Mustafa Karadağlı

Mustafa Karadağlı

[email protected]

ÖTEKİNİ ANLAMAK

22 Mart 2012 - 22:00

                            Uzunca yıllar, üniversitede türban takamamanın hüznüyle büyük mücadelelere katlandı. Türbanını çıkarmasını isteyenlere büyük bir kin bağladı. Okuma uğruna ulvi emirleri hiçe sayarak okumayı bile tercih etti. Tek ideali vardı: “Bu ülkede herkesin yaşama hakkı olduğuna inanan bireyler yetiştirmek...

Şimdi bir okulda görev yapıyor. İyi bir öğretmen idealist ve de başarılı. İdeallerinden vazgeçmemişe benziyor.
    
Sınıfının gözde öğrencilerinden biri, artistin birine özenmiş saçlarını uzatmayı düşünmüş, ya da kendini o şekilde ifade etmek istemiş. Öğretmeni olarak kıyameti koparmış. Ben böyle şeyler istemiyorum demiş. Çocuk sınıfta bere takmak zorunda kalmış. Büyük bir suç işlemiş gibi koşarak eve gelmiş. Anne,  bu saçı kesmem lazım öğretmen kızıyor. Annesi, babasından öğrendiğine göre ilköğretim yönetmeliğinde saç ile ilgili herhangi bir foto modelin olmadığını belirtmiş. Üstelik çocuğun babası da eğitim sendikacısı. Çocuklarını hak ve hukuk hususunda bilinçlendirmeyi ihmal etmemiş. Çocuk öğretmenine demiş ki: Hocam babam diyor : “siz nasıl kendinizi türbanla ifade ediyorsanız, filan öğretmenimiz saçlarını sarıya boyatarak ifade ediyorsa öğrencinin de kendini ifade etme hakkı vardır”. O başka, bu başka demiş… Netice öğrencinin saçları kazınmış… Ve bu tür olaylar  artık bir vakai adiyeden oldu.

Ah güzel Anadolu, sen neden böyle ebter zihinler yetiştirirsin, neden daha bereketli beyinler yetiştirmezsin anlamış değilim. Sen hiç dünyayı da mı takip etmezsin!

Ezildin diye, ezmeyi şiar mı edineceksin ya da bu  genetiğine mi işledi?

“Her ihtilal kendi yavrularını yer”. Meşhur sözdür. Eğitim fakültesinde okurken okuldaki şiddetin zararları gündeme gelirken eğitimcilerimiz şunu belirtirdi: sakın şiddet kullanmayın! “Şiddet uyguladığınız bireyler şiddete maruz toplumu oluşturur ve bu toplumlar iflah olmaz”. Veriler gösteriyor ki  şiddet ve gelişmişlik düzeyi bir biriyle alakalı.

Okulda başarısız öğrencilere az şiddet uygulamadık. Oysaki bireyin öğrenmeme hakkı da vardı ve biz bunu öğrenememiştik. Daha öğrenmeye muhtaçken öğretici olmuştuk sıfır kilometre beyinlere…

Herkesin öğrenmesi gerektiğini bir şiar edinmiştik. Tek bir doğru vardı: Milli Eğitim Bakanlığının müfredatı. Dünyada var olmanın tek şartı program ve müfredatı yetiştirmeti. Buna uyum sağlamayanlar başarısızdı. Ya tornacıya, ya da marangoza verilecekti. Oysaki müthiş müzik kulağı olanı bu adam olmaz diye dışlamıştık. Güzel resim yapanı, “bundan başka ne işe yararsın” diye küçültmüştük arkadaşlarının gözünde. Veli toplantılarında matematik öğretmeninin sınıfı tıklım tıklım doluyken, müzik, resim ve din kültürü öğretmeninin, sınıfları bomboştu. Çünkü biz bütün bilimleri öğretmeye programlanmıştık. Yıl 2012.  Değişen bir şey yok.  Ve biz hala zorunlu eğitimi tartışıyoruz. İsmi bile korkunç: ZORUNLU…..Çünkü İtalyan ve Alman kırması taklidi faşizan bir eğitim sisteminin meyveleriydik.
  
Hani ayet bizi sarsacaktı:  La ikrahe fiddin- (Dinde zorlama yoktur.) Marifetullahı olmayan (Allahı tanıma bilgisi) muhabbetullahı (Allah Sevgisi) bulamaz diyen Bediüzzaman’a sonsuz selam olsun…Peki ne zaman refah yüzü görürüz?

Bu ülkede herkesin yaşam hakkı olduğunu kabul ettiğimizde, kendimizin de başkasının gözünde öteki olduğunu unutmadığımızda, her kültürün dilindeki tek bir harfin hakkını yemediğimi de, tek bir ritüeli inkâr etmediğimiz ve farklılıklara fikrimizi en iyi yaşayarak göstermediğimiz sürece, son tebliğcinin davasını anlamamışız demektir. Bunları kavradığımızda Yunus’u da anlarız, Hani’yi de anlarız, Rumi’yi de anlarız. Hatta saç stilini kendisi belirleyen masum yürekleri de anlarız. Ve yaptığım en iyi şey, ikna odalarını kurmaktı diyen beyinleri de  anlarız..
Selam ve Muhabbetle….

Bu yazı 1098 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum