Cuma Özusan

Cuma Özusan

[email protected]

ŞAİR Mİ, DÜŞÜNÜR MÜ?

03 Mayıs 2011 - 21:00

Cuma Özusan
Muhammed İkbal, Mehmet Akif, Necip Fazıl, Osman Yüksel, Sezai Karakoç hepimizin tanıdığı ve sevdiği kişilerdir. İslami duyarlığı edinmekte bunlara çok şeyler borçluyuz. Şimdi soruyorum. Bunlar şair mi, düşünür mü? Şüphesiz ilk aklımıza gelen bunların birer şair yani sanatkâr olduklarıdır. Düşünce tarafları yok mu, elbette var fakat şairlikleri ağır basıyor ve bununla tanınmışlardır ve bununla anılıyorlar. İnsanlarda düşünce ve duygudan biri daima diğerinden önde ve daha gelişmiş olur. Bunlar hiçbir zaman eşit olmaz. Olması da gerekmez zaten.
         
Fakat insanlar sevdikleri kimseleri her bakımdan mükemmel görmek istediklerinden bir şaire aynı zamanda düşünür sıfatı vermekte bir sakınca görmezler. Ama düşünür olmayan birisine düşünür demekle o kimse düşünür olmaz ki! Bir şaire düşünür demek çok hoşumuza gidebilir. Fantezimizi besleyebilir. Çünkü gerçekten bu çok cazip bir sıfattır.  Ama hak etmediği bir sıfatı birisine vermekle onu esas olarak hak edene haksızlık etmiş olmaz mıyız? Bu bir devlet adamına sırf bundan dolayı o aynı zamanda bir müzik dâhisidir demeye benzemez mi?
         
Biz kavramları hep karıştırıyoruz ve mübalağa yapmayı çok seviyoruz. Sevdiğimizde her şeyi görmek istiyoruz. Bu bizim düşünce zaafımızı apaçık ortaya koyuyor. Gerçeğe sadakat Müslüman’ın en yüksek vasfı değil mi? Bir şeyi ne ise o olarak tanımalı ve tanıtmalıyız. Neden tarafsız ve nesnel olamıyoruz. Zekâ ve zihnimizin gerçeğe açılamamasının bir sebebi de arzularımızı realitenin önüne geçirmek, olmayan şeyi olmuş gibi algılamaktır. Bir insanı övün ama övdüğünüz şey geçekten o adamda bulunsun. Hayal kurmayı bırakın kardeşlerim!
         
Arzularımız ve beklentilerimiz gerçeğin kendisi değildir. Biz istiyoruz diye hiç bir şeyin mahiyeti değişmez. Düşüncemizi doğrulayan olaylar ve olgular yoksa biz bir hayal kurmuşuz demektir. Hayalimizin genişliği ve zenginliği ne yazık ki bize bir şey kazandırmıyor. Eğer gerçekten orijinal hayaller kurup bunu sanatkârca ifade edebiliyorsanız şairliği veya diğer sanat dallarındaki ustalığı hak edersiniz. Kimsenin buna diyeceği olmaz. Sanatkârlık ile bilimsel ve düşünsel bir iddianın farkını idrak etmeliyiz. İnançlar, idealler, ideolojiler, iddialar, tezler bir gerçeğe dayanmadıkça hiçbir anlam ifade etmezler. Onlar gerçekle sınanmalıdırlar.
         
Psikologlar düşünsel ve duygusal tiplerin birbirinden ayrı olduğunu söylüyorlar. Efendim onlar da kim, biz bir ecnebinin dediklerine mi inanacağız diyenler olabilir. İster inanırsın ister inanmazsın kardeşim. Bu senin bileceğin bir şey… Yalnız şunu bilelim ki onlar var olanı bizden çok daha iyi inceliyorlar. Anka Kuşu’ndan veya Kaf Dağı’ndan bahsetmiyorlar. Onların gerçeği tanımak için gösterdikleri çabanın biz yüzde birini göstermiyoruz. Tecrübeden ve gözlemlerden çıkan şeyler insanları inandırmak çabasını gereksiz kılar. Bir şeye delilsiz inanmak ve bunda ısrar etmek skolâstiğin bir özelliğidir. Bu düşünce tarzı senelerce önce terk edildi.
         
Tarih düşünürlerin ve şairlerin ayrı kategoriler olduğunu doğrulayacak veriler ortaya koyuyor. Fuzuli, Şeyh Galip, Victor Hugo büyük şairlerdir fakat büyük mütefekkirler değillerdir. Şair ve sanatkârların bilim ve düşünceyle ilgileri olsa da olmasa da esas yetkinlikleri uğraştıkları sanat alanıdır. Düşünürlerin ve bilim adamlarının da uğraştıkları esas alan bilim alanıdır. Tabii sanat eserleriyle ilgileri hiç olmaz demek istemiyoruz. Hatta amatörce sanat da yapabilirler. Einstein boş zamanlarında keman çalardı fakat o izafiyet teorisiyle tanınıyor. Fikret resim yapardı ama şairliği ile tanınıyor. Gazi Ahmet Muhtar paşa matematik kitabı yazmıştır ama askerliğiyle tanınıyor.
         
Şimdi Ruslar kalkıp Tolstoy veya Dostoyevski büyük düşünürlerdir dese bu iddianın bir kıymeti olur mu? Ama sanatçılıklarına kim itiraz edebilir. Elbette dünya çapında muharrirlerin düşünme kapasiteleri sıradan bir insandan çok üstündür. Kıyas bile kabul etmez. Fakat bir insanda sanatkârlık ağır basıyorsa düşünce ikinci plandadır. Böyle demekle onlara haksızlık mı etmiş oluyoruz. Hayır! Sonra bir kimse düşünürse düşünce tarihine kattığı bir doktrininin olması gerekmez mi? Bunların hangi doktrinleri vardır. Herkesin bildiği şeyleri söylüyorlar. Bu insanı düşünür yapar mı?
         
Elbette şair ve sanatkârlarımıza sahip çıkmalı ve onların kadrini bilmeliyiz. Kadrini bilmek onları düşünür yapmak değildir. Bir şairden mutlaka mütefekkirlik beklemek gerekmez. Onlar hakkındaki sevgi ve hayranlığımız gerçeklere dayanmalıdır. Herkese -ne eksik ne fazla- ancak hak ettiği ilgiyi göstermeliyiz. Bir insanda olmayan sıfatlarla onu tavsif etmek esasında ona da haksızlıktır. Böyle yapmak günah değildir ama bir yararı da yoktur. Sadece hayalimizi tatmin eder. Vesselam.

Bu yazı 860 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum