Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

YEĞENİM İBRAHİM - 18.BÖLÜM

09 Haziran 2016 - 08:42

 


YEĞENİM İBRAHİM


18.BÖLÜM...


 


 


Değerli Yeğenim,


 


Aradan altmış yıla aşkın bir zaman geçtiği halde bizim köyün okulu hep böyle boynu bükük kaldı. Ne büyüdü ne de küçüldü. Hep olduğu gibi kaldı. Oysa geçen yıl Fırat boylarına yaptığım bir yolculuk sırasında içinden ve önünden geçtiğim köylerin birçoğunda insanın başını döndürecek güzellikte çok güzel modern okullar yapılmıştı. Bizim köyün okulu onların yanında tavuk kümesi gibi kalır. Hâlbuki bizim köyün okulu bölgede yapılan en eski okullardandı.


 


Her neyse biz gene de “ bizim okul “ deyip geçmeyelim. Fotoğrafta görülen bu eski ve mütevazı okuldan kimler geldi kimler geçti bir bilsen! 1955’te okul inşaatı tamamlanınca köye genç bir öğretmen atanmış. Köyde yaşayan yaşlı kadınlar ve çocuklar uzaydan ilginç bir yaratık inmiş gibi öğretmene bakıp durmuşlar. Öğretmen âdet yerini bulsun diye birkaç günlüğüne köy yerinde kravatla dolaşmış. Bizimkiler “boynuna kısa bir urgan takmış “diyerek ona tuhaf tuhaf bakmışlar. Bir anlam veremeyince de çok yadırgamışlar. Yaşlılar öğretmenin boynuna taktığı kravatı buzağının boynuna takılan urgana benzetmişler. Köydeki yaşlılar pantolon denen nesneyle ilk kez bu öğretmen sayesinde tanışmışlar. Bazıları pantolon paçalarını soba borusuna benzetirken bazıları da öğretmeni kuyruksuz kuzuya benzetmişler.


 


Köyde yaşayan ve hayatlarında şehir yüzü görmemiş yaşlılar yeryüzünde Zazaca dışında başka bir kullandıklarını öğretmen sayesinde keşfetmişler. Gerçi askerlik görevi nedeniyle uzak diyarlara gidip gelenler asker ocağında öğrendikleri kırık Türkçeleriyle birbirlerine caka satmaya kalkışsa da  yaşlılar bunun ayrı bir dil olacağına hiç ihtimal vermemişler. Onlar başka dilden konuşan bir insanla ilk kez birbirine bu kadar yakın olmuşlardı. Köyün erkekleriyle öğretmen arasında geçen sohbete tanıklık eden yaşlılar anlamadıkları bu acayip dil karşısında hayrete düşerek  “Vay anasına be bu dünyada başka diller de konuşuluyormuş!“ diyerek hayretlerini gizleyememişler.


 


“Uzak diyarlardan gelmiş, kimi kimsesi yok” diyerek köylüler öğretmene kucak açıp onu el üstünde tutmuşlar. Özelikle yaşlı kesim onu çok sevmiş ve öz evladı gibi bağrına basmış. Çocuklar sabahları okula giderken anneleri öğretmene götürsünler diye ellerine yiyecek bir şeyler tutuşturmadan edememişler. Öyle ki bazen öğretmen kapının önünde biriken yumurta,  yoğurt, kaymak, ayran, çökelek ve benzeri katıkları nereye yerleştireceğini bilemezmış. Evi okula yakın olan Mustafa amcam atanan öğretmenlere herkesten daha çok kucak açar ve onlarla yakınen ilgilenirmiş.


 


Amcam, çoluk çocuğa ilim irfan öğretecek diye köye gelen öğretmenleri baş tacı yaparmış. Bu yakın ilişkisini daha sonraki yıllarda köye gelen diğer öğretmenlere karşı da sürdürmüş.


Köyde birkaç yıl kalan ve görev süreleri bittikten sonra memleketlerine dönen öğretmenler gördükleri ilgi ve yakınlıktan dolayı Mustafa amcamla sık sık mektuplaşır ve ona karşı olan vefa borcunu ödemeye çalışırlardı. Mustafa amcam bu öğretmenlerle olan samimi ilişkisini yıllar yılı devam ettirdi. Şu an Mustafa amcama sorsan, kalkar sana 1955’ten günümüze kadar köyümüzde kaç öğretmen geldi, nereliydiler, kaç yıl kaldılar, kişilik özellikleri nasıldı, alışkınlıkları nelerdi bütün bunları detaylarıyla birlikte sana bir bir sayar. Bununla da kalmaz o dönemden kalma değerli anılarından söz ederek hepimiz adına tarihe önemli notlar düşer.


 


Değerli Yeğenim,


 


Mustafa amcamın ve diğer köylülerin isminden sık sık söz ettiği öğretmenlerin başında Hayati Öztürk  gelirdi. 1961-1962 eğitim yılında görev yapan Hayati öğretmen  İzmitliymiş. Köyde iki dönem öğretmenlik yapmış. Ondan sonra köye Şahin Gündüz ve Süleyman Uçan isimli iki öğretmen atanmış. Şahin Hoca Malatyalıymış. Onlardan sonra da Ahmet Şahin isimli bir öğretmen göreve başlamış. Urfa’nın Bozova ilçesindendı. Bu öğretmeni yazımın bir önceki bölümünde size anlatmıştım. Hani şu bir yıla yakın bana ders veren ve M ile B arasındaki farkı bir türlü kafama yerleştiremeyen hoca vardı ya, işte o.


 


Amcamın kendisinden sıklıkla söz ettiği öğretmenlerden birisi de Salih Kadı’ydı. Trabzonluydu. 1970-71 yıllarında görev yapan Salih öğretmen uzun boylu, sarışın tipik bir Laz’dı. Saz çalmanın yanı sıra el becerileri bir hayli gelişkindi. Boya, sıva ve benzeri işleri yapmakta üstüne yoktu. Hatta çok iyi hatırlıyorum babam bizim Siverek’teki evimizin dış avlu kapısını mavi ve beyaza, iç kapıları da kreme boyayarak görenleri kendine hayran bırakmıştı. Renkleri birbirine karıştırarak çok güzel renkler elde ediyordu. O kadar erbabtı ki kapı ve pencerelerimize yaptığı boyalar uzun yıllar canlılığını korumuştu.


 


Mustafa amcam yakın zamana kadar bu öğretmenden sıklıkla mektuplar alıyordu. Özellikle bayramlarda Salih öğretmen amcamı katiyen tebriksiz bırakmazdı. Amcamın mektupları Siverek’te Kale Boğazı’nda bulunan Hüseyiné Hema’nın dükkânına gelirdi. Mustafa amcam Salih öğretmenden gelen mektupları çevresinde bulunanlara göstererek “ Bak görüyor musunuz bu Salih öğretmenin el yazısıdır. Hayatımda çok yer gezdim, çok insan tanıdım fakat bu Salih öğretmen kadar güzel yazı yazanı ne gördüm ne de duydum “derdi.


Salih öğretmenin el yazısı gerçekten de çok güzeldi. Mektuplarını yazarken zarfın üzerindeki yazıyı yazmak için sanırım özel bir kalem kullanıyordu. Yazıları bir hattatın elinden çıkmış gibi güzel ve düzgün dururdu.


 


Köyümüzde görev yapan gelmiş geçmiş bütün öğretmenlerin görev çizelgesinin Mustafa amcam tarafından tutulduğunu ismim gibi biliyorum. Devlet arşivleri köyümüzde görev yapmış öğretmenlerin isimlerini unutabilir, fakat amcam Mustafa’nın bunları unutmadığından eminim. İstersen denemek mahiyetinde de olsa git amcama sor, bak sana kaç çuval dolusu bilgi verecek. Sen sor o sana bizim bu derme çatma fukara okuldan kaç öğretmen geldi geçti bir bir anlatsın.


 


Devam edecek...


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]


 

Bu yazı 1157 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum