Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

YEĞENİM İBRAHİM - 12.BÖLÜM

22 Nisan 2016 - 20:58

 


YEĞENİM İBRAHİM


12.BÖLÜM



 


Değerli Yeğenim,


 


Xalo Ziya ile çok ilginç bir anım vardır. Bundan söz etmemek olmaz. Büyükler bilir, 1970’lı yılların ortalarında Ecevit hükümeti döneminde çıkarılan bir kanunla, kimi kimsesi olmayan, eli ayağı tutmayan, bakıma muhtaç insanlara maaş bağlanıyordu. Halk arasında buna “kimsesizler maaşı” deniliyordu. Bu maaştan normalde sadece yoksul insanların yararlanması ön görülmüştü. Fakat “fazla mal göz çıkarmaz “ zihniyetiyle meseleye yaklaşan mal mülk sahibi birçok açgözlü tamahkâr insan muhtarlıklardan temin ettikleri bir belgeyle hak etmedikleri bu maaştan yararlanmaya tenezzül ediyorlardı. O dönemlerde halk arasında dolaşan söylentilere göre bu maaşı istismar edenler arasında namı şanı bilinen toprak sahibi varlıklı köy ağaları bile vardı.


 


Sözünü ettiğimiz bu yoksuluk maaşı herkesten çok Xalo Ziya’nın hakkı olduğundan şehirde yaşayan akrabalarımızdan birkaç kişi bu meseleye el atmışlar. Ne var ki işler umulduğu gibi yürümemişti. Xalo Ziya’nın devlet arşivinde herhangi bir nüfus kaydı olmadığından gerekli işlemler yapılamamıştı. Bu meseleye önce eniştemiz İsmail abi el atmış, o başarılı olmayınca rahmetli Mehmet Şirin abimiz  “Bırakın ben bunu hallederim“ diyerek meseleye el koymuş. Ne var ki bütün uğraşlara rağmen o da başarılı olamamış. Xalo Ziya’nın umudunu bağladığı maaş ne yazık ki bağlanamamıştı. Hakkı olan ve bu haktan yararlanamayan Xalo Ziya nerdeyse kahrından yataklara düşecekti. Uykuları kaçmış,  yemeden içmeden tamamıyla kesilmişti. Onun bu üzgün halini görenler “Yahu Xalo Ziya sen en iyisi Siverek’e git ve bu meseleyi bir de Kadir’e anlat, onun çevresi geniştir,  belki o bir şeyler yapabilir “ demişler. Xalo Ziya meselenin hallolacağından fazla umutlu olmasa da bir şeyler olur düşüncesiyle kalkıp bana gelmişti.


 


Xalo Ziya’nın elinde bulunan bir tomar kâğıdı bir bir incelerken resmi bir mektupla karşılaşmış ve hayretlere düşmüştüm. Siverek Kaymakamlığı tarafından verilen bu bektupta “ Ziya Barut adında birisinin kimlik bilgilerine ulaşılmadığından maaş için yapılan başvuru dosyası kapanmıştır “ deniliyordu. İki yakın akrabamın ilgilendiği ve hakkından gelemediği bir işin bana getirilmiş olması beni havalara sokmuştu. Gençliğin verdiği hevesle hemen işe koyuldum.  Bütün hünerimi ortaya koyarak önce  “Siverek Kaymakamlık Makamına “diyerek oturaklı bir dilekçe yazdım. Daha sonra Xalo Ziya’nın elinden tutarak kaymakamlık binasının yolunu tuttuk. Elimizde dilekçe kaymakamın huzuruna çıktık. Kaymakam yanımda Xalo Ziya’yı görünce kendisine uzatığım dilekçeye bakmaya lüzüm bile görmedi.


 


“ Yahu kardeşim bu adamı kapı kapı dolaştırmaktan bıkmadınız mı?“ dedi.


 


Kaymakamın bu kaba hareketinden rahatsız olsam da “Efendim bu yaşlı ve çaresiz insanı sokak sokak dolaştırıyorsak herhalde bunu keyfimizden yapmıyoruz. Bölgemizde büyük toprak sahipleri bile bu maaştan yararlanırken, gözleri görmeyen bu yoksul insanın yüzüne bütün kapıların kapanmış olmasını doğru bulmuyorum. Bu memlekete hak ve adalet diye birşey varsa bu meselenin hallolması gerekiyor. Bu yüzden de bu meselenin takipçisi olmaya devam edeceğim. “ dedim.


 


Seçtiğim kelimeler ve kurduğum cümlelerden rahatsız olan kaymakam önüne bıraktığım dilekçeyi elinin tersiyle bir kenara iterek “Kardeşim sarf ettiğiniz bu sözleri ben daha önce buraya gelenlerden fazlasıyla duydum. Fakat bizim yapabileceğimiz bir şey yok. Yapılan bütün araştırmalara rağmen bu vatandaşın hiçbir kimlik bilgisine ulaşılmamıştır. Anne kim, baba kim belli değil. Yakın akraba bilgileri bile kayıtlarda yok. Böyle olunca yapılacak bir şey kalmıyor “ dedi.  Kaymakam kendine göre mantıklı nedenler ileri sürse de ben Xalo Ziya’nın mağduriyetinden söz ederek bildiklerimi okumaya devam ettim.  Bana söz anlatamadığını gören kaymakam masada duran dilekçeyi bana uzatarak:


 


“Kardeşim benim yapacağım fazla bir şey yok. Bir yıldır bu dosya ile uğraşıyoruz. Aynı işe yeniden başlamanın bir anlamı yok “ dedi.


 


Dilekçeyi masadan aldım.  “Haydi, dayı gidelim ama herkes şunu iyi bilsin ki bu meseleden asla vazgeçmeyeceğiz!“ dedim.


 


Kaymakamlık binasından ayrıldığımızda Xalo Ziya’nın sıfıra inen moralini düzeltmek için “ Dayı sen hiç meraklanma, gerekirse bu meseleyi Ankara’ya Başbakan Süleyman Demirel’e kadar götüreceğim“ dedim. Xalo Ziya Ankara, Süleyman Demirel ismini duyunca “Lo babam Siverek’teki kaymakam bu yaşlı ve kör halimi görmüyor Ankara’daki adam nasıl görecek?“ dedi bana.


 


“Sen merak etme ben senin hakkını onlardan nasıl alacağımı biliyorum!“ dediğimde onun yüreğinde yeniden bir umut filizlendiğini hissedebiliyordum.


 


Eve döner dönmez “Başbakanlık makamına Ankara“ diyerek başladım yeni bir dilekçe yazmaya. İki sayfadan ibaret olan bu yazı aslında dilekçeden çok bir şikâyet mektubuydu. El yazısıyla döşediğim bu dilekçenin ana gayesi Xalo Ziya’nın bir türlü bağlanamayan maaşı olsa da ben konuyu boyutlandırıp sorunu bölgemizde yaşanan adaletsizliklere kadar götürmüştüm. Dilekçeyi imzalayıp Xalo Ziya’ya kelime kelime tercüme ettim. Beni büyük bir sessizlik içinde dinledikten sonra “ Tamam iyi olmuş Allah senden razı olsun“ deyince dilekçeyi bir zarfın içine yerleştirerek, üzerine en güzel yazımla  “Sayın Başbakan Süleyman Demirel. Türkiye Büyük Millet Meclisi “ yazarak mektubu postaya verdim.


 


Şehirde bulunan Mustafa amcam akşama doğru Xalo Ziya’yı yanına alarak köye doğru yolla çıktıklarında,  yüz ifadesinden onun takip ettiğimiz işten pek umutlu olmadığını görebiliyordum. O günden sonra köyden şehre gelen her akrabamız çarşıya- pazara inmeden önce bizim eve uğruyor  “Ankara’dan bir haber var mı yok mu? “ diye bana soruyorlardı. Köylülerin anlattığına göre Xalo Ziya Ankara’ya yazdığım mektuptan dolayı beni yere göge sığdıramıyormuş. Köyde oturduğu her yerde, herkese  “Gördünüz mü hiç kimsenin halledemediği bu meseleyi sonunda Kadir halletti. Kaymakamın karşısında öyle bir dikildi ki inanın ki kendisiyle gururlandım. Kaymakam bu iş olmaz deyince, ‘biz hakkımızı nasıl alacağımızı biliriz!’ diyerek ona adeta meydan okudu. Sonra da oturup Ankara’da oturan o koskocaman Süleyman Demirel’e öyle bir mektup yazdı ki; ancak o kadar olur. Şimdi Ankara’dan gelecek cevabı bekliyoruz” diyen Xalo Ziya meseleyi biraz daha ileri götürerek “Aslında ben bu Kadir’in çocukluğunu biliyorum. Ondan bir şeyler çıkacağını, onun bir şeylere yarayacağını ta o zamandan tahmin etmiştim “ diyerek beni göklere çıkarıyormuş.


 


Onun beni bu şekilde onure etmesi gençlik gururumu okşamıyor değildi. Bu işin üstesinden gelmemiz halinde keyfimize diyecek olmayacaktı. O Ankara’dan gelecek haberin merakıyla kıvranırken ben de “Yahu bu mektup başımıza bir iş açmasın?”  diyerek hafiften kaygılanmıyor değildim.


 


Büyük umutlar bağladığımız o mektup en nihayetinde gelmişti. Okuldan döndüğüm bir gün annem elime bir mektup tutuşturarak, “Oğlum bu sabah postacı bu mektubu kapıya getirdi ‘teyze size Ankara’dan önemli bir mektup var’ dedi. “ Mektubu annemin elinden aldım. Zarfın üzerinde TBMM’nin arması vardı. Büyük bir merakla zarfı açtım.  Okumadan önce atılan imzaya baktım.  İmza Başbakan Süleyman Demirel’e aitti. Gönderdiğimiz mektup demek ki bir işe yaramıştı. Gelen mektupta şunlar yazılıydı. “ Mektubunuz bize ulaşmıştır. İnsanlarımızın sorunlarıyla ilgilenmek bizim ulvi görevlerimiz arasındadır. Konuya ilişkin Urfa Valiliğine gerekli talimatlar verilmiştir. Elinizde bulunan bu mektupla Urfa Valiliğine müracaat etmeniz halinde size gerekli kolaylık sağlanacaktır ” deniliyordu.


 


Şehre inen bir akrabamla Xalo Ziya’ya hemen haberi ilettim. Zaman kaybetmeden şehre geldi. Evimizin kapısından içeri girer girmez büyük bir sevinçle gelip bana sarıldı, üst üste birkaç kez beni alnımdan öptü. Elleri keyiften titriyordu. Heyecandan az daha havalara uçacaktı. Uzun zamandır uğraştığı ve bir türlü alamadığı maaşına sonunda kavuşacaktı. İhtiyaç sahibi bütün yaşlılar gibi onun da artık bir maaşı olacak ve o bu parayla şehirden istediğini aldırabilecekti.


 


Ankara’dan gelen mektubu tastamam okudum. Anlaması için yazılanları tabi ki Zazacaya çeviriyordum. Xal Ziya mektupta dile getirilenleri can kulağıyla dinleyerek duygulanıyor. Devletin Başbakanından mektup olmak öyle sıradan bir şey değildi onun için. Duygularına hâkim olamayarak bana tekrar sarıldı.  “La Kadir vallahi aferin sana. Bu işi başaracağından ismim gibi emindim. Hatta geçen gün köyde bizimkilere  ‘bu işi halletse halletse ancak Kadir hal eder’ dedim. Senin Nofelanlar için de özel bir yerin olduğunu zaten hep söylerim” dedi. Onun bu övgü dolu sözleri karşısında fazlasıyla gururlandım.


 


Ertesi gün yanımda Xalo Ziya cebimde Ankara’dan gelen mektup, bir minibüse atlayarak Urfa’ya gittik. Urfa’da Valilik binasına yakın bir yerde minibüsten inerek elimizde umutlarımızı bağladığımız mektupla valinin huzuruna çıktık. Sıramız gelince Başbakan Süleyman Demirel’den gelen mektubu valiye ilettik.  Vali mektubu okuduktan sonra bize “ Mektuba konu edilen bu mesele nedir? ” diye sordu.  Halletmeye çalıştığımız meseleyi bütün ayrıntılarıyla birlikte baştan sonuna kadar bir bir anlattım.  Bir ara Xalo Ziya kendine hâkim olamayarak:


 


“La Kadir bu efendi adama söyle benim bu meselemi haletsin. Bir yıldır çalmadığım kapı bırakmadım. Kimse bana yardımcı olmuyor. Bu yollarda gidip gelmekle çok mağdur olmuşam. Bu beğ efendiye söyle ana babasının hayrına bana bir iyilik yapsın ve bu maaşımı bağlasın“ dedi.


 


Xalo Ziya’nın söylediklerini takip eden vali söylenenlerden bir şey anlamadığı için bana “ Yaşlı amca ne söylüyor?“ diye sordu.  Söylenenleri valiye tercüme ettim. Vali derin derin düşünerek meseleye ilişkin kafasına takılan birkaç soru sordu bize.  Xalo Ziya’nın yerine sorulan sorulara gerekli yanıtları veriyordum. Vali meseleyi kafasında ölçüp biçtikten sonra Ankara’dan gelen mektubun altına dolmakalemle birşeyler karalayarak mektubu bize geri verdi:


 


“Alın bu mektubu Siverek Kaymakamlığına götürün.  Ben kendilerine gerekli talimatı bildireceğim. Orada size en iyi şekilde yardımcı olacaklardır “dedi.


 


Elimizde dosya ve mektup Valilik binasından aşağıya indik.  Beş- altı katlı binanın merdivenlerinden inene kadar Xalo Ziya aynı soruyu belki onlarca defa tekrarlayarak sordu bana. Valinin söylediklerini kendisine aktarınca “Yani şimdi Vali Beğ bana maaş bağlamadı mı?“ diyerek kendi kendine köpürüyordu. Bununla kalmıyor suçluymuşum gibi bana da serzenişlerde bulunuyordu. Bu işin bu kadar kolay olmadığını, biraz daha uğraşmamız gerektiğini söyleyince “Tew tew tew bekle ha bekle “ diyerek benimle adeta alay ediyordu.  Onu yatıştırmak için “Gel dayı gel, sen rahat ol, bu meseleyi ne pahasına olursa olsun kesinlikle halledeceğiz. Sen moralini bozma “ diyordum. Anlaşılan Xalo Ziya Urfa’dan ceplerimiz para dolu döneceğimizi hayal etmişti.


 


Siverek’e dönmeden önce Minibüs garajına yakın bir restoranda karnımızı doyurduk. Xalo Ziya Mutsuzdu, sabah ki keyfinden eser kalmamıştı. Ekmek arasına döşediği kebabını yerken ara ara  “Wax wax wax bu ne işti başımıza geldi!” diyerek kendi kendine söyleniyordu.


 


Dönüş yolunda ondan çıt çıkmıyordu. Sadece bir keresinde  “ Yahu Kadir Allah aşkına sen bana şunu söylesene Urfa’daki bu Vali mi büyüktür yoksa Ankara’daki Başbakan mı?“ diye sordu.


 


“Ziya Dayı Ankara’daki Başbakan tabi ki daha büyüktür “ deyince “Eh peki o zaman bu adam başbakanı neden dinlemiyor?  Başbakan mektubunda bu yaşlı adama yardımcı olun, onun işini görün demiyor mu? “


 


- Evet, diyor.


 


- Eh peki o zaman bunlar neden işimi halletmiyorlar?


 


- İşimiz hallolacak Ziya Dayı sen meraklanma. Bu meseleyi kesinlikle halledeceğiz. Vali elimize imzalı bir talimat verdi. Yarın bu talimatla kaymakama gideceğiz, işimizi halletmesi için kendisini zorlayacağız. Başbakan Valiye, Vali de Kaymakama emir verdiğine göre kaymakamın bize zorluk çıkaracağını sanmıyorum. Bizimle mecburen ilgilenecek” dedim.


 


Xalo Ziya o gece bizde kaldı. Ertesi gün erkenden kaymakamlığa gittik. Bir yıldan beri Xalo Ziya’yı onlarca kez karşısında gören Kaymakam onu bir kez daha karşısında görünce biraz bozulur gibi oldu.  Fakat herhangi bir olumsuzluğa meydan vermemek için bizi dinleme nezaketinde bulunuyordu. Başbakan Süleyman Demirel’den gelen ve Urfa’da valinin altına bir şeyler karaladığı mektubu kaymakama uzatarak konuyla ilgili kısa bir açıklama yaptım.  Kaymakam masaya bıraktığım mektubu alarak dikkatlice okudu ve sonra çok yumuşak bir üslupla:  “ Görüyorum ki meseleyi anlamakta zorlanıyorsunuz. Biz daha önce elimizden geleni fazlasıyla yaptık. Ama siz ikna olmamış olacaksınız ki kalkıp başbakana mektup yazmışsınız. Tamam, o zaman ben dosyanızı yeniden ele alacağım. Ama korkarım ki durumda herhangi bir değişiklik olmayacaktır ”dedi bana, donuk bir yüz ifadesiyle


 


Kaymakam’ın hiçbir umud vadetmeyen bu sözleri üzerine moralim bozuluyor. Kaymakama bir şeyler izah etmeye çalışıyorum ama pek etkili olamıyorum. Kaymakam “konuşulacak başka bir şey yok “  diyerek bize kapıyı gösterdi.


 


Ortamı gerginleştirmemek adına meseleye aklıselim yaklaşmak istiyordum. Dolayısıyla saygılı bir şekilde:


 


“Peki efendim sonucu ne zaman alabileceğiz?“ diye sordum.   “İki haftaya kalmaz… “diyerek bizi adeta odadan kovdu.


 


Aşağıya indiğimizde konuşulanlardan işlerin yolunda gitmediğini anlayan Xalo Ziya  “Ne oldu Kadir, kaymakam ne diyor? “ deyince kendisine “Sen merak etme Ziya Dayı, inşallah halledeceğiz. İki hafta sonra tekrar geleceğiz “ dedim.  Amacım onun kırılan umudunu diri tutmaktı.


 


İki hafta sonra yeniden kaymakamın karşısına çıktık. Kaymakam alaylı bir şekilde bizi tepeden tırnağa süzerek: “Evet tahmin ettiğim gibi hiçbir sonuca ulaşamadık. Bizim devlet kayıtlarında Ziya Barut diye birisi yok. Nüfus kütüklerinde bu yaşlı amcanın ne annesinin ne de babasının ve ne de herhangi bir akrabasının kayıtlarına rastlayabildik. Böyle olunca da ne yazık ki hiçbir işlem yapamıyoruz.“ dedi.


 


Kaymakamın rahatlığı sinirlerime dokunuyor.  Xalo Ziya’nın bunca eziyete bunca haksızlığa maruz kalması beni çileden çıkarıyordu. Alttan almayı, saygı göstermeyi, mütevazılıği, inceliği ve kibarlığı bir tarafa bırakarak ağzıma geleni söylemeye başladım.  Bir ara: “Sayın Kaymakamım bu yaşlı adamın hiçbir kaydı yok diyorsunuz, peki bu adam Rusya’dan mı geldi, yoksa uzaydan mı? “diye sordum. Kaymakam hiç istifini bozmadan “Kimbilir belki de o dediğin yerlerden gelmiştir, ben ne bileyim!“ deyince hırsımdan deliye döndüm.  Hak, adalet, vicdan kavramlarıyla ilgili ne kadar söylem varsa hepsini dile getirip odadan dışarı çıktık.  Kopan şamatadan bir şeylerin yolunda gitmediğini anlayan Xalo Ziya içinden herkese ve herşeye küfürler savurarak sessiz kalmayı yeğliyordu. Kavga meydanında mağlup olmuş iki bitkin savaşçı gibi birbirimize tutunarak merdivenlerden indik.


 


Eve doğru yürürken ikimiz de bir süreliğine hiç konuşmadık. Bir müddet sonra Xalo Ziya’nın dili çözülerek: “Ne oldu Kadir, işimiz olmadı değil mi?“ diye sordu.  Çok zor bir soru olmasına rağmen “Evet Ziya Dayı maalesef işimiz olmadı. Kaymakam ‘Bu işin hiçbir çaresi yoktur’ diyor.” Verdiğim cevap karşısında sesi soluğu kesilmişti Ziya dayının.


 


Evimize yakın bir yerde Xalo Ziya frene basılmış bir araç gibi ani bir hareketle yerinde çakılarak:  “Aslında ben sana bir şey söyleyeyim mi Kadir?” dedi ve ekledi:  “Senin de diğerleri gibi  bu meselenin altından kalkamayacağını ta ilk günden iyi biliyordum. Şimdiye kadar bu Nofelanlardan bir keramet çıktı mı ki bundan sonra çıksın? “ diyor.


 


İki hafta öncesine kadar beni yere göğe sığdıramayan Xalo Ziya’nın bütün emeklerimi bu sözlerle bir çırpıda sıfırlaması beni fena halde yaralamıştı. Fakat içinde bulunduğu ruh halini dikkate alarak ona hiç kızmadım, kızamadım.  Yapılacak ve söylenecek bir şey kalmamıştı. Keko Mehmet Şirin ve İsmail ağabey gibi ne yazık ki ben de Xalo Ziya’yı maaşa bağlama mücadelesinde açık seçik yenilmiştim. Hem de elimizde koskocaman Süleyman Demirel’ın imzalı mektubu olduğu halde!


 


Xalo Ziya’nın bu trajik hikâyesini bitirmeden önce şunu belirteyim ki aslında o salt devlet tarafından yanlız bırakılıp mağdur edilmemişti. Köyde yaşayan akrabalarımız da onu yalnız bırakıp, ihmal etmişlerdi. Herkese büyük yardımları dokunduğu halde her nedense kimse onu evlendirmeeyi aklından geçirmemişti. Oysa sahip olduğu azim ve çalışkanlığı sayesinde o bir evi birçok insandan daha rahat ve daha kolayca evirip çevirebilirdi. Akrabalarımız el ele verip onu evlendirmiş olsaydılar onun bugün boy boy çocukları olmuş olacaktı. Akrabalarımızın bu işe neden el atmadıklarını halen anlamış değilim. İstenilseydi onun için pekâlâ uygun bir eş bulabilirlerdi.


Umarım ki Allah köylünün bu büyük ihmalını vebalden saymaz ve yarın öbür gün ahiret gününde akrabalarımızın yakasına yapışıp onlardan hesap sormaz.


 


Devam edecek.


 


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]


 


 


 

Bu yazı 1505 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum