UZAK DİYARLARI YURT EYLEDİK
16. BÖLÜM...
Otuz dokuz yıldan beri arkadaşım olan Abdullah Gökü Hollandada ve özellikle de Amsterdam çevresinde herkes Apo adıyla bilir, sever ve sayar. Onu 1980 yılının Kasım ayında Amsterdamda bir tesadüf sonucu tanıdım. İlk gördüğümde onun insana güven veren samimiyeti, güler yüzlülüğü, sempatik duruşu ve gür siyah saçları anında dikatimi çekmişti. Bir iki kez dışarıda bir araya gelerek birlikte çay-kahve içtik. Sonra onu sözünü çokça ettiğim Prisengracht adresinde kiraladığımız odamıza davet ederek yakından tanımaya çalıştım. Derken başka bir gün o beni Amsterdamın batı yakasında kiracı olarak kaldığı pansiyona çay içmeye davet etti.
Apo kendisinden birkaç yaş büyük Muhammed adında bir Marokanla kalıyordu. Baba evinden biraz da sorunlu olarak daha yeni ayrılmıştı. Kaldığı pansiyon odası son derece rutubetli ve bakımsızdı. İleride sağlık sorunlarıyla karşılaşır diye endişelenmiş ve bu yöndeki kaygımı kendisine iletmiştim. Güleç yüzlü oda arkadaşı Marokan Muhammedin bize ikram ettiği şekeri bol naneli çayımızı yudumlayıp derin konulara daldık Apoyla. O gün onunla samimi bir hava içinde çok yararlı bir sohbetimiz oldu. O günden sonra Apoya ısındım, güvendim ve sevdim. Sanırım aynı şeyler onun için de geçerliydi.
Aponun toplumsal sorunlara olan ilgisi daha ortaöğrenim yıllarında, Batmandaki arkadaş çevresinde uç vermişti. Hollandaya gelince bu ilgisi daha da artmış ve hızlı bir değişim sürecine girmişti. Çalıştığı işyerinde ve günlük yaşamda karşılaştığı insanlardan hızla yeni şeyler öğreniyordu. Duydukları bilgiye dönüşerek hafızasına kazınıyordu. Edindiği kimi arkadaşları dünyada olup bitenlerle ilgili ona daha önce hiç duymadığı, bilmediği birtakım şeyler anlatarak onun dünyaya olan bakış açısını olumlu yönde değiştiriyordu. Kafasında soru işaretleri biriken Apo, üst üste yığılan soruların yanıtını bulmak için durmadan okuyup araştırıyordu. Okuyup araştırdıkça bazı şeylerin söylendiği gibi kaderden ibaret olmadığını görüyor ve bu onun okuma isteğini daha da artıyordu. Öyle ki işyerinde yarım saatlik yemek molası sırasında bile elinden kitabı düşürmüyordu. Apo okudukça kafasındaki soru işaretleri çığ gibi büyüyordu. Öğrendikçe çocukluğundan beri boğuştuğu sorunlara karşı olan haklı öfkesi habire kabarıyordu. Aponun bu hali ona yeni dostlar, yeni arkadaşlar kazandırıyordu. Eski bilgilerini yenileriyle harmanlayan Apo ulaştığı seviye sayesinde insanlarla daha rahat, daha sağlıklı diyaloglar kurabiliyordu. Kısacası Apo kendisini geliştirecek özgür bir ortama kavuştuğu için halinden son derece memnun görünüyordu.
Aponun sıkıntılar içinde geçen, hüzün dolu ilginç bir yaşam hikâyesi vardı. Aslında bu tür hikâyelere ülkemizin hemen her köşesinde rastlamak mümkün. Ne var ki insan yaşanmış bir hikâyeyi yaşayanın ağzından dinlediğinde daha farklı duygulara kapılıyor. Zorluklar içinde geçen çocukluğunu, iki yıl kadar önce geldiği Hollandada yaşadığı ailevi sorunları, boğuştuğu sıkıntıları dinledikçe fazlasıyla etkilendim Apodan. Özel yaşamıyla ilgili meseleleri benimle samimiyetle paylaştıkça ona daha fazla güvendim, inandım.
Apo, 1980 Ağustosunda evlendirilmişti. Evlendiği kız, uzaktan akrabaları olan Naif amcanın kızı Şükrandan başkası değildi. Köyde herkesin sevdiği, saygı duyduğu Naif amca, Batmana bağlı Mebiya köyünün en yoksul ama bir o kadar cömert insanıydı. Apo, evlendikten iki üç hafta sonra eşini kayınpederi Naif amcaya bırakarak Hollandaya dönmüş ve geleceğe dair bazı planlar yapmıştı.
Baba evinden ayrılan ve bir pansiyona yerleşen Aponun artık tek bir gayesi vardı; o da köyde bıraktığı eşi Şükranı ne yapıp edip tez elden Hollandaya getirmekti. Özlemini duyduğu sıcak bir yuvaya kavuşmak, mahrum edildiği rahat bir hayatın tadına varmak herkes gibi onun da hakkıydı. O, kendi kaderi üzerinde söz sahibi olmak, yönünü belirlemek konusunda son sözü artık kendisi söylemek istiyordu.
Ne var ki Aponun önüne koyduğu bu hedefe varması pek kolay görünmüyordu. Bunun için öncelikle zamana ihtiyacı vardı. Aponun önünde yürümek zorunda olduğu uzunca bir yol duruyordu. Apo, sahip olduğu azim ve kararlılık sayesinde kendisini bekleyen zorluklardan korkmuyordu. O, bu zorlu yolu sonuna kadar katetmeye kararlıydı. Bu yolu yürüyecek güce, yeteneğe ve kararlılığa fazlasıyla sahip görünüyordu.
Aponun görev olarak önüne koyduğu işlerin üstesinden gelmesi için başarmak zorunda olduğu birtakım yükümlülükleri vardı. Bunlardan birisi elinde mutlaka bir iş kontratı olmalıydı. Aynı zamanda yeterli bir maaşı ve en önemlisi de oturacağı uygun bir evin olması gerekliydi. Aponun bir iki yıldır çalıştığı iyi bir işi vardı, burdan aldığı yeterli bir maaşı da. Ne var ki eşiyle birlikte kalacağı uygun bir evi yoktu. Evi olmadan Aponun memleketten eşini getirmesi mümkün değildi. Pansiyonlarda oda kiralayarak soruna çözüm getirmesi imkânsızdı. Meseleye çözüm bulmak isteyen Apo durmadan, usanmadan çabalıyordu. Sonunda bir gün Apo gerekli belgeleri bir araya getirerek ev kiralamak için Amsterdam Belediyesinin ilgili kurumuna müracaatını yaptı. Apo belediyeye gerekli belgeleri teslim ederken belgelerin arasına durumunun aciliyetine vurgu yapan özel bir mektup eklemeyi ihmal etmedi. Apo, mektupta memlekette yaşayan eşinin içinde bulunduğu zor koşullardan söz ederek belediyeden kendisine bir ayrıcalık tanımalarını rica etmişti.
Başvuru yapmış olsa da Aponun çözüm bulmaya çalıştığı ev sorunu öyle hemen çözülecek sıradan, basit bir sorun değildi. Amsterdam gibi bir yerde ev sırası bekleyen binlerce insan vardı ve yabancılar bunların başını çekiyordu. Her isteyene hemen ev verilmesinin imkânı yoktu.
Devam edecek...
Kadir buyukkaya / Hollanda
FACEBOOK YORUMLAR