Mustafa Karadağlı

Mustafa Karadağlı

[email protected]

OKULLARI YAKMAK

21 Kasım 2014 - 21:00

Büyük Usta Tarık Bin Ziyad’ın gemileri yakmasından sonra hiçbir cesur yüreğin çıkmamasından mı, yoksa yeni selahaddinler yetiştirememizden mi? Bilemiyorum. Son zamanlarda insan kesip okulları ateşe veren mahluklar türedi.

“Mehmet Akif Ersoy İmam Hatip Lisesi’ne giren kimliği belirsiz kişiler okulu kundaklayıp kaçmışlar. Okulun çeşitli yerlerine yazılar yazılmış ve okul kullanılamaz hale getirilmiş.”

Hiç kimseyi suçlama niyetinde değiliz, lakin tüm Siverek Halkı’nın bu olaya bir tepki vermesini beklerdim. (provakatif bir eylem de olabilir) Her seferinde İslami Camiaları eleştiren sözde aydınlara seslenmek isterdim:

Bu kez okun ucu size dayanıyor gibi… Niye hiçbir açıklama yapmıyorsunuz bekliyorum…

İnsanın Rabbine karşı o kadar nankörlüğü var ki tarif edilemez. Kişi bazen, içinde olduğu nimetin farkına varmıyor işte. Çünkü, denize dalanın yağmurdan haberi olmazmış.

Yakmak ve yıkmaktan medet umup başarı düşleyenlere, anılarımda kalan bir feryatla cevap vermek istedim:

Sabahın erken saatlerinde, kapımın önünde bağdaş kurmuş 50-55 yaşlarında natuvan bir kadın. Çaresiz bir görüntüsü var. Beni görünce ayağı kalkıyor.

-Müdür sen misin?

-Buyurun!

Kapıyı açıp içeri giriyoruz. Asil biri olduğu, konuşmasından ve tavırlarından belli oluyordu. Kürtçe ya da Arapça bilip bilmediğimi sordu.

Buyur edip su ikram ettim. Yüzündeki kin ve nefretin verdiği silueti okumak zor değildi.

Ezik ve muhacir bir ses tonuyla Suriyeli olduğunu ve geçen hafta Siverek’e geldiklerini belirtti. Şimdi belediyeden geldiğini ve kendisini Kaymakamlığa havale ettiklerini, orada yapılacak bir yardımlarının olmadığını ifade etti.

Altısı kız, bir de erkek olmak üzere 7 çocuğu varmış. Kocası, Esed’in bir gece bombardımanında yaralanmış. Umutla uzun süre, hastanede kocasının iyileşmesini beklemiş. Bir ara iyiye gitmiş durumu; daha sonra bakımsızlıktan ve yokluktan ölmüş.

Hıçkırıklarla, muhalifleri tutmak bir bana bir de kocama kalmıştı sanki deyip ağlıyor.

Kocası Esed’in ordusunda subaymış. Savaş çıkınca muhalifleri tutmuş. Neden sonra yerleri Esed ajanlarınca tespit edilip yerle bir edilmiş. Kendisi ve çocukları o gün evde değillermiş. (Ama bu haldense, evde olmayı çok istediğini samimiyetle söylüyor)

Uzun süre Suriye sokaklarında saklanmışlar. Akrabalarından bir kısmı Urfa’ya gelmiş. Varını yoğunu satıp Siverek’e gelebilmiş. Bir akrabasının yanına iki günlüğüne gelmişler; lakin iki haftadır aç susuz akrabalarının yanında kalıyormuş. Akrabaları için bile dar gelen iki odalı bir evde, 18 kişi kalıyorlarmış. Ağlıyor ağlıyor ağlıyor…

Bana ısrarla Kürt müsün? Kürt müsün? diye. soruyor. Evet, cevabından sonra daha bir açılıyor. Niye ısrarla ırkımı sorguladığını sorguluyorum.

Kendisinin de üniversite mezunu bir Kürt olduğunu, bir zamanlar iyi bir hayat sürdürdüklerini açıklıyor.

Ve ağlayarak devam ediyor: “sakın sakın toprağınızı sevmemezlik etmeyin. Her gün toprağınızı öpüp başınıza koyun. Esed Döneminde evet zor şartlar altındaydık ama bir kimliğimiz ve namusumuz vardı. Şimdi hiçbir şeyimiz yok. Bu emniyetin kıymetini bilin” diyerek gözyaşlarına boğuluyor.

Kaymakamın kendisine kiralık bir ev vermesini istiyor; bedava da istemiyor üstelik. Zeytin toplamasını biliyormuş. Genç kız iken çok zeytin topladığını ve çocuklarının da bu işi yapabileceğini belirtiyor. Zeytin toplamadan aldığı ücretle kaymakamın parasını verebileceğini yeminle belirtiyor. O kadar masum, o kadar içten ki söyledikleri, inanmamak ve birlikte ağlamamak elde değil.

Kendisine yardımcı olamayacağımızı çünkü kaymakamlık yardımlarının sadece T.C Vatandaşları için geçerli olduğunu belirttim.. Ayaklarıma kapanıyor, “ne olur sen istersen beni kaymakamla görüştürebilirsin” diyor. Kaymakam Bey’in izinli olduğunu ve Viranşehir kaymakamıyla görüşmesi gerektiğini belirtiyorum. Ağlıyor ağlıyor ağlıyor….

O kadın nereye gitti ne yaptı bilemiyorum ama ağlamalarındaki samimiyeti unutmam yıllarımı alacak galiba. Günlerce uyuyamadım. Eşim, kız kardeşlerim, yengelerim, akrabalarım ve arkadaşlarımın eşlerini hatırladım. Her an aynı duruma düşme ihtimalleri vardı. Ve üstelik hiç birimizin böyle bir durum karşısında bir planı da yoktu.

Hayat akıp giderken Mehmet Akif Ersoy İmam Hatip Lisesi’nin kundaklanması olayını duyunca, Suriyeli kadının figanını, kulaklarımda hisseder oldum. Bir eğitim yuvasından Moğol ve Esed ruhlu insanlar ne istiyor olabilirdi. Sükunet içerisindeki güzel ilçem Siverek’te Vandal Ruhlu kişiler bir okulu neden hor görsünler? Yoksa Anadolu’nunda yeni bir Suriye olmasını mı istiyorlar. İŞİD eşkıyalarıyla bir imam hatip lisesinin ne gibi bir bağlantısı olabilirdi? Oysaki o imam hatipler ki, İŞİD gibi piyonların türememesi için kurulmuş bilim yuvalarıydı.Bunu anlamayan zavallı ruhlar ancak yıkmaktan ve yakmaktan anlarlar.

Sevgili dostlar, kişinin fikri ne olursa olsun, şiddetin her türlüsü kötüdür. İnsanlar fikirlerini baskı ve şiddetle dayatmaya çalıştıkça tepki alırlar asla ve asla da fikirlerini insanlara benimsetemezler. İnsanlık tarihi boyunca Vandallık hiçbir zaman başarı getirmemiştir. Unutmayalım ki, başkasının fikirlerine hoşgörüyle baktığımız-yaşadığımız müddetçe biz de yaşarız. Karşı geldiğimiz fikirlerin hatalarını aynı hatayla cevap verdiğimizde bizim onlardan ne farkımız kalır. İbn-i Haldun, “ezilenler ezenlerin kimliğini taşırlar” derken haklımıydı yoksa?

Son yıllardaki savaşlar bir kez daha gösterdi ki, silahla ve yakma -yıkmayla hiçbir zafer elde edilemiyor işte, hepsi bu.

Selam ve muhabbetle

Bu yazı 2335 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum