Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

UZAK DİYARLARI YURT EYLEDİK-29.BÖLÜM

26 Kasım 2018 - 19:05

UZAK DİYARLARI YURT EYLEDİK


29. BÖLÜM


 


Fotoğraflara sinen anlatılması zor, o derin hüzün, beni bu denli etkilediyse, annemin kasetteki sesi, anlattığı konular kim bilir beni nasıl etkileyecekti. Bu duygularla masada duran iki kaseti elime alıp inceliyorum. Doksanlık dediğimiz iki teyp kaseti. Bu üç saat süren bir konuşma demekti! Kimin ne söylediğini, neler anlattığını merak ediyordum. Ne var ki, kasetleri hemen dinleyecek gücü de kendimde bulamıyorum. Annemin fotoğraflardaki kederli yüzü beni alt üst etmişti.


 


“Daha sonra dinlerim “diyerek kasetleri bir kenara bırakıp masada duran diğer eşyaları gözden geçirdim. Eşyalar arasında Türkçe açıklamalı Arapça bir elifba,  uzunca bir tespih ve bir de namaz sırasında başa konulan beyaz bir takke duruyordu. Bunlar babamın bana gönderdiği özel hediyeleriydi. Arapça elifbayi elime alıp rastgele sayfaları çevirmeye başladım. Elifba beni çocukluğuma, ta 1960’lı yılların sonlarına götürdü.


 


Okulların tatile girdiği aylarda Arapça öğrenmek için Rıho hocanın ( Rahime Hoca)  evinde geçirdiğim günler, orda edindiğim kızlı erkekli arkadaşlarım ve hocanın avlusunda bulunan yaşlı üzüm asması aklıma geliyor. Biz çocuklar yaz aylarında Rıho hocanın bahçesinde, üzüm asmasının altında, kışın ise kapı ve pencersi kırık, her yerden rüzgar alan toprak damlı eski bir odanın içinde ders görürdük. Odanın içi çocukların kendi evlerinden getirdiği kömürle ısıtılırdı. Rıho hoca’nın kısa boylu ufak tefek eşi çalışmıyordu. Sabah çarşıya iner ikindi vakti ancak dönerdi eve. Böyle olduğu için evin geçimini sağlamak Rıho Hocaya düşmüştü. Çocuklara kuran öğreterek aileyi ayakta tutmaya çalışıyordu. Rıho Hoca, taziye, doğum ve benzeri günlerde kuran  için evlere çağrıldığında onun yerine kızı Fıko (Fikriye) bize ders verirdi.


 


Arapça harfleri tanımaya başlayan, okumayı şöyle böyle söken çocuklar için özel bir kutlama günü düzenlenirdi. Ama suresine geçiş yapan çocuğun en sevdiği bir arkadaşı çocuğun ailesine müjdeyi ulaştırmak için görevlendirilirdi. Görev alan çocuk Arapça okuma başarısını gösteren çocuğun başındaki takkeyi kaparak başlardı belirlenen adrese doğru koşmaya. Kutlamanın heyecanını yaşayan çocuk arkadaşına yetişmek için nefes nefese onun arkasından koşardı.


 


Aileye müjdeyi ulaştırma gayretinde olan çocuk, arkadaşına yakalanmamak için var gücüyle koşar ve sonunda hedefine varırdı. Müjdeyi arkadaşının ailesine ulaştıran çocuk şeker bisküvi gibi şeylerle ödüllendirilip sevindirilirdi... Bu özel kutlamaya “ Baş kaçırma” denilirdi.


 


Arapça okumayı söktüğümde başımı bir kız çocuğu kaçırmıştı. İsmi Aysel olan ve aynı mahallede oturan bu kızcağız daha sonraları halamın oğlu Mahmut ağabeyle evlendi. Baş kaçırma kutlamaları yapıldığında biz çocuklar fazlasıyla mutlu olurduk. O gün herkese bol bol lokum bisküvi dağıtılırdı. Çocuklara bir şeyler öğrettiği için Rıho hocamız da memnun kalırdı bu kutlamalardan. Çocukların başarısı Rıho hoca’ya hediyer kazandırırdı. Kutlamadan bir gün sonra başı kaçırılan çocuğun ailesi elinde değerli bir hediye ile Rıho hocaya “Allah razı olsun” demeye giderdi. O günlerden kalma anılarımı hatırlayarak duygulanıyorum.


 


Sıra masada duran diğer hediyeleri gözden geçirmeye gelmişti. Çok sevdiğimi bildiği için annem bana bir kavanoz dolusu menengiç kahvesi, kardeşlerim kazak, gömlek göndermişti. İçinde annemin özenle hazırladığı menengiç kahvesi olan kavanozun ağzını açtım. Üzerinde bir iki parmak yağ biriken kahvenin kokusunu içime doya doya çektim. Oldum olası bu kahvenin tadına,  kokusuna dayanamazdım. Menengiç kahvesi deyip geçmemek gerekir. Toplanması, tek tek seçilmesi, dövülüp kahve haline getirilmesi ve pişirilmesi ustalık isterdi.


 


Tadı ve aromasıyla diğer kahve türlerinden farklı olan bu kahvenin, başta nefes darlığı olmak üzere birçok rahatsızlığa iyi geldiğine inanılıyordu. Öyle sanıyorum ki bu kahve bizim cografyaya has bir içecekti.


 


Fırat boylarında özelikle kayalık alanlarda ağaçlarda biten menengiç ürünü yörede yaşayanlar için aynı zamanda önemli bir gelir kaynağıydı. Köylüler tarafından özenle toplanır ve pazara sürülürdü. Karabiber tanesi büyüklüğünde, kuruduğunda yeşil reng alan menengice bizim yörede  KIZNAW deniliyordu. Türkçe de ise çitlembik denilirdi. Mevsimi geldiğinde at, eşek sırtında Siverek’e götürülür, kapı kapı dolaştırılarak buğday, mercimek, nohut gibi tahıl ürünleriyle takas edilirdi. Menengiçin bittiği taşlık alanlarda insanların tarımla uğraşma şansı olmadığından kışlık ihtiyaçlarını karşılamak isteyen köylüler topladıkları menenciği değişik tahıl ürünleriyle takaz etmeyi kendi açısından kazançlı bulurdu.


 


Her yıl sonbahar aylarında toplanan menengiçler şehre indirildiğinde annem bir iki teneke alır ve bir köşeye bırakırdı. Zamanı gelince de onları kahve haline getirmek için kolları sıvardı. Menengiçler önce Ermeni ustaların elinden çıkan bakırdan yapılma işlemeli, kalaylı sinilere dökülerek yabancı cisimlerden ayıklanırdı. Sonra ayıklanan menencikler ateşe ters konulan bir ekmek saçının içine çok dikkatlice dökülür ve kavrulurdu. Bu kavrulma işi büyük özen gerektirirdi.  Menengiçler kıvamında kavrulmalıydı. Ateşten bir dakkika önce veya geç alınması kahvenin tadını tamamıyla değiştirebilirdi. Yeterince kavrulmaması durumunda kahvenin tadı farklı, gereğinden fazla kavrulduğunda ise tadı daha değişik olurdu. Kahvenin gerçek tadı vermesi için menengiçlerin ne çok ne de az, tam kıvamında kavrulması gerekiyordu. Bunu başarmak ise herkesin harcı değildi. Bu işte göz kararı, deneyim ve daha başka beceriler rol oynardı.


 


 


Devam edecek...


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]

Bu yazı 1194 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum