise dile gelecekti. Melle Mahtiyar incelemesini bittirdikten sonra orda bulunanlara “Bu eşyaları bu mekanda koruma altına almakla ne iyi etmişsiniz” diyor.



Melle Bahtiyar’ın yüzünde beliren memuniyeti görünce kendisine  dönerek,  “evet Kak Bahtiyar, Şehit Selah Necmettin Büyükkkaya’yı unutmamak için bu müzeye ihtiyaç vardı. Bu gördüğünüz eşyaların her birisi ayrı ayrı yerlerden getirildi. Mesela şu gördüğünüz kişisel eşyaların bir çoğu ta Şam’dan getirildi. Şehit Necmettin yakalanmadan birkaç gün önce saklaması için bu eşyaları merhum Osman Sabri’ye teslim etmişti. Kek Necmettin Şehit düşünce bu eşyaları gidip kendisinden teslim aldık. Bu görevi yerine getirmekle ne iyi ettiğimizi şimdi daha iyi anlıyoruz. Keko Necmettin’nin gördüğünüz şu “Kalemimden Sayfalar”  kitabına konulan meteryallerin tümünü rahmetliı Osman Sabri muhafaza etmişti.



Melle Bahtiyar odanın her santimetre karesini dikkatlıca incelemeye devam ediyor. Bu küçük odanın içinde yaşanan ve geçmişte kalan binlerce anı halkımızın tarihi idi. Melle Bahtiyar gidenlerden hatıra kalan bu değerli anıları değerli bir hazine misali yüreğine kazımak istiyordu. İçinde bulunduğu bu kutsal mekanın havasına kendini kaptıran Melle Bahtiyar bir ara odanın büyük penceresine yönelerek, pencereden dışarıya bakıyor.



Anlaşılan O,  36 yl önce bu odada sohbet edenlerin gözleriyle dışarıya bakmak istiyordu. Kak Bahtiyar derin bir uykunun en derin halini yaşıyordu. Gezindiği dehlizlerden onu çekip almak için kendisine; “Kak Bahtiyar, şu gördüğün mütavaazi ev Yekiti’nin birbirinden değerli yüzlerce üyesini ağırladı. Bu ufacık oda yüzlerce insana ev sahipliği yaptı. Kendini halkına adayan bir çok insan bu küçücük odada yedi, içti ve uyudu. Şu an hayata olmayan bir çok insan özgürlük kavgasının en can alıcı sorunlarını bu evin dört duvarı arasında tartıştı. Akşam saatlerinde başlayan ve sabahlara kadar devam eden o güzelim sohbetler hep bu evin çatısı altında gerçekleşti. Geleceğin en güzel hayalleri bu pencereden dışarıya bakılarak kuruldu. Bu odanın kapısından girip çıkanların çizelgesi tutulmuş olsaydı bu gün bu müzenin raflarında ciltler dolusu kitaplar olacaktı ve bu kitaplar tarihimize ışık tutacaktı. Evet Kak Bahtiyar bu beton tavan, bu eskiyen zemin dile gelseydi de bize bu kapılardan kimlerin geldiğini, kimlerin geçtiğini bir bir anlatabilseydi. Size hangisini anlatsam? Şeyh Şemal, Derwiş, nam-i diğer Serwer, Noşirwan Mustafa, Salar Aziz, Mülazım Süleyman, Ali Kadir, Muhammet Sait, Cizreli Reşit ve daha nicesi. Size hangisinden söz etsem bilmem ki? Biliyorsunuz isimlerini saydığım bu değerli insanların bir çoğu daha sonraları şehit oldu. Mustafa Noşirwan ve Salar Aziz Allah’a şükür halen yaşıyorlar” diyorum.



Melle Bahtiyar birşeyler söyleyeceken sözünü kesip, “bak Kak Bahtiyar, size bir mesele anlatayım. İnanıyorum ki ilginizi çekecektir. Bak şu karşıda duran duvarı görüyor musun? Bak o duvarın içinden açılan küçük bir pencere var ve o pencerenin üstüne konulan uzunca bir taş var, görüyor rmusun? İşte bu taşın akılımdan hiç çıkmayan bir hikayesi vardır ki anlatmadan edemeyeceğim. Aradan otuzbeş yıl geçtiği halde bu taş ile ilgili yaşanan bir hikaye var ki hallen hafızamın bir köşesinde taptaze duruyor. Bak bu hikayeyi anlatayim da dinle” diyorum.



Melle Bahtiyar işaret ettiğim yöne bakarak bana, “tabii ki anlat. Seni dinliyorum” diyor. Melle Bahtiyar’a dönerek “Kak Bahtiyar, Mülazım Süleyman ve arkadaşlarını hatırlıyorsun değil mi? Bunlar 1978 yıllının Haziran ayında Hakkari ve çevresinde yaşanan ve yüzlerce peşmergenin ölümü ile sonuçlanan o trajik hadise sırasında yaralanmış ve yaralı bir halde Türkiye’de güvenlik güçlerin eline geçmişlerdi. Bu insanlar mahkeme-ifade denilerek birkaç ay Türkiye’de hapis yatmışlardı. Sözünü ettiğim bu grubun içinde çok genç iki tane peşmerge vardı. Bunlardan birisinin psikolojik durumu son derece kötüydü. Yaşadıklarını anlatırken hüngür hüngür ağlıyordu. Çatışma sırasında sevdiği bir çok arkadaşı yanıbaşında şehit düşmüştü. Bu insanlar çatışmadan sonra bir hafta boyunca açık arazide kalmışlardı. Geceleri ısının sıfırın altına düştüğü o dağlarda hayatta kalmaları bir mücüzeydi. Açlıktan kırılmamak için yanında gezdirdikleri binek hayvanlarını kesip yemişlerdi. İçlerinden bazıları çok ağır şekilde yaralıydı. Bu gurubun içinde bulunan orta yaşlı bir peşmerge çatışma sırasında aldığı bir darbe ile bir gözünü kaybetmişti.



Verdikleri ifadelerinde ”biz Suriye Kürdüyüz” dedikleri için Suriye makamlarına teslim edilen bu 11 kişilik peşmerge grubu daha sonra Siverek üstünden Yekiti’nin ana karargahına ulaşacaktı. O dönemlerde Türkiye’de sıkıyönetim uygulanıyordu. Gizli koşullarda gerçekleşmesi gereken bu geçişler pek kolay ve sıradan işler değildi. Grubun sorunsuz bir şekilde güneye geçiş yapması için bir takım hazırlıklar yapılacaktı. Necmettin abi gerekli hazırlıkları tamamlamak için sağa sola koşuştururken ben bu grupla birlikte bir ay boyunca bu evde kaldım. Bu arkadaşların dışardan görünmemeleri için çok dikkatlı davranmamız gerekiyordu. O koşullarda Siverek gibi bir yerede 11 kişilik bir peşmerge grubunun yakalanması demek Türkiye’de iktidar değişikliği demekti.



Şimdi gelelim şu büyük taşın ilginç hikayesine. Müllazım Süleyman ve arkadaşlarının bu ev de misafir kaldıkları o günlerde bu evin bahçesinde bir inşaat çalışması sürüyordu. Şu gördüğünüz dış duvarın inşaatında dört insan çalışıyordu. Birkaç günden beri devam eden bu çalışma sırasında hiç kimse bu odanın içinde kim var kimler kalıyor bilmiyorlardı. İnşaatın bir aşamasında bu gördüğünüz büyük taşın yerine konulması gerekiyordu. Yaşlı duvar ustası ve yanında çalışan üş kişi bütün hünerini ortaya koyarak uzunluğu bir metreyi, ağırlığı yüzelli kiloyu bulan bu ağır taşı yukarıya çıkarmaya çalışıyorlardı. Başarılı olmak için taşın iki ucuna şeritler bağlanmıştı. İkisi yukardan, ikisi alttan taşa yüklendikleri halde dört kişi bu taşı bir türlü yerine koyamıyorlardı. Usta ve onun yanında çalışan işçilerin gösterdiği bütün çabalar bir işe yaramıyordu. Günlerden beri içeride oturan ve can sıkıntısından patlama noktasına gelen arkadaşlarımızdan bir ikisi dışarda süren didişmeyi bu pencereden, bu tül perdenin arkasından adım adım izliyorlardı. Taş ile olan didişmeden iyice yorulan ve solukları kesilen işçilere yardımcı olmak istediğimiz halde gizlilik kurallarını ihlal etmeme adına hiçbir şey yapamıyorduk.



Duvar işçileri bütün umutlarını kaybedip neler yapabileceklerini düşünürken peşmerge grubu içinde bulunanlardan Ali Kadir daha fazla dayanamayarak “bu adamlara yardımcı olmak gerekir” diyerek dışarıya fırlıyor. Onun arkasından ben de dışarı çıkıyorum. Ali Kadir önde ben arkasından adamların yanına varıyoruz. Çalışanlar beni tanıyordu .Fakat Ali Kadir’i ilk kez görüyorlardı. İçerden dışarı çıktığımızı gören usta ve yanındakiler biraz şaşırıyorlar. Ali Kadir kimsenin birşey sormasına gerek bırakmadan cezaevinde öğrendiği bozuk bir Türkçeyle “Haydi haydi çekilin” diyerek yerde duran taşa yapışıyor. İşçiler yardımcı olmak için hareketlenince Ali Kadir onlara bir el işaretiyle “Siz karışmayın” diyerek onları taşa yaklaştırmıyor. İşçiler olup bitene bir anlam veremiyor. Dört kişinin yerinden oynatamadığı bir taşı bir kişi nasıl kaldırcaktı? İşçiler şaşkın şaşkın olup biteni anlamaya çalışırken Ali Kadir yerde duran taşın iki tarafına bağlanan kalın ipleri çok usta bir şekilde eline dolayarak taşı yavaş yavaş yerden kaldırıyor. Dört kişinin kaldırmaktan aciz oldukları o kocaman taş Ali Kadir’in acı kuvvetine yenik düşmüş ve kaldırılıp istenilen yere yerleştirilmişti, hemde tek kişi tarafından. Usta ve işçiler dört kişinin yerine yerleştiremediği bu kocaman taşın bir kişi tarafından yerine yerleştirilmesini ağızları bir karış açık seyretmekle yetinmişlerdi.



Ali Kadir işini bitirp içeriye dönünce ustanın ve diğer çalışanların ağzından “aman Allahım sen bu adamı muhafaza edesin’’ sözleri dökülüyor. Evet Kak Bahtiyar 36 yıl önce yaşanan bu taşın hikayesi işte bundan ibaret. Bu gördüğünüz taşı bu duvara Ali Kadir yerleştirmiş. Bu taş onun eseridir. Burası Necmettin Büyükkaya müzesi olarak muhafaza edildiği müddetçe bu taş ve bu evin her metre karesi Necmettin abi ile birlikte birçok insanın emeklerine tanıklık etmeye devam edecektir” diyorum.Melle Bahtiyar söylediklerimi dinledikten sonra bana  “bunları yazın. Bunlar bilinmeli ve unutulmamalıdır” diyor.



Çıktığımız merdivenlerden aşağı iniyoruz. Korumalar sokak kapısına yöneldiğinde Melle Bahtiyar’ı kolundan kavrayarak ona “Kek Bahtiyar bir dakkika daha durun. Size başka bir yer göstereceğim. Şu karşıda duran toprak damlı küçük odaya göz atmadan gitmek olmaz. Necmettin Büyükkaya’nın yaşamında bu evin önemi çok büyüktür” diyorum ve sağ tarafımızda bulunan küçük bir odanın tavanı, basık kapısına doğru ilerliyoruz. Melle Bahtiyar’ı önden yürüterek Necmettin abinin gençlik yıllarına tanıklık eden bu küçük odanın kapısından içeriye giriyoruz. Eşikten adım atar atmaz eskiden kalma binlerce hüzünlü anı üstüme çullanıyor. Tabanı basık bu odanın ortasında durarak Melle Bahtiyar’a,  “Kek Bahtiyar Necmettin abinin gençlik yılları bu odanın içinde geçti. Ana-baba, bacı-kardeş bütün aile bu odanın için de oturarak sofraya bağdaş kurdular. Necmettin abinin avukat olacağı günün umudu ve hayali bu duvarlar arasında yoğruldu. Bütün dua ve temenniler bu odadan Allah’a ulaştırıldı. Necmettin abinin siyasi nedenlerle arandığı yıllarda polis ve jandarmanın didik didik ettiği yerlerin başında bu küçük oda gelirdi. Polis ve jandarma ilkin bu odaya dadanırdı. Necmettin abinin sürgün yaşadığı yıllarda İsveç’ten gelen sayılı mektuplar bu odanın içinde büyük bir gizlilik içinde okunurdu. Özlem ve hasret kokan en gizemli sözcükler bu odanın içinde dile getirilirdi.



Necmettin abiyi sevenler onun İsveç’ten memlekete yaptığı o muhteşem dönüşün sevincini bu odanın içinde paylaşıtı. Bu oda o günlerin keyfine, sevincine tanıklık etti. 1975 yılının Şubat ayında gerçekleşen bu tarihi buluşmada, dostlar akrabalar ve yüzlerce tanıdık bu odanın içinde sevincini dışa vurdu. Bugün Siverek Mezarlığı’nda ismini dile getirdiğiniz Ferit Uzun en güzel ve en hareketli memeleket türkülerini bu odanın duvarlarına karşı söyledi Babası Sefo é Bırodıréjan ve hanımı Kejé en usta oyunlarını bu odanın içinde sergilediler. Hayatında halaya durmayan, halay nedir bilmeyen Karahanlı bir çok kadın ve erkek Necmettin abinin dönüşüne halaya bu odanın içinde durdular. Dedemiz Halil é Nofel sırtını bu yıkılmaya yüz tutan duvarlara dayayarak Necmettin abinin dönüşüne Allaha hemd u sena etti.



Bak, bu orta yerde hep bir kömür mangalı dururdu. Mangalın üstünde devamlı bir çaydanlık kaynardı. Közde demlenen çayın kokusu üç sokak ötesine ulaşırdı. Şu duvarda gördüğünüz bu küçük pencere de birbirinden değerli kitaplar dururdu. Bu kitaplardan istifade edenlerin başında ben geliyordum” diyorum.



Melle Bahtiyar kulağı bende gözleri odanın duvarlarında söylenenleri büyük bir ilgiyle dinliyor. Konuşmalarımı bitirince Melle Bahtiyar bana dönerek “Kak Kadir iyi ki beni buraya getirdin. Beni buraya getirmekle inan ki bana çok şey kazandırdın. Buraya gelmemiş olsaydım bütün bunlardan haberim olmayacak ve bu benin için büyük bir kayıp olacaktı. Bu ev bu şekliyle ebediyete kadar muhafaza edilmeli. Bu evin içinde bir tarih saklı. Bu evin içinde yaşanlar bizim tarihimizdir. Bunlar unutulmamalı. Bu evin içinde yaşanan bu tarihi anlar, söylenen bu değerli sözler birer kutsal kelam misali çerçevelenip bu duvarlara asılmalı” diyor. Necmettin Büyükkaya’nın yaşamında önemli bir yeri olan ve onun adına koruma altına alınan bu eve yapılan ziyareti tamamlayarak evden ayrılıyoruz.



Karahan’a doğru yolla çıktığımızda Melle Bahtiyar’ın aklı halen Necmettin Büyükkaya’nın müzeye dönüştürülen o tarihi evde idi. O evin içinde yaşananlar anlaşılan onu çok eskilere götürmüştü. Tarihe tanıklık eden bu evlerin korunmasını çok önemli buluyordu. Yaşamlarını halka ve özgürlüğe feda eden insanların geride bıraktıkları değerler ancak bu şekilde korunabilirdi.



Kısa süren bir yolculuktan sonra Karahan’a varıyoruz. Necmettin abinin çok uzaklardan gelen dost ve arkadaşlarını en iyi şekilde ağırlamak isteyen akrabalar, Necmettin abinin adına yakışır bir hazırlık yapmışlardı. Havanın güzel olmasını fırsat bilen Karahanlılar köyün ortasında iki büyük çadır kurmuşlardı. Çadırların içine dizilen plastik sandaliyelere minderler konulmuştu. Melle Bahtiyar ve yanındaki heyet ile birlikte çadırdan içeriye giriyoruz. Yapılan hazırlıklar göğsümü kabartıyor. Necmettin abinin savunduğu devrimci düşüncelerinin akrabaları tarafından bu denli benimsenmesi ve savunulması beni sarhoş ediyor. Çadıra girdiğimizde sandalyelere kurulan insanlar saygı gereği ayağı kalkıyorlar. Ayağa kalkanlar arasında yüz yaşına merdiven dayayan amcam Mustafa’yı görünce gözlerime inanamıyorum. Son iki yıldan beri elden ayaktan düşen Mustafa amcamın ayağa kalkması ve buralara kadar gelmesi beni hayretlere düşürüyor. Amcamın on yıl önceki haline dönmesine akıl sır erdiremiyorum.



Sağ elinde bastonu sol elinde uzunca tespihi ayakta bekleyen amcam Mustafa’yı bekletmemek için Melle Bahtiyar’ı ona yöneldiriyorum. Amcamın yakınına geldiğimizde Melle Bahtiyar’a “Bak Kak Bahtiyar bu Mustafa amcamdır” diyorum.



Melle Bahtiyar amcamın ellerini avuçarına alarak onunla çok sıcak bir şekilde merhabalaşıyor. Amcam Mustafa gözlerini Melle Bahtiyar’ın gözlerine dikerek onu uzun uzun inceliyor. Kimbilir belki de Melle Bahtiyar’ın gözlerinde Necmettin abiden birşeyler arıyordu. Amcam Mustafa, Melle Bahtiyar’ın elini elinde tutmaya devam ederek ona; “ben Necmettin’in amcasıyım. Onun ilk mahkumiyet yıllarında başına birşey gelmesin diye kendisine gece gündüz dualarda bulundum. Hatta baba ocağına sağ dönmesi halinde kapımda bulunan ineklerden en iyisini ona kurban edeceğime dair Allah’a vaadde bulundum. Günü zamanı geldiğinde Necmettin aramıza döndü ve ben de bu vaadimi yerine getirdim. Bu son cezaevi hayatı başladığında, Allah’a yeniden vaatte bulundum ve dedim ki “eğer Necmettin bu defa da sağ selamet dışarı çıkarsa ona iki ineğimi birden kurban edeceğim”. Ne var ki bu defa kurban olduğum Allah bana o sevinci yaşatmadı. Zalimler Necmettin’i aramızdan zamansız aldılar. Necmettin için vaad ettiğim o kurbanı onun için kesemedim. Yıllar önce adadığım o kurbanı bugün senin için kesiyorum. Köyümüze hoş geldin” diyor.



Melle Bahtiyar amcamın sarfettiği sözler karşısında duygulanıyor. Birşeyler söylemek için sağına soluna bakınıyor ve sonra amcama dönerek “Mam Mustafa, Necmettin Büyükkaya ölmedi. Halkımız onu yüreğinde hep yaşatıyor ve yaşatacak” diyor.



Amcam Mustafa Melle Bahtiyar’ın elini elinde tutmaya devam ederek ona, “biliyorum bundan hiç kuşkum yok” diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor. “Biliyor musun? Zamanında sizin oralardan bizim bu köye çok insan geldi gitti. Kim olduklarını, ne iş yaptıklarını bilmiyorduk. Bize “Bunlar Necmettin’in Malatya’dan gelen kayınbiraderleridir’’ diyorlardı. Bizler de söylenenlere inananıyorduk. Yıllar sonra anladık ve öğrendik ki gelip gidenler sizin oralardan gelen peşmergelermiş. İçlerinden birisi vardı ki hiç unutmadık. İsmi Derwiş’tı. Yakışıklı ve genç bir çocuktu. Terbiyeli ve efendi birisiydi. İki ay boyunca bizim evde kaldı. Ev halkımız ondan Soranice kelimeler, O da bizden Zazaca kelimeler öğrenmişti. Ondan öğrendiğimiz birkaç Soranice sözcük halen çocuklarımızın dilindedir. Mesela Keleşér sözcüğünü ondan öğrendik. Anlamı ‘horoz’muş. Paqıj, kaxız,roj baş, şew baş ve daha bir çok kelimyi ondan öğrenmiştik Bizde ona Zazaca kelimeler öğretmiştik. Yıllar önce bu güzel insannın şehit düştüğünü haber aldığımızda ailemizden birisi ölmüş gibi üzüldük ona”.



Melle Bahtiyar amcamı dinleyerek, “evet Mam Mustafa çok doğru söylüyorsun. Hürriyet ve özgürlük uğrunda bir çok arkadaşımızı ne yazık ki kaybettik. Bu değerli insanları hergün halen arıyor ve özlüyoruz. Bu değerli insanlar Necmettin ile birlikte Diyarbakır’da, Süleymaniye’de halkımızın kalbinde yaşıyor. Halkımızla birlikte onları yüreğizde yaşatmaya devam edeceğiz. Onlara Allah’tan rahmet dilemekten başka ne yazık ki elimizden birşey gelmiyor” diyor.



Melle Bahtiyar önce amcamı sandaliyeye buyur ediyor. Sonra da amcamın yanında boş duran bir sandaliyeye oturuyor. Melle Bahtiyar’ı görmeye gelen yakın akrabalar çadırın etrafında öbek öbek toplanıyorlar. Melle Bahtiyar gözlerini köyün karşı yakasında duran manzaraya dikerek bana, “köyünüz çok güzel” diyor. Melle Bahtiyar’ın baktığı yöne bakarak, “evet burası Necmettin abinin doğduğu yerdir. Necmettin abinin bütün çocukluğu bu topraklarda geçti. Bu topraklarda onun ayak izleri var. Onun bu köyde doğmuş olması bizim için ve bu köyde yaşayan bütün akrabalarımız için büyük bir onurdur” diyorum.



Ben bunları söylerken gözlerim Necmettin abinin doğduğu ve halen ayakta duran evlerine kayıyor. Aklıma Melle Bahtiyar’ı oraya götürmek geliyor. Bu düşüncemi Melle Bahtiyar’a açıyorum. Melle Bahtiyar;  “tamam neden olmasın, hemen gidebiliriz” diyor. Melle Bahtiyar’la birlikte çadırdan çıkıyoruz. Necmettin abinin doğduğu ve çocukluğunun geçtiği ev çadırların kurulduğu yerden fazla uzak değildi. Aradaki mesafe yüz metre ya vardı ya yoktu. Kısa bir yürüyüşten sonra o evin avlusuna giriyoruz. Melle Bahtiyar kutsal bir mekana girercesine evin dörtbir yanına bakınıyor. Son yıllarda yakın akrabalarımız tarafından ağıla dönüştürülen bu evin ana kapısı birkaç yıl öncesine kadar tahtadandı. Tahta kapı iyiden iyiye çürüyünce birkaç yıl önce demir bir kapı ile değiştirilmişti. Evin orjinal yapısına el sürülmemişti. Necmettin abinin doğduğu evin içinde kısa bir gezinti yaptıktan sonra dışarı çıktığımızda Melle Bahtiyar bana dönerek “bu evi neden koruma altına almıyorsunuz? Maddem Kak Necmettin bu evde doğmuş ve maddem ki çocukluğu bu evin etrafında geçmiş, o zaman burasını da koruma altına alın. Evin önünde bulunan bu geniş alana onun adına güzel bir bahçe yetiştirin. Siz bunu yaparsanız biz de gayret eder ve Süleymaniye’de ki Şehit Selah Parkı’nı bu bahçe ile kardeş ilan ederiz” diyor. Melle Bahtiyar’ın bu düşüncesi beni sevindiriyor. Böylesi bir şeyin olmaması için hiçbir neden yoktu. Bunu kesinlikle yapabilirdik ve yapmalıydık.



Evin sol tarafından dolanarak evin damına çıkıyoruz. Melle Bahtiyar evin damından evin avlusuna bakınarak “bu ev kaderine terk edilmemelidir. Burasını elden geçirerek tarihi bir mekana dönüştürmek gerekir. Siverek’te kurulan müzenin bir benzerini burda da hayata geçirebilirsiniz” diyor.



Melle Bahtiyar’ın söyledikleri beni heyecanlandırıyor. Gözlerimin önüne bu evin düzene girmiş hali geliyor. Melle Bahtiyar’ın söylediği şeyler aslında gerçekleşmesi zor şeyler değildi. Biraz çaba ve biraz da istek bu hizmeti yerine getirmeye yeterli gelirdi.



Melle Bahtiyar’ın ileri sürdüğü şeyleri kafamda evirip çevirirken aklıma Necmettin abinin geçmişte kalan bazı sözleri geliyor ve Melle Bahtiyar’a “Kak Bahtiyar, Necmettin abi ecdatlarımızın yaşadığı bu köyü çok önemsiyordu. Necmettin abi şu an üstünde durduğumuz bu evde doğmuş ve bütün çocukluğu bu evin şu bahçesinde geçirmişti. Bu köye her geldiğimde, bu evin bahçesine mutlaka bir göz atarım. Her göz attığımda bu evin çevresinde Necmettin abinin çocukluk izlerine rastlar ve dalar giderim. Necmettin abi ilk Arapça derslerini şu az ilerde gördüğünüz camiide Molla Ahmet’ten almıştı. Necmettin abinin okumaya olan ilgisini ilk fark eden kişi camii imamı Molla Ahmet’miş. Molla Ahmet’in teşvik ve zorlaması olmamış olsaydiı belki de amcam Necmettin abiyi okuması için Siverek’e götürmeyecekti. Necmettin abinin Siverek’e gitmesini biraz da Molla Ahmet’e borçluyuz” diyorum.



Melle Bahtiyar bulunduğumuz yerden camii tarafına bakınarak “öyle mi?” diyor. “Evet öyle” diyerek sözlerimi şöyle sürdürüyorum? “Kak Bahtiyar, Necmettin abi bu köyü o kadar önemsiyordu ki 1967’lerde Yılmaz Güney’in düğününü bile bu köyde yapmak istemiş ve bu konuyu çevresiyle çok ciddi bir şekilde konuşmuş. Araya bir takım siyasi sıkıntılar girince Necmettin abinin çok önemsediği bu proje suya düşmüş.



Necmettin abi eskiden fırsat buldukça sık sık bu köye gelir ve bir-iki gece mutlaka burada kalırdı. Köydeki akrabalarla ilişkisi çok iyidi. İnsanlarla igilenmeyi ve özelikle de amcam Mustafa ile sohbet etmeyi dünya kadar değerli bulurdu. Necmettin abi ile birlikte bu köye ben de ara sıra gidip gelirdim. Necmettin abi her köye geldiğinde yatağını mutlaka amcam Mustafa’nın yanına serer ve sabaha kadar onunla uzun uzun sohbet ederdi. Bütün bu söylediklerimin canlı tanığıyım ben” diyorum.



Melle Bahtiyar büyük bir dikkatle beni dinliyor ve sonra bana “halktan kopuk yaşamakla, halka dayanarak yaşamak arasındaki fark işte burda yatıyor. Bugün burda bu çadırların etrafında toplanan insanların varlığı şehit Necmettin Büyükkaya’nın insanlarımız tarafından ne kadar önemsendiğini gösteriyor. Necmettin Büyükkaya’nın büyüklüğünü burada aramak gerekir. Tarihe iz düşüren hiçbir insan kendiliğnden bir yerlere gelmemiştir. Onu bulunduğu o özel noktaya onun kişisel farklılığı getirmiştir” diyor.



Biz konuşmaya devam ederken yakın bir akrabalarımız yanımıza kadar gelerek yemek için bizi çadıra davet ediyor. Melle Bahtiyar ile birlikte evin damından inerek çadırların kurulu olduğu alana doğru yürüyoruz. Çadırlara yaklaştıkça, çadırların etrafında kalın bir sis tabakası oluşuyor. Biz yürüdükçe çadırlar bizden uzaklaşıyor. Biz hızlandıkça çadırlar aynı hızla küçülüyor ve en sonunda birden ortadan kayoluyorlar. Sonra Melle Bahtiyar ve yanındakiler de ortadan yok oluyor. Köyün orta yerinde bir başıma yapayanlız kalıyorum. Çevremde olup bitenleri fark etmek için çevreme bakınıyorum. Ne var ki her yer karanlık ve sis içindeydi. Hiçbir şey göremiyordum. “Keko kahvaltı hazır” sesi duyulmaya devam ediyordu. Sesin geldiği yere doğru kulak veriyorum. Birşeyler görürüm diye gözlerimi adeta zorla açıyorum. Ve o an gördüğüm ve duyduğum şeylerin bir rüyadan ibaret olduğunu fark ederek büyük bir hüznün içine yuvarlanıyorum.



Diyarbakır’da bizim Hikmet’in evinde uykuda olduğumu ve “Haydi Keko kahvaltı hazır” diye seslenenin O olduğunu öğrendiğimde çok fena oluyorum. Rüyamı böldüğü için Hikmete kızmak geliyor içimden. Necmettin abinin 30.ncu ölüm yıl dönümü bir gün öncesine kadar çıplak bir gerçekti. Bir gün sonra Diyarbakır’da Hikmet’lerin evinde bir rüyaya dönüşmüştü. Gerçek ile rüyanın bu denli iç içe geçmesi ve yaşanması insana hem sevinç ve hem de hüzün veriyordu. Gerçek ile rüya arasındaki ince sınır nerde başlıyor ve nerde bittiyordu bunu kestirmek için uyku halimden tamamen sıyrılmam gerekiyordu.



Yatakta bir süre kendi kendimle hasaplaşıyorum. Son bir hafta içinde yaşadıklarım bir sinama şeridi gibi gözlerimin önünden akıp gidiyor. Zaman dilimi içinde yaşanan birçok gerçek bir düştü artık. Düşler gerçek kadar sahiciydi. Düş ve gerçek birbirinin ikiziydi. Bazen o bazen diğeri gerçekti. Hiçbirisi bir diğerini yalanlamıyordu. Bilakis doğruluyordu...



Necmettin abi unutulmadı, unutulmayacaktı...





 


 


Kadir Büyükkaya\Hollanda



k.büyü[email protected]

Bu yazı 2940 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum