Osman İzol

Osman İzol

asitiya_gel@hotmail

ORTADOĞU, KÜRDİSTAN VE ÜMMET

09 Ağustos 2012 - 09:46

 


Sömürgeleştirilmiş toplumlardan mahrum edilen en önemli şey, kendi imkânınca düşünmeyi becermektir. Eğer sömürge halk kendi imkânınca düşünmeyi becerebilirse, sömürgeci çerçeveyi yıkıp kendi sahip olduğu imkânların farkına varacaktır. Bunun içindir ki elimizden değerlendirme, kıyaslama ve ölçme hakkı alındığı için, kendimize ait çıkışlar ile hayata, olaylara ve kavramlara ulaşamıyor yarım kalıyoruz. Yaklaşım biçimimiz tamamen sömürgeci anlayışın sınırları içerisinde şekilleniyor.


Burada Ortadoğu ve Kürdistan coğrafyasında ümmet kavramının işleyişine değinmek istiyorum. Genel anlamda İslam dünyası özgür değildir. seküler fikriyatın ve emperyal dünyanın sömürgeci politikalarına maruz kalmıştır. Bana göre Ümmet olgusu da böylesi kirli bir diyalogda hırpalanmış bir kavramdır. Bir şeyin hakkı verilmediği ya da verilemediği zaman, onu hırpalamak adetten olmuştur. Ortadoğu’da ümmet kelimesi en çok işlenen bir mesele olduğu halde, en çok ihlal edilen de gene ümmet olgusu olmuştur.


Bu gün Müslüman halklar arasındaki anlaşmazlıkları gidermek için kendisinden himmet beklenen emperyal dünya olmuştur. Hatta adamlar İslam topraklarını işgal edip sömürürken diğer Müslüman kardeşleri, tonlarca haşlanmış bulgurun etrafında kızartılmış öküz eti yemekle meşgul olabiliyorlar. Ve bu durum kitlesel rahatsızlıklara neden olmayabiliyor. Yere göğe sığdıramadığımız ümmet nasıl bir ümmet ki bir taraftan Müslümanlar katledilirken ve sömürülürken diğer tarafta bu katle ve sömürüye adeta fetva verenleri alkışlıyor. Sorun ya ümmetin kendisinde ya da ümmetçi davrananlarda. Üçüncü bir yol aramak beyhudedir.


Ortadoğu’dan Kürdistan coğrafyası özeline geldiğimizde, durum daha da karmaşıklaşıyor. Bu ümmet, Kürtler ya da Kürdistan mevzubahis olunca birlik ve beraberliğin alasını yaparak emperyalistlerin çizmiş olduğu sınırları koruma adına (ki bunu iftira sayarlar ama kendileri de biliyor ki iftira değil) birbirlerinin önünde eğiliyorlar. Bu birlik, her ne hikmetse ortak kaygılar açısından sadece Kürdistan coğrafyasının etrafında şekillenmiş bir birlik olabiliyor.


Mazlum bir halkın İçinde biriken nefretin en yoğun hali bile, egemen ve zalim olan sistemin en sevaplı tavrı kadar günahkâr değildir. Çünkü egemen sistemin işlemiş olduğu cinayet kendisince meşrudur. Bu cesareti ya da kendince bu meşruiyeti, başkasının kendi dilinde ıslık çalmasını haram kılmasından geliyor.


İşin ilginç yanı halkı Müslüman olan devletler, bu hakkı Kürtler açısından ümmet olma durumu üzerinden elde ediyor olmasıdır. Ümmetçi kaygılar ile kendi kontrolünde olan kardeşlerini bilerek görerek inkâr etmeleri, ümmet olgusunun Kürtler açısından neye tekabül ettiğini gösteriyor.


Resmi ziyaretler, hediyeler, vize kaldırmalar, resmi telefon görüşmeleri, yeni silah ve kameralı hayalet uçak alımları ve hep aynı dilde konuşmaya özen vermeler, çok hassas bir şekilde yapılır.  Çünkü ümmet parçalanmaktan kurtarılıyor imajı sergilenmektedir. İşte Ümmet kavramının aslında başımıza geçirilen bir çuval olduğunu, bu kıyaslama ve değerlendirme imkânlarına zihni anlamda ulaşmaya çalıştığımız oranda çözümleyebiliyoruz.


Başka bir ifadeyle meşru olmayan mevcut sınırlar korunuyor. Yani çeşitli İslami ekollerin ve cemaatlerin, bir Filistin Devleti’nin ya da bağımsız bir Çeçenistan’ın farklı düşünmeleri ve bağımsızlık ilan etmeleri ümmete zarar vermediği gibi, hatta bütün Müslümanlara bu yolda canlarını dahi feda etmeleri teşvik edilir. Kürtlerin kendi dilleriyle yaşamak istemeleri de ümmete zarar veriyor ve İslam dışıymış gibi gösterilerek, Bu açıdan birliğin önündeki engellerin kaldırılması farza dönüşebiliyor. Engel olan kimler? Kürtler. Acı olan ise, Bütün bu adımların sonucunda işlenmesi gereken adaletin hala yerlerde sürünüyor olmasıdır.


Konu ümmet olunca bütün devlet çıkarları, dernek çıkarları, cemaat çıkarları ve şahıs çıkarları ( istisnalardan Allah razı olsun) ikinci plana atılıyormuşçasına (ki bu yalandır) halklar kandırılır ve karşılığı belki de ateş olan bir inkâra bir imhaya ikna edilir. İkna edilenlerin ümmet için can atanlar olması durumun aslında Müslümanların elinden çıktığının da bir göstergesidir. Hani derler ya Müslüman olan bunu yapmaz. Peki, kim yapar? Evet, Müslüman olan bunu yapmaz ama içi tahrif edilmiş ümmet anlayışı çok hazindir ki bunu Müslümanlara yaptırabiliyor.


Bu hassas konuya karşı inadına gözlerini kapatan Müslümanlar kendilerini bin çeşit su ile yıkasalar da bu durumdan temizlenemezler. Yani yaptıklarını ve yapmıyor olduklarını meşru bir zemine oturtamazlar. Bu erdemliliği ortaya koyacak cesareti bile sergilemenin ümmete zarar vereceği korkusuyla konuşmaktan korkarlar. Her ne kadar bu ümmet olma kaygısından kaynaklansa da işlenmesi gereken adaletin ertelenmesi, büyük zulümlere gebe olmaktan kendini kurtaramaz.


Son olarak; Sömürge ile sömürgeci arasındaki bu ilişki tarih boyunca hep kirli olmuştur. Hiç kuşkusuz buradaki sömürgeci taraf, Kürtlerin resmi varlığını kabul etmeyen devletler ve taraftarlarıdır. Bu kirli ortamdan kurtulmanın tek yolu da ya her iki tarafın kendini değiştirmesiyle ya da sömürge halkın mevcut halini değiştirmesiyle mümkündür. Bu vesileyle anlıyoruz ki, özgürlük talepçisi olanları ve kendi hakları için çaba sarf edenleri ümmet haini olarak görmek, İslam’ın bizzat kendisiyle çelişir. Bu yaklaşım biçimi birçok Müslüman’ı rahatsız edecektir. Ama yaranın acilen iyileşmesi için bazen çok acıtan ilaçları kullanmaktan çekinmemeliyiz. Hani derler ya; Gerçekler acıtır.

Bu yazı 3325 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum