YEĞENİM İBRAHİM
12.BÖLÜM
Değerli Yeğenim,
Xalo Ziya ile çok ilginç bir anım vardır. Bundan söz etmemek olmaz. Büyükler bilir, 1970lı yılların ortalarında Ecevit hükümeti döneminde çıkarılan bir kanunla, kimi kimsesi olmayan, eli ayağı tutmayan, bakıma muhtaç insanlara maaş bağlanıyordu. Halk arasında buna kimsesizler maaşı deniliyordu. Bu maaştan normalde sadece yoksul insanların yararlanması ön görülmüştü. Fakat fazla mal göz çıkarmaz zihniyetiyle meseleye yaklaşan mal mülk sahibi birçok açgözlü tamahkâr insan muhtarlıklardan temin ettikleri bir belgeyle hak etmedikleri bu maaştan yararlanmaya tenezzül ediyorlardı. O dönemlerde halk arasında dolaşan söylentilere göre bu maaşı istismar edenler arasında namı şanı bilinen toprak sahibi varlıklı köy ağaları bile vardı.
Sözünü ettiğimiz bu yoksuluk maaşı herkesten çok Xalo Ziyanın hakkı olduğundan şehirde yaşayan akrabalarımızdan birkaç kişi bu meseleye el atmışlar. Ne var ki işler umulduğu gibi yürümemişti. Xalo Ziyanın devlet arşivinde herhangi bir nüfus kaydı olmadığından gerekli işlemler yapılamamıştı. Bu meseleye önce eniştemiz İsmail abi el atmış, o başarılı olmayınca rahmetli Mehmet Şirin abimiz Bırakın ben bunu hallederim diyerek meseleye el koymuş. Ne var ki bütün uğraşlara rağmen o da başarılı olamamış. Xalo Ziyanın umudunu bağladığı maaş ne yazık ki bağlanamamıştı. Hakkı olan ve bu haktan yararlanamayan Xalo Ziya nerdeyse kahrından yataklara düşecekti. Uykuları kaçmış, yemeden içmeden tamamıyla kesilmişti. Onun bu üzgün halini görenler Yahu Xalo Ziya sen en iyisi Sivereke git ve bu meseleyi bir de Kadire anlat, onun çevresi geniştir, belki o bir şeyler yapabilir demişler. Xalo Ziya meselenin hallolacağından fazla umutlu olmasa da bir şeyler olur düşüncesiyle kalkıp bana gelmişti.
Xalo Ziyanın elinde bulunan bir tomar kâğıdı bir bir incelerken resmi bir mektupla karşılaşmış ve hayretlere düşmüştüm. Siverek Kaymakamlığı tarafından verilen bu bektupta Ziya Barut adında birisinin kimlik bilgilerine ulaşılmadığından maaş için yapılan başvuru dosyası kapanmıştır deniliyordu. İki yakın akrabamın ilgilendiği ve hakkından gelemediği bir işin bana getirilmiş olması beni havalara sokmuştu. Gençliğin verdiği hevesle hemen işe koyuldum. Bütün hünerimi ortaya koyarak önce Siverek Kaymakamlık Makamına diyerek oturaklı bir dilekçe yazdım. Daha sonra Xalo Ziyanın elinden tutarak kaymakamlık binasının yolunu tuttuk. Elimizde dilekçe kaymakamın huzuruna çıktık. Kaymakam yanımda Xalo Ziyayı görünce kendisine uzatığım dilekçeye bakmaya lüzüm bile görmedi.
Yahu kardeşim bu adamı kapı kapı dolaştırmaktan bıkmadınız mı? dedi.
Kaymakamın bu kaba hareketinden rahatsız olsam da Efendim bu yaşlı ve çaresiz insanı sokak sokak dolaştırıyorsak herhalde bunu keyfimizden yapmıyoruz. Bölgemizde büyük toprak sahipleri bile bu maaştan yararlanırken, gözleri görmeyen bu yoksul insanın yüzüne bütün kapıların kapanmış olmasını doğru bulmuyorum. Bu memlekete hak ve adalet diye birşey varsa bu meselenin hallolması gerekiyor. Bu yüzden de bu meselenin takipçisi olmaya devam edeceğim. dedim.
Seçtiğim kelimeler ve kurduğum cümlelerden rahatsız olan kaymakam önüne bıraktığım dilekçeyi elinin tersiyle bir kenara iterek Kardeşim sarf ettiğiniz bu sözleri ben daha önce buraya gelenlerden fazlasıyla duydum. Fakat bizim yapabileceğimiz bir şey yok. Yapılan bütün araştırmalara rağmen bu vatandaşın hiçbir kimlik bilgisine ulaşılmamıştır. Anne kim, baba kim belli değil. Yakın akraba bilgileri bile kayıtlarda yok. Böyle olunca yapılacak bir şey kalmıyor dedi. Kaymakam kendine göre mantıklı nedenler ileri sürse de ben Xalo Ziyanın mağduriyetinden söz ederek bildiklerimi okumaya devam ettim. Bana söz anlatamadığını gören kaymakam masada duran dilekçeyi bana uzatarak:
Kardeşim benim yapacağım fazla bir şey yok. Bir yıldır bu dosya ile uğraşıyoruz. Aynı işe yeniden başlamanın bir anlamı yok dedi.
Dilekçeyi masadan aldım. Haydi, dayı gidelim ama herkes şunu iyi bilsin ki bu meseleden asla vazgeçmeyeceğiz! dedim.
Kaymakamlık binasından ayrıldığımızda Xalo Ziyanın sıfıra inen moralini düzeltmek için Dayı sen hiç meraklanma, gerekirse bu meseleyi Ankaraya Başbakan Süleyman Demirele kadar götüreceğim dedim. Xalo Ziya Ankara, Süleyman Demirel ismini duyunca Lo babam Siverekteki kaymakam bu yaşlı ve kör halimi görmüyor Ankaradaki adam nasıl görecek? dedi bana.
Sen merak etme ben senin hakkını onlardan nasıl alacağımı biliyorum! dediğimde onun yüreğinde yeniden bir umut filizlendiğini hissedebiliyordum.
Eve döner dönmez Başbakanlık makamına Ankara diyerek başladım yeni bir dilekçe yazmaya. İki sayfadan ibaret olan bu yazı aslında dilekçeden çok bir şikâyet mektubuydu. El yazısıyla döşediğim bu dilekçenin ana gayesi Xalo Ziyanın bir türlü bağlanamayan maaşı olsa da ben konuyu boyutlandırıp sorunu bölgemizde yaşanan adaletsizliklere kadar götürmüştüm. Dilekçeyi imzalayıp Xalo Ziyaya kelime kelime tercüme ettim. Beni büyük bir sessizlik içinde dinledikten sonra Tamam iyi olmuş Allah senden razı olsun deyince dilekçeyi bir zarfın içine yerleştirerek, üzerine en güzel yazımla Sayın Başbakan Süleyman Demirel. Türkiye Büyük Millet Meclisi yazarak mektubu postaya verdim.
Şehirde bulunan Mustafa amcam akşama doğru Xalo Ziyayı yanına alarak köye doğru yolla çıktıklarında, yüz ifadesinden onun takip ettiğimiz işten pek umutlu olmadığını görebiliyordum. O günden sonra köyden şehre gelen her akrabamız çarşıya- pazara inmeden önce bizim eve uğruyor Ankaradan bir haber var mı yok mu? diye bana soruyorlardı. Köylülerin anlattığına göre Xalo Ziya Ankaraya yazdığım mektuptan dolayı beni yere göge sığdıramıyormuş. Köyde oturduğu her yerde, herkese Gördünüz mü hiç kimsenin halledemediği bu meseleyi sonunda Kadir halletti. Kaymakamın karşısında öyle bir dikildi ki inanın ki kendisiyle gururlandım. Kaymakam bu iş olmaz deyince, biz hakkımızı nasıl alacağımızı biliriz! diyerek ona adeta meydan okudu. Sonra da oturup Ankarada oturan o koskocaman Süleyman Demirele öyle bir mektup yazdı ki; ancak o kadar olur. Şimdi Ankaradan gelecek cevabı bekliyoruz diyen Xalo Ziya meseleyi biraz daha ileri götürerek Aslında ben bu Kadirin çocukluğunu biliyorum. Ondan bir şeyler çıkacağını, onun bir şeylere yarayacağını ta o zamandan tahmin etmiştim diyerek beni göklere çıkarıyormuş.
Onun beni bu şekilde onure etmesi gençlik gururumu okşamıyor değildi. Bu işin üstesinden gelmemiz halinde keyfimize diyecek olmayacaktı. O Ankaradan gelecek haberin merakıyla kıvranırken ben de Yahu bu mektup başımıza bir iş açmasın? diyerek hafiften kaygılanmıyor değildim.
Büyük umutlar bağladığımız o mektup en nihayetinde gelmişti. Okuldan döndüğüm bir gün annem elime bir mektup tutuşturarak, Oğlum bu sabah postacı bu mektubu kapıya getirdi teyze size Ankaradan önemli bir mektup var dedi. Mektubu annemin elinden aldım. Zarfın üzerinde TBMMnin arması vardı. Büyük bir merakla zarfı açtım. Okumadan önce atılan imzaya baktım. İmza Başbakan Süleyman Demirele aitti. Gönderdiğimiz mektup demek ki bir işe yaramıştı. Gelen mektupta şunlar yazılıydı. Mektubunuz bize ulaşmıştır. İnsanlarımızın sorunlarıyla ilgilenmek bizim ulvi görevlerimiz arasındadır. Konuya ilişkin Urfa Valiliğine gerekli talimatlar verilmiştir. Elinizde bulunan bu mektupla Urfa Valiliğine müracaat etmeniz halinde size gerekli kolaylık sağlanacaktır deniliyordu.
Şehre inen bir akrabamla Xalo Ziyaya hemen haberi ilettim. Zaman kaybetmeden şehre geldi. Evimizin kapısından içeri girer girmez büyük bir sevinçle gelip bana sarıldı, üst üste birkaç kez beni alnımdan öptü. Elleri keyiften titriyordu. Heyecandan az daha havalara uçacaktı. Uzun zamandır uğraştığı ve bir türlü alamadığı maaşına sonunda kavuşacaktı. İhtiyaç sahibi bütün yaşlılar gibi onun da artık bir maaşı olacak ve o bu parayla şehirden istediğini aldırabilecekti.
Ankaradan gelen mektubu tastamam okudum. Anlaması için yazılanları tabi ki Zazacaya çeviriyordum. Xal Ziya mektupta dile getirilenleri can kulağıyla dinleyerek duygulanıyor. Devletin Başbakanından mektup olmak öyle sıradan bir şey değildi onun için. Duygularına hâkim olamayarak bana tekrar sarıldı. La Kadir vallahi aferin sana. Bu işi başaracağından ismim gibi emindim. Hatta geçen gün köyde bizimkilere bu işi halletse halletse ancak Kadir hal eder dedim. Senin Nofelanlar için de özel bir yerin olduğunu zaten hep söylerim dedi. Onun bu övgü dolu sözleri karşısında fazlasıyla gururlandım.
Ertesi gün yanımda Xalo Ziya cebimde Ankaradan gelen mektup, bir minibüse atlayarak Urfaya gittik. Urfada Valilik binasına yakın bir yerde minibüsten inerek elimizde umutlarımızı bağladığımız mektupla valinin huzuruna çıktık. Sıramız gelince Başbakan Süleyman Demirelden gelen mektubu valiye ilettik. Vali mektubu okuduktan sonra bize Mektuba konu edilen bu mesele nedir? diye sordu. Halletmeye çalıştığımız meseleyi bütün ayrıntılarıyla birlikte baştan sonuna kadar bir bir anlattım. Bir ara Xalo Ziya kendine hâkim olamayarak:
La Kadir bu efendi adama söyle benim bu meselemi haletsin. Bir yıldır çalmadığım kapı bırakmadım. Kimse bana yardımcı olmuyor. Bu yollarda gidip gelmekle çok mağdur olmuşam. Bu beğ efendiye söyle ana babasının hayrına bana bir iyilik yapsın ve bu maaşımı bağlasın dedi.
Xalo Ziyanın söylediklerini takip eden vali söylenenlerden bir şey anlamadığı için bana Yaşlı amca ne söylüyor? diye sordu. Söylenenleri valiye tercüme ettim. Vali derin derin düşünerek meseleye ilişkin kafasına takılan birkaç soru sordu bize. Xalo Ziyanın yerine sorulan sorulara gerekli yanıtları veriyordum. Vali meseleyi kafasında ölçüp biçtikten sonra Ankaradan gelen mektubun altına dolmakalemle birşeyler karalayarak mektubu bize geri verdi:
Alın bu mektubu Siverek Kaymakamlığına götürün. Ben kendilerine gerekli talimatı bildireceğim. Orada size en iyi şekilde yardımcı olacaklardır dedi.
Elimizde dosya ve mektup Valilik binasından aşağıya indik. Beş- altı katlı binanın merdivenlerinden inene kadar Xalo Ziya aynı soruyu belki onlarca defa tekrarlayarak sordu bana. Valinin söylediklerini kendisine aktarınca Yani şimdi Vali Beğ bana maaş bağlamadı mı? diyerek kendi kendine köpürüyordu. Bununla kalmıyor suçluymuşum gibi bana da serzenişlerde bulunuyordu. Bu işin bu kadar kolay olmadığını, biraz daha uğraşmamız gerektiğini söyleyince Tew tew tew bekle ha bekle diyerek benimle adeta alay ediyordu. Onu yatıştırmak için Gel dayı gel, sen rahat ol, bu meseleyi ne pahasına olursa olsun kesinlikle halledeceğiz. Sen moralini bozma diyordum. Anlaşılan Xalo Ziya Urfadan ceplerimiz para dolu döneceğimizi hayal etmişti.
Sivereke dönmeden önce Minibüs garajına yakın bir restoranda karnımızı doyurduk. Xalo Ziya Mutsuzdu, sabah ki keyfinden eser kalmamıştı. Ekmek arasına döşediği kebabını yerken ara ara Wax wax wax bu ne işti başımıza geldi! diyerek kendi kendine söyleniyordu.
Dönüş yolunda ondan çıt çıkmıyordu. Sadece bir keresinde Yahu Kadir Allah aşkına sen bana şunu söylesene Urfadaki bu Vali mi büyüktür yoksa Ankaradaki Başbakan mı? diye sordu.
Ziya Dayı Ankaradaki Başbakan tabi ki daha büyüktür deyince Eh peki o zaman bu adam başbakanı neden dinlemiyor? Başbakan mektubunda bu yaşlı adama yardımcı olun, onun işini görün demiyor mu?
- Evet, diyor.
- Eh peki o zaman bunlar neden işimi halletmiyorlar?
- İşimiz hallolacak Ziya Dayı sen meraklanma. Bu meseleyi kesinlikle halledeceğiz. Vali elimize imzalı bir talimat verdi. Yarın bu talimatla kaymakama gideceğiz, işimizi halletmesi için kendisini zorlayacağız. Başbakan Valiye, Vali de Kaymakama emir verdiğine göre kaymakamın bize zorluk çıkaracağını sanmıyorum. Bizimle mecburen ilgilenecek dedim.
Xalo Ziya o gece bizde kaldı. Ertesi gün erkenden kaymakamlığa gittik. Bir yıldan beri Xalo Ziyayı onlarca kez karşısında gören Kaymakam onu bir kez daha karşısında görünce biraz bozulur gibi oldu. Fakat herhangi bir olumsuzluğa meydan vermemek için bizi dinleme nezaketinde bulunuyordu. Başbakan Süleyman Demirelden gelen ve Urfada valinin altına bir şeyler karaladığı mektubu kaymakama uzatarak konuyla ilgili kısa bir açıklama yaptım. Kaymakam masaya bıraktığım mektubu alarak dikkatlice okudu ve sonra çok yumuşak bir üslupla: Görüyorum ki meseleyi anlamakta zorlanıyorsunuz. Biz daha önce elimizden geleni fazlasıyla yaptık. Ama siz ikna olmamış olacaksınız ki kalkıp başbakana mektup yazmışsınız. Tamam, o zaman ben dosyanızı yeniden ele alacağım. Ama korkarım ki durumda herhangi bir değişiklik olmayacaktır dedi bana, donuk bir yüz ifadesiyle
Kaymakamın hiçbir umud vadetmeyen bu sözleri üzerine moralim bozuluyor. Kaymakama bir şeyler izah etmeye çalışıyorum ama pek etkili olamıyorum. Kaymakam konuşulacak başka bir şey yok diyerek bize kapıyı gösterdi.
Ortamı gerginleştirmemek adına meseleye aklıselim yaklaşmak istiyordum. Dolayısıyla saygılı bir şekilde:
Peki efendim sonucu ne zaman alabileceğiz? diye sordum. İki haftaya kalmaz diyerek bizi adeta odadan kovdu.
Aşağıya indiğimizde konuşulanlardan işlerin yolunda gitmediğini anlayan Xalo Ziya Ne oldu Kadir, kaymakam ne diyor? deyince kendisine Sen merak etme Ziya Dayı, inşallah halledeceğiz. İki hafta sonra tekrar geleceğiz dedim. Amacım onun kırılan umudunu diri tutmaktı.
İki hafta sonra yeniden kaymakamın karşısına çıktık. Kaymakam alaylı bir şekilde bizi tepeden tırnağa süzerek: Evet tahmin ettiğim gibi hiçbir sonuca ulaşamadık. Bizim devlet kayıtlarında Ziya Barut diye birisi yok. Nüfus kütüklerinde bu yaşlı amcanın ne annesinin ne de babasının ve ne de herhangi bir akrabasının kayıtlarına rastlayabildik. Böyle olunca da ne yazık ki hiçbir işlem yapamıyoruz. dedi.
Kaymakamın rahatlığı sinirlerime dokunuyor. Xalo Ziyanın bunca eziyete bunca haksızlığa maruz kalması beni çileden çıkarıyordu. Alttan almayı, saygı göstermeyi, mütevazılıği, inceliği ve kibarlığı bir tarafa bırakarak ağzıma geleni söylemeye başladım. Bir ara: Sayın Kaymakamım bu yaşlı adamın hiçbir kaydı yok diyorsunuz, peki bu adam Rusyadan mı geldi, yoksa uzaydan mı? diye sordum. Kaymakam hiç istifini bozmadan Kimbilir belki de o dediğin yerlerden gelmiştir, ben ne bileyim! deyince hırsımdan deliye döndüm. Hak, adalet, vicdan kavramlarıyla ilgili ne kadar söylem varsa hepsini dile getirip odadan dışarı çıktık. Kopan şamatadan bir şeylerin yolunda gitmediğini anlayan Xalo Ziya içinden herkese ve herşeye küfürler savurarak sessiz kalmayı yeğliyordu. Kavga meydanında mağlup olmuş iki bitkin savaşçı gibi birbirimize tutunarak merdivenlerden indik.
Eve doğru yürürken ikimiz de bir süreliğine hiç konuşmadık. Bir müddet sonra Xalo Ziyanın dili çözülerek: Ne oldu Kadir, işimiz olmadı değil mi? diye sordu. Çok zor bir soru olmasına rağmen Evet Ziya Dayı maalesef işimiz olmadı. Kaymakam Bu işin hiçbir çaresi yoktur diyor. Verdiğim cevap karşısında sesi soluğu kesilmişti Ziya dayının.
Evimize yakın bir yerde Xalo Ziya frene basılmış bir araç gibi ani bir hareketle yerinde çakılarak: Aslında ben sana bir şey söyleyeyim mi Kadir? dedi ve ekledi: Senin de diğerleri gibi bu meselenin altından kalkamayacağını ta ilk günden iyi biliyordum. Şimdiye kadar bu Nofelanlardan bir keramet çıktı mı ki bundan sonra çıksın? diyor.
İki hafta öncesine kadar beni yere göğe sığdıramayan Xalo Ziyanın bütün emeklerimi bu sözlerle bir çırpıda sıfırlaması beni fena halde yaralamıştı. Fakat içinde bulunduğu ruh halini dikkate alarak ona hiç kızmadım, kızamadım. Yapılacak ve söylenecek bir şey kalmamıştı. Keko Mehmet Şirin ve İsmail ağabey gibi ne yazık ki ben de Xalo Ziyayı maaşa bağlama mücadelesinde açık seçik yenilmiştim. Hem de elimizde koskocaman Süleyman Demirelın imzalı mektubu olduğu halde!
Xalo Ziyanın bu trajik hikâyesini bitirmeden önce şunu belirteyim ki aslında o salt devlet tarafından yanlız bırakılıp mağdur edilmemişti. Köyde yaşayan akrabalarımız da onu yalnız bırakıp, ihmal etmişlerdi. Herkese büyük yardımları dokunduğu halde her nedense kimse onu evlendirmeeyi aklından geçirmemişti. Oysa sahip olduğu azim ve çalışkanlığı sayesinde o bir evi birçok insandan daha rahat ve daha kolayca evirip çevirebilirdi. Akrabalarımız el ele verip onu evlendirmiş olsaydılar onun bugün boy boy çocukları olmuş olacaktı. Akrabalarımızın bu işe neden el atmadıklarını halen anlamış değilim. İstenilseydi onun için pekâlâ uygun bir eş bulabilirlerdi.
Umarım ki Allah köylünün bu büyük ihmalını vebalden saymaz ve yarın öbür gün ahiret gününde akrabalarımızın yakasına yapışıp onlardan hesap sormaz.
Devam edecek.
Kadir Büyükkaya / Hollanda
FACEBOOK YORUMLAR