Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

YEĞENİM İBRAHİM - 14.BÖLÜM

07 Mayıs 2016 - 18:06

YEĞENİM İBRAHİM


14. BÖLÜM...


 


Değerli Yeğenim


 


Günü zamanı gelince amcamım eşi HIT ona ay parçası gibi bir oğul vermiş. Aile toplanıp çocuğa Seyitahmet adını takmışlar. Küçük yaşta anne ve babasını kaybeden HIT’ın dünyası doğurduğu bu çocuk sayesinde en nihayetinde aydınlanmış. Gülmeye hasret yüzü sonunda gülmüş. Aile ortamlarında adeta bir bayram havası esmiş. Nofel amcamızın soyu devam edecek diye herkes fazlasıyla sevinmiş. Çocuğun doğumuna herkesten çok  dedem Xelilé Nofel sevinmiş. Ona göre dünyaya gelen bu çocuk tıpa tıp genç yaşta yitirdiği amcası Nofel’e benziyordu. Çocuğun tıpkı dedesi Nofel gibi iri karagözleri, kalın kaşları ve yaşına göre büyük bir cüssesi varmış. Seyitahmet bütün ailenin sevinç kaynağı olmuş. Herkes onu el üstünde tutarak üzerinde hassasiyetle titremişler.


 


Derken HIT ikinci çocuğuna hamile kalmış. Seyitahmet bir kardeşi olacağı için çok mutludur. Ne yazık ki kurban olduğum Allah bu sevinci ona ve çevresine yaşatmamış. Bu mutluluğu onlara çok görmüştü. Doğum sırasında önce anne sonra da çocuk ölmüş. Kardeş beklerken annesini kaybeden küçük Seyitahmet’in dünyası başına yıkılmış. Amcam K. Ali beklenmeyen bu ölüm yüzünden şoka girmiş. Kaybettiği eşine mi yansın, ortada kalan oğlu Seyitahmet’e mi yansın şaşırıp kalmış. Çocuk ortalıkta perişan kalmasın diye dedem elini çabuk tutarak amcamı ikinci kez evlendirmiş. Amcamın ikinci eşi  Eliya komşu köylerden Şilanlıydı. Yakın akrabamız Dr İbrahim Yüksekkaya’ın halasıydı. Babası Eli’yé Resul birinci dünya savaşında Hasankalesinde öldüğünde yengem anne karnında henüz birkaç aylık bir bebekmiş. Öksüz büyümenin ne olduğunu çok iyi bildiğinden Seyitahmet’i kanatları altın almış ve onu öz çocuğu gibi bağrına basmıştır.


 


Yengemin halden anlayan kişiliği sayesinde amcam HIT’ın üzüntüsünü Seyitahmet ise annesinin ölümünden duyduğu acıyı yavaş yavaş atlatmışlar. Amcamın yeni eşinden çocukları gelmiş dünyaya. Evi ocağı şenlenmiş. “Nofel amcamızdan bize yadigârdır bu yüzden iyi korunmalıdır ” denilerek küçük Seyitahmet köydeki bütün yakın akrabalarımız onu el üstünde tutmuştur. Bir dediği iki edilmemiş. Bu ayrıcalık ve bu farklı yaklaşım onu şımartmamış, bilakis onu erkenden olgunlaştırmıştır. Küçük olmasına rağmen olgun hareketleriyle herkesin sevgisini ve takdirini kazanarak farklılığını ortaya koymasını bilmiştir.


 


Babam ile Seyitahmet arasında çok az bir yaş farkı varmış. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezmiş. İkiz kardeş gibi büyümüşler. İçerde dışarda hep birlikte oynayıp dolaşmışlar. Hatta belli bir yaşa gelince birlikte koyun kuzu gütmüşler. Öyle ki ilerleyen yaşına rağmen babam her ondan söz edildiğinde yüz çizgileri gerilir ve gözleri dalar giderdi.


 


Babam, Seyitahmet ve  K. Ali amcamın diğer oğlu Mahmut belli bir yaşa gelince dedem Xelilé Nofel  ve amcalarım “dosta düşmana karşı“ diyerek onları görkemli bir sünnet düğünüyle kirvelerinin kucağına oturtmaya karar vermişler. Çok geçmeden koyun-kuzular kesilmiş, kazanlar ateşe oturtulmuş, eşe dosta haberler salınmış, üç çocuk güle oynaya Mirhas Köyü’nden kirveleri Molla’é Rutan’ın salavatları eşliğinde erkekliğe ilk adımlarını atmışlar. Kesim işini köy köy dolaşan bilinçsiz bir gezgin sünnetçiye yaptırmışlar.


 


Çok geçmeden K. Ali amcamın evinin çevresinde  karabulutlar yeniden yoğunlaşmış. Sünnet esnasında paslı jilet kullanıldığından çocuklar tetanos belasına yakalanarak uzunca bir süre yatağa mahkûm olmuşlar. Babam ve Mahmut abi bir süre sonra zor bela kendilerine gelse de onlarla birlikte sünnet olan Seyitahmet bir türlü kendine gelememiş. İyiliği ve güzelliği herkesin ağızında olan Seyitahmet’in vücudu mikropların istilasına uğramış. Her yeri yara bere içinde kalmış. Dal ve yapraktan elde edilen mahalli ilaçların hiçbirisi Seytahmet’ın yaralarına merhem olmamış. O zamanlar bizimkilerin doktor ve hastanelerden haberleri olmadığı için Seyitahmet dirhem dirhem eriyerek herkesin gözleri önünde yaşama veda etmiş. Seyitahmet’in ölümü bütün yakın akrabalarımızı ama en çokta amcamı can evinden vurmuş. Amcam deliye dönmüş, içeriye kapanarak yüzüne, kokusuna doyamadığı oğlu için günlerce ağlamış. Üzüntüden ve ağlamaktan gözlerinin feri zayıflamış. Öyle ki yıllar sonra görme konusunda amcamın ciddi sorunları ortaya çıkmıştı. Kalın camlı gözlükler bile onu eski haline dönderememişti. Yengem Eliya amcamın görme bozukluğunu Seyitahmet’in zamansız kaybına bağlıyordu. Ona göre amcam günlerce durmadan ağlamış ve sonuçta gözlerine büyük zararlar vermişti.


 


Değerli Yeğenim,


 


İnsanın kaderi gülmedi mi gülmüyor. K. Ali amcamın kaderi hiçbir zaman için gülmedi diyebilirim. Bütün yaşamı sıkıntılar içerisinde geçti. Sorun, sıkıntı ve problemler bir gün olsun yakasından düşmedi. Hep aksiliklerle uğraştı. Bu talihsizliği ömrünün sonuna da kadar devam etti diyebilirim.


 


Amcam 1957 yılında  -biraz da Necmettin abinin eğitimi için- köyden Siverek’e göç ettiğinde rahat edeceğini düşünmüştü. Ne var ki aksilikler onu şehirde de rahat bırakmayacaktı. Ailevi sorunlar, geçim sıkıntısı ve daha birçok şey üst üste gelerek amcamı canından bezdirmişti. Oysa onun geleceğe dair çok güzel düşleri çok parlak hayalleri vardı. Bütün umudunu ve beklentisini dışarda okul okuyan çocuklarına bağlamıştı. Necmettin abi İstanbul’da hukuk okuyordu. Oğlu Şervan ve kızı Zinet, anne ve babasının düşünü gerçekleştirmek için eğitimlerine devam ediyorlardı. Ne var ki beklenen o güzel günler bir türlü gelmek bilmedi. Aksine özlemini duyduğu o güzel günler evine uğrayacağına her geçen gün biraz daha uzaklaşıyordu ondan. Şervan liseyi bitirir bittirmez daha iyi olur düşüncesiyle 1969 sonlarında İsveç’e gitmişti. Necmettin abi siyasi nedenlerden dolayı aranır duruma düşerek 1971 yazında birkaç arkadaşıyla birlikte yurtdışına kaçarak , Barzaniye sığınmıştı.Yakın dava arkadaşı Dr Şıvan oralarda bir komploya kurban gidince önce Suriyeye ordanda İsveç’e geçmek zorunda kalmıştı.Urfa Öğretmen Okulu’nda okuyan kızı Zinet 1970 başlarında okullu bitirse de ve bir-iki yıl Siverek’te ilkokul öğretmenliği yapsa da yaşanan sıkıntılardan dolayı Siverek’te tutunamamış ve çareyi İsveç’e  gitmekte bulmuştu.


 


1970 yılının ilk çeyreği amcamın en sıkıntılı yıllarıydı. Necmettin abi kayıptı. Onun nerede  olduğunu bilen bir tek Allah’ın kulu yoktu. Sağ mı, ölü mü onu da bilen yoktu. Siverek Çarşısı’nda sağa sola asılan afişlerde Necmettin abinin de fotoğrafı vardı. Ajanslar her gün dağ ve şehirlerde kurşuna dizilen devrimcilerin ölüm haberlerini veriyordu. Amcam, yengem ve diğer akrabalar  radyo haberlerini yürekleri ağzında dinliyorlardı. Bazen de kötü bir haber duyacaklar  diye  haberleri dinlemeye cesaret edemiyorlardı. Amcam ve yengemin gözleri gece gündüz hep dış kapıdaydı. Onlar Siverek Kalesi’ne konan kuşlardan, Diyarbakır Urfa karayolunda seyreden araçlardan ve içindeki yolculardan bile bir haber bekliyorlardı. Kısacası bütün günleri beklemekle geçiyordu.


 


Bütün bunlar yetmiyormuş gibi amcamın hayvan pazarında sermaye olarak kullandığı bir miktar parası o günlerde evlerinden çalınmıştı. Çalınan para onun başkalarından borç ettiği paraydı ve adamlar amcamdan parasını istiyorlardı. Amcamın en sıkıntı ve en acımasız dönemi sanıyorum bu dönemdi.


 


Necmettin abinin 1975 yılında İsveç’ten dönmesiyle amcamın yüzü biraz olsun gülmüştü. Necmettin abinin evlenmesi, çoluk çocuğa karışması onu ve yengemi mutlu etmeye yetmişti. Fakat bu rahatlama çok uzun sürmeyecekti. Necmettin abi 1982 yılının Nisan ayında yakalanınca hiçbir zaman yakalarından düşmeyen o sıkıntılı ve belalı günler yeniden kapılarına dayanmıştı. Diyarbakır Hapishanesi onların ikinci adresi olmuştu artık. Yer gök zülüm kesilmişti. Tutundukları dal ellerinden alınıp tutsak edilmişti. Yemek ve uyku zehir olmuştu onlara. Elleri kolları bağlı, çaresiz birer esirdiler artık. Hayatlarının en zor döneminden geçiyorlardı. İşkence ve ölüm haberleri onları fazlasıyla korkutuyordu.


 


Sonuçta korkulan olmuştu. Zebaniler Necmettin abinin varlığına tahammül edemeyerek onu katletmişlerdi. Bu korkunç hadise başta amcam ve yengem olmak üzere herkesi yüreğinden vurmuştu. Herkes büyük acılar yaşadı. Bu acıdan Necmettin abinin eşi ve çocukları da paylarını aldılar. Necmettin abinin ölümünden sonra amcam ve yengem ayakta dolaşan birer ölüydü artık. Dayandıkları duvar bir gecede birden üstlerine devrilmişti. Tutundukları o güçlü dal bir kılıç darbesiyle kökünden kesilmişti. Yıllar yılı yüreklerinde büyüttükleri o umut bir çırpıda yok olmuştu. Onlar Necmettin abiden sonra ölümün gelmesini sabırsızlıkla beklemişlerdi. Kurtuluş olarak gördükleri o gün gelince de sessiz sedasız çekip gitmişlerdi.


 


Değerli İbrahim;


 


İnsanın yaşam senaryosu kötü yazılmaya görsün. Amcam doğduğunda eline ne yazık ki çok kötü bir senaryo tutuşturulmuştu. O eziyet ve sıkıntılarla dolu olan rolünü oynarken binbir sıkıntıya göğüs germek zorunda kalmıştı. Fakat böyle olsa da amcam K. Ali üç günlük dünya yaşamı için hiç kimseye eyvallah demedi. Bildiği yolda hep başı dik yürüdü.


 


 


 


Devam edecek...


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]


 


 

Bu yazı 1745 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum