Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

"VENGé ROYİ".. 3.BÖLÜM (RÖPORTAJ)

07 Ekim 2015 - 18:14

VENGé ROYİ


Fırat’ın sesi


3.BÖLÜM....




 


SERPİL ASLAN: Bütün bunlar çok enteresan şeyler. Peki, babanızın türkü söylememe konusunda kendine getirdiği yasağın nedeni neymiş? Doğrusu bunu merak ettim. Biraz söz eder misiniz?


 


KADİR BÜYÜKKAYA: Bunun nedenini yıllar sonra babamla yaptığım bir sohbet sırasında öğrendim.


 


Babamın ve diğer bazı büyüklerimizin anlattığına göre bir zamanlar benim doğup büyüdüğüm köyde birçok insan köy ortamında birbirinden güzel türküler söylerlermiş.  Sesi güzel olanlar köye ikindi serinliği çöktüğünde ve doğudan batıya doğru gölgeler uzandığında duvar diplerine oturarak yanık sesleriyle başlarmış sesli seslı türküler söylemeye. Babamın Dayılarından Halil’é Mıla Eli ve Mehmedé Borek sesi güzel olan insanların başında geliyormuş. Anlatılanlara göre Halil Dayının dilendirdiği “Lé lé Delal “Türküsü dinleyenlerde hayranlık uyandırıyormuş.


 


Babamın büyük dayısı ve aşiretin ileri geleni Paşayı Mıla Eli türkü söyleyen dengbejlere büyük önem veriyormuş. Onun köyde dengbejleri ağırladığı büyükçe bir misafir odası varmış. Diğer yörelerden köyümüze gelen dengbejler Paşa Dayının odasında toplanan insanlara birkaç gece üst üste türkü ve destanlar söylerlermiş. Bu konuda ile ilgili daha geniş bilgileri “Amcam Mustafa“ başlığı altında topladığım bir yazı dizisinde bir araya getirmiş ve bunları birkaç yıl önce Siverek Gençlik Sitesinde bulunan köşemde okuyucularımla paylaşmıştım.


 


Derken 1954 yılında devlet ve vatandaş işbirliğiyle bizim köye bir cami yapılmış. Caminin yapımı tamamlanınca Camiye dışardan bir de din adamı tayin edilmiş. Köyün camiye kavuşmasıyla köyde yaşayanlar din ve diyanetleriyle adeta yeniden tanışmışlar. Dışardan atanan hoca köylüleri etrafına toplayarak onlara kılıçtan keskin, kıldan ince sırat köprüsünden geçmenin ne kadar zor olduğunu izah ederek duvar diplerinde türkü çağırmaktan bir an evvel vazgeçmelerini salık vermiş. Sırat Köprüsünden geçmenin ne kadar çetin olduğunu ve bunu başarmak için neler yapmaları gerektiğini yeniden keşfeden köylüler türkü söylemeyi bir tarafa bırakarak din ve diyanetlerine dört ele sarılmışlar.


 


Doksan yaşına merdiven dayayan babam yürüttüğü sohbetlerde cami öncesinden söz ederken adeta cahiliye döneminden söz ediyormuş gibi hüzünlenir ve o dönemde insanların yaşam biçimiyle alay edercesine “yahu o ne günlerdi, dayım Halil akşamüstü evlerinin eyvanına oturur ve başlardı “Lé  lé Delal “Türküsünü söylemeye. Çoluk çocuk, kadın erkek herkes işlerini bırakır başlardı onu dinlemeye. Neyse ki köye cami yapıldı da herkes o anlamsız ve çocukça sevdadan vazgeçti” der.


 


Babamın düşüncesine göre köyde camii olmadığı için köyde oturanlar işi gücü bırakıp kendisini türkü-şarkı söylemeye vermişti. Caminin gelişiyle birlikte köylüler bu yarasız huylarından ve kötü alışkanlıktan Allah’a şükür kurtulmuşlardı.


 


Rahmetli dedem cahiliye döneminin o kötü alışkanlığından kendisini tam olarak kurtaramamış olacaktı ki hayatının son demlerine kadar başına musallat olan yalnızlık belasından kurtulmak için sık sık geçmişe uzanır ve başlardı kendi kendine türkü söylemeye. Ama bunu yaparken etrafında kimselerin olup olmadığına azami özen gösterirdi. Cami hocasının direkt veya indirekt telkinleriyle türkü söylemeyi bir nevi hafiflik, dine aykırılık, dahası bir nevi büyük günah olarak gören köylülerin çoğu ki -bunlara babam da dâhildir- türkü söylemeyi tümden kendine yasaklarken dedem ise sadece başkalarının yanında türkü söylememeyi prensip haline getirmişti. Ama böyle olsa da o her sıkıldığında Mem u Zin ve Siyabend ile Xecé destanına sığınmakta bir sakınca görmemiştir. Hata Siyabend ile Xecé destanını söylerken kimbilir belki de Siyabend gibi öksüz büyüdüğünü hatırlar ve kalkıp gizliden gizliye ağlardı…


 


Cami hocasının türkü söyleme konusunda getirdiği ayıplama ve yasaklama herkes gibi babamın da elini ayağını bağlamıştı. Babam gençlik günlerini, yani cami öncesi cahiliye dönemi hatırlayıp “ yahu o ne delilikti koca koca adamlar duvar diplerine oturup türkü söylüyorlardı” dese de köy hocanın getirdiği yasak ve sınırlandırmayı aslında kendisi de zaman zaman deliyordu.


 


Çocukluğumda babamın Ahmedé Xané nın ünlü kitabından derlenen Mem u Zin destanını ezberlediğini ve evimize gelen giden misafirlere büyük bir hüzün ve zevkle okuduğuna tanıklık etmişimdir.


 


SERPİL ASLAN: Ve bütün bunlar sizin Müziğe karşı olan ilginizi besledi diye mi düşünüyorsunuz?


 


KADİR BÜYÜKKAYA: Evet, dedemin ve babamın bir zamanlar türkü söylemeleri ve bu alana kısmen ilgili olmaları sanıyorum farkında olmasam da beni derinden etkilemiştir. Bu etkilenme uzun yıllar kendini dışa vurmasa da bu yöndeki eğilimin yüreğimin bir köşesinde hep uyuduğuna inanıyorum.


 


Günün birinde bir Hollanda gazetesinde Zazaca dilinin içinde bulunduğu kritik durumla ile ilgili bir makale okuyunca içimdeki bu saklı duygu birden dürtülmüş ve sonuçta içimdeki bu saklı istek içinde birikeceği bir havuza akmıştır. Bu havuz beste ve müzik çalışmalarımın temelini oluşturmuştur diye düşünüyorum.


 


SERPİL ASLAN: Peki dini anlayıştan kaynaklanan bu engelleyici durumun etkileri sadece sizin köyde yaşayan insanları mı etkilemiş, yoksa diğer yöreleri de mi etkili olmuş?


 


KADİR BÜYÜKKAYA: Bu anlayışın etkileri en az bizim bölgenin tamamında etkili olmuş. Toplumun feodal özellikleri, dinin getirdiği ayıplamalar ve daha başka etkenler bir araya gelince bölge insanının türkü ve şarkıya karşı olan ilgileri zayıflamış. İnsanlarımıza empoze edilen telkinlerin etkisiyle müzikle uğraşmak bir nevi hafiflik olarak görülmüş ve bu tür şeylerden uzak kalmak marifetten sayılmış. Böyle olunca da çocukluğumun geçtiği Siverek coğrafyasında Zazaca türkü besteleme ve söyleme kültürü önemli oranda körelmiş ve zamanla tamamen ortadan kalkmıştır. Öyle ki birkaç bin yılık tarihinden ve birkaç yüz bin nüfusundan bahsedilen Siverek ve çevresinde halkın dilinde söylenen doğru dürüst bir tek Zazaca ezgi kalmamıştır.


 


Sivereklilerin dilinde kala kala bir tek Xum Xum türküsü kalmıştır. Onun da ne kadarı hayata tutunabilmiş ne kadarı tarihin çöplüğüne karışmış tartışma götürür. Xum Xum türküsü kısmen de olsa hayatta kalmışsa bunu biraz yaşlılarımıza ve biraz da Şıvan Perwer’e borçluyuz. Yıllar önce İsveç’te Celal Uzun’un evinde Şıvan Perwer’le yürüttüğümüz bir sohbet sırasında söz Xum Xum türküsüne gelmiş ve kalkıp kendisine Xum Xumden dizeler okumuştum. Şıvan okuduğum Xum Xum türküsünü dikkatlice dinlemiş ve cebinden çıkardığı bir kâğıt parçasına bazı sözleri özenle not etmişti.


 


Şıvan Perwer yıllar önce bu güzel halk türküsünü bir albümüne alarak Siverekli dimililerin kültürel değeri olan Xum Xum türküsünün kaybolmasının önüne geçmekle büyük bir hizmette bulunmuştu. Dediğim gibi getirilen sınırlandırmalar neticesinde Sivereklilerin elinde kala kala bir tek Xum Xum türküsü kalmıştı. Ve bu bir halkın dili ve kültürü açısından büyük bir kültür faciasıydı.


 


Çocukluğumun Siverek’inde düğün ve benzeri şenliklerde özellikle kadınlar tarafından söylenen yığınca Zazaca türkü vardı. Kadınlar ve genç kızlar tarafından kına gecelerinde gelin için söylenen birbirinden güzel hevaller,  ölüler için yakılan acıklı ağıtlar ve daha başka sözlü anlatımlar bizim kültürel zenginliklerimizdi. Çocukluğumdan kalma bu güzel, bu anlamlı ve bu edebi eserlerin izlerini beynimde ve yüreğimde halen taşıyorum. Böyle olmasına rağmen o dönemden kalma eserlerin sözlerini ve makamını hatırlayan insanlarımızın sayısı maalesef kalmamış gibidir. Bu eserlerin varlığından haberdar olanlar varsa da onlarda bildikleriyle birlikte toprağa karışmayı bekliyor. Kültür hazinemizi oluşturan bu tür kültürel değerler dıştan dayatılan ilgisizlik yüzünden insanlarımızın ilgisi dışına itilmiştir. Oysa eli kalem tutan kimi aydınlarımız zamanında bu kültürel değerlerin kıymetini bilip bunları derleme, bir araya getirme becerisini gösterebilseydiler bugün belki de dünya kadar malzeme elimizin altında olacaktı.


 


Yaşadığımız Avrupa ülkelerinde televizyon ve kitaplarda yazılıp çizilen masal ve hikâyelerin tümü yüzyıllar öncesinden günümüze ulaşmıştır. El âlem bu kültürel zenginliklerine sahip çıkarak çocuklarına geçmiş tarihlerini miras olarak bırakıyorlar. Çocuklar geçmişle gelecek arasında ki kültürel bağı bu eski zaman hikâyelerinden öğreniyorlar.


 


Çocukluğumda çevremde duyduğum Zazaca ezgilerin etkisi ve dedemden duyduğum içli türkülerin etkisiyle içimde Zazaca beste yazmak ve onları müziğe uyarlamak isteği doğdu. Bu alanda ki isteğin o dönemlerden kaldığına inanıyorum. Deneme anlamımda bestelediğim bir iki parçadan sonra bu uğraşta başarılı olabileceğime inanmış ve bununla Zazaca’nın gelişimine kültürel bir katkı sunabileceğime kanaat getirdim.


 


Yürüttüğüm titiz ve sabırlı çalışmalar sonucunda kısa bir süre içinde söz ve müziği tamamen bana ait bir sürü beste biriktirdim. Zazaca beste yazmanın yanında Türkçe öyküler, şiirler yazmayı da ihmal etmedim. Sonunda elimde epeyce malzeme birikti. Üst üste bıraktığım şiir ve öykü dosyalarına baktıkça bunları bir yerlerde paylaşmamakla iyi etmediğime hüküm ediyordum. Bitirdiğim beste sayısı kırkı geçince bunları bir şekilde mutlaka değerlendirmem gerektiğini ciddi ciddi düşünmeye başladım. Fakat bunları nasıl ve kimlerle yapacağım konusunda herhangi bir fikrim yoktu. Bu alandaki çalışmalarımdan haberdar olan kimi çevreler elimde bulunan malzemeleri değerlendirmek istese de kimi nedenlerden dolayı buna pek sıcak bakmıyordum.


 


SERPİL ASLAN: Peki elinizdeki Zazaca besteleri değerlendirmek için ilk ciddi adımları ne zaman attınız?


 


KADİR BÜYÜKKAYA: Bir gün yakın dostum Ozan Brader’in evine gitmiştim. Onun evinde kendisiyle kültür ve edebiyat üzerinde sohbet ederken söz dönüp dolaştı elimde bulunan şiir, öykü ve Zazaca bestelere gelmişti. Dostum Brader sohbetin bir noktasında bana dönerek “Keké Kadir, elinde toplanan malzemeleri bir yerlerde mutlaka değerlendirmelisin. Bu değerlerin paylaşılması gerekiyor. Bunu yapmamakla inan ki çok yanlış yapıyorsun. Bak iş gereği gece gündüz hep yollardasın. Günün birinde bir kazaya kurban gittiğinde kendinle birlikte toprağa gömeceğin şeylerin bu halkın malı olduğunu hiç düşündün mü? Sana çok açık söyleyeyim ki bir gün bir trafik kazasına kurban gidersen senden çok kendinle birlikte mezara götüreceğin bu kültürel değerlere hayıflanacağım. İnsanın sahip olduğu kültürel değerleri kendisiyle birlikte toprağa gömmesi bir nevi cinayettir. Bu suçu işlemememiz gerekir. İkincisi, yıllardır bir şeyler üretiyorsun. Yazdığın, ürettiğin şiir, öykü ve müziği ceplerinizde biriktiriyorsun. Ceplerine sıkıştırdığın ürünler ceplerinizden taşıyor.


 


Ceplerinizden taşan bu ürünler sen farkında olmasan da sağda solda heder oluyor. Bunun önüne geçmek istiyorsan bunları mutlaka bir yerlerde değerlendirmeye çalışmalısın. Aksi halde cebinizde biriktirdiğin eserler ceplerinizden taşmaya devam edecek ve kaybolup gideceklerdir” dedi, biraz da haklı olarak sitem etti.


 


Dostum Ozan Brader’ın bana aktardığı bu sözler bana fena halde dokundu.  Onun “günün birinde bir trafik kazasına kurban gidersen sana değil, kendinle birlikte toprağa gömeceğin kültürel değerlere hayıflanacağım” sözleri beni derinden sarstı. Öyle ki birkaç dakika hiçbir şey söylemeden ve hiçbir şey düşünmeden Brader’in yüzüne bakakaldım.


 


Brader’le yaptığımız bu sohbetten sonra yıllardan beri biriktirdiğim sözlü ve yazılı çalışmalarımı insanlarla paylaşmaya karar verdim.  Yakın akrabam yazara Kemal Siyahhan’ın özendirmesiyle şiir ve öykülerimi önce Siverek Gençlik Sitesinde daha sonra da başka yerlerde yayınlamaya başladım.


 


Daha sonra elimde biriken müzikal besteleri değerlendirmek için bir adres arayışına girdim.  Önce eski dostum Şıvan Perwer’le meseleyi konuştum.  Şıvan Perwer sağ olsun incelik gösterip yanında sazı bir gün beni evimde ziyaret etmeye geldi.  Onun meseleyi ciddiye alıp eve kadar gelmesi beni fazlasıyla memnun etti. Biriktirdiğim Zazaca besteleri Şıvan’ın önüne bırakarak bu konuda neler düşündüğünü neler yapabileceğini sordum. Anlaşılması açısından bestelerden birkaçını kendi sesimden Şıvan’a aktardım.  Şıvan bir yandan elindeki sazıyla söylediklerime eşlik ederken diğer taraftan okuduklarımı yanında getirdiği bir ses kayıt cihazına alıyordu. Gece boyu Şıvan’la bestelerimi ve Zazaca’nın içinden geçtiği durumu konuşuyoruz.


 


Uzun süren bir sohbetten sonra Şıvan Perwer’e çok net bir öneride bulundum.  “Söz ve müziği tümüyle bana ait olacak bir albüme evet demen halinde hiçbir şart ileri sürmeden elimdeki bütün Zazaca besteleri sana verebilirim” dedim.  Şıvan:  “Bir iki beste olması halinde bu besteleri ele alabilirim” dedi, “fakat Zazacaya hâkim olmadığımdan ötürü albümde yer alacak bütün eserleri Zazaca okuyamam. Böylesi bir şey benim için çok zor olur.” Son derece samimi ve dürüst bir tavır takındı.


 


Şıvan Perwer bütün bunları bana ilettikten sonra bu işin üstesinden kimin gelebileceğiyle ilgili bana bir öneride bulunmayı da ihmal etmedi.  “Bu işi en iyi Mikail Aslan yerine getirebilir.” dedi.


 


Devam edecek..


 


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]

Bu yazı 1645 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum