Cuma Özusan

Cuma Özusan

[email protected]

URFADA YAHUDİ MEZARLIĞI

19 Eylül 2012 - 11:35

 


Genel olarak davranışlarımızın kökeni akıldan ziyade duygular ve içgüdülerdir. Bunlara psikanalistler bilinçdışı diyor. Bilinçdışı insanın hoşlanmadığı, bastırdığı olaylarla doludur. Bunları hatırlamaz bile. Fakat bunlar devamlı bilince çıkmak için bir yol arar. Bilinçte görülmesi ayıp, mahzurlu ve tehlikeli olduğu için bazen şekil değiştirerek ortaya çıkarlar. Bilinçdışı içerikler bilinçte tam tersi ile kendini ortaya koyar.  Böylece kendilerini meşrulaştırır, yasallaşırlar, görünmelerini önleyen engeller ortadan kalkar.


Mesela fakirliğinden dolayı kendini küçük gören bir adam duyduğu utancı bilinçdışına iter ve hatırlamaz olur. Ve bunun farkında olmayarak bir zengin gibi davranmaya çalışır. Yine mesela soyca aşağı sayılan biri asillik tavırları ile görünür. Keza inancı zayıf biri bilinçli olarak dine çok değer veren biri olarak görünür. Ahlaken zayıf biri kendini çok namuslu göstermeye çalışır. Böylece kısmen de olsa kişi (gruplar da dâhil) bir tatmin bulmuş olurlar fakat bu tam bir tatmin değildir, hastalıklı bir tatmindir.


Kişi bu bilinçdışı güdülerin farkında değildir. Bunların gerçek nedenlerini söyleseniz size büyük bir tepki gösterir. Kişi toplumda çok dindar, çok namuslu, çok vatansever görünür ve hatta aşırı gider, en ufak yanlışlara aşırı bir tepki gösterir. İnsanlar buna şaşar. Mesela dindarsa bir bankanın kenarından geçmez, hatta bankanın adını taşıyan bir sıraya bile oturmaz, şarap satan dükkândan alışveriş yapmaz. Kendisi gibi olmayanlardan uzak durur ve selam bile vermez, onları sapık ve dalalette görür.


Böyle kimseler kimseyi beğenmez, insanları dinsizlikle, ahlaksızlıkla, vatan hainliği ile suçlayabilirler. Çünkü bunların mantığı ya hep ya hiç mantığıdır. En ufak bir kusuru hem kendileri hem başkaları için büyütür, affedilmez bir hata sayarlar. Her şeyde mükemmeliyetçidirler. Bir şeyde eksiklik görürlerse onu baştan yaparlar. Bunlar kendine güvensiz insanlardır, hayatta başarısızdırlar, kendilerini sevmezler, kimseyi de sevmezler. Görevlerini yapmazlar, kalplerinde merhamet yoktur.


Bütün bunları şunun için anlatıyorum. Mesela gerçek dindarlar rahattırlar. Sahte olanlar kavgacıdırlar, saldırgandırlar. Dindarlıklarını düşmanlar yaratarak sürdürürler. Çünkü bilinçdışında dindar olduklarına inanmazlar. Böyle yaparlarsa herkes onlara ne kadar dindar adam diyecek, işte bunu elde etmek için aşırı hareketlere girişirler. Bugün ne yazık ki kendini dinin sahibi sanan bazı dinci yazarlar kişilere saldırarak bu eksikliklerini tatmin ediyorlar. Ona Ermeni, buna Yahudi diyerek rahatlıyorlar.


Bu tür saldırganlıklar gerçek dindarlık devirlerinde yoktu. Ne hazreti Peygamberin hayatında ve ne de sonrasında... Müslümanlar kendilerine inanıyor ve güveniyorlardı. Rahat idiler. Bilinçleri ile bilinçdışı uyumlu idi. Dindarlık gösterilerine girmiyorlardı. Başka dinden olanların haklarına saygılı idiler. Onlarla sulh halinde iseler iyi davranıyorlardı. Hazreti Peygamberin Necran Hıristiyanlarını sıcak bir şekilde kabul ettiğini ve hatta Mescidi Nebevide ibadet yapmalarına izin verdiğini biliyoruz.


Müslümanlar Anadolu’yu yurt edindiklerinde azınlık idiler fakat samimi Müslüman idiler. Herkes onlara saygı duyuyordu ve onlar da başkalarına saygı duyuyor, onları incitmiyordu. Hıristiyan ve Müslüman ahali arasında düşmanlık yoktu. Müslümanlar gençlerinin Hıristiyan olmalarından korkmuyorlardı. Bu korku, ötekilere olan düşmanlık, saldırganlık ve adaletsizlik din zayıfladığında ortaya çıktı. Bugün Hıristiyan misyonerlerinden korkmamız bizim Müslüman olduğumuza tam inanmamamızdandır.


Eğer biz gerçekten Müslüman olsaydık rahipleri katletmezdik. Haksız olarak kilise mallarını gasp etmezdik. “Adalet mülkün temelidir” kuralına uyardık, çünkü din bunu emrediyor. Din adaletin inanç gözetilmeksizin yerine getirilmesini emrediyor. Gözümüzün içine baka-baka adalet çiğneniyor. Urfa’da üç beş tane kalan Yahudi’den korkuyoruz. Onlara mezar yeri tahsis etmiyoruz. Bunu hangi açıklama normal gösterebilir! Bu din sadece Müslümanlara mı hak tanıyor, insanlığa vereceği bir şeyi yok mu? Vesselam.




 

Bu yazı 1477 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum