YEĞENİM İBRAHİM
4.BÖLÜM...
Değerli yeğenim,
Görüyorum ki yerin yüzlerce metre altından çıkarılan su sayesinde köyün dört bir yanı ağaç ve yeşilliklerle bezenmiş. Köyde bulunan bütün evlerin bahçesinde sayısız ağaç boy vermiş. Evlerin önündeki küçük alanlar bahçelere dönüştürülmüş ve bahçelerde çeşitli meyve ağaçları boy vermiş. Her yer yeşillik. Bu tür yeşil alanları biz rüyalarımızda bile göremezdik. Bizim dönemimizde köyün tümünde topu topu üç-dört dut ağacı vardı. Bu ağaçlardan en yaşlısı dedeniz Bekir Dayının evinin arkasında bulunan TIWERA ÇEWTEKti. (Eğri ağaç)
Bu dut ağacı sadece köyümüzün değil, bölgenin en yaşlı ağacı olarak kabul görüyordu. Yaşlılıktan dolayı gövdesi iki büklüm olmuştu. Gövdesinde büyük yarıklar oluşan bu ağaca biz çocuklar zahmetsizce inip-çıkabiliyorduk. Aslında ağaca yürüyerek çıkıp inebiliyorduk demek daha doğru olur. Bu yaşlı ağacın çatlayan gövdesi adeta yol gibi dümdüz olmuştu. Aşırı yaşlılıktan dolayı bu ağaçta yetişen dutlar hiçbir zaman tam olarak olgunlaşmazdı. Dallarda biten dutlar hep ham kalır ve zamanı gelince de birer birer yere dökülürdü. Dedemin anlattığına göre onun çocukluğunda da bu ağacın görünümü yine böyleymiş. Dahası dedemin dedesi KAL MIST zamanında da bu ağaç gene böyle yaşlı ve iki büklümmüş. Söylenenlere ve yürütülen tahminlere göre bu ağacın en azından dörtyüz yıllık bir ömrü vardı. Senin çektiğin fotoğraftan bu ağacın doğaya karşı halen direndiğini görüyorum ve bu beni fazlasıyla duygulandırıyor.
Köyümüzün ikinci büyük ağacı bizim Muhtar Dayıların bahçesinde bulunan dut ağacıdır. Dedenizin babası MOLLA ELI tarafından dikildiğine dair rivayetler vardır. Bizim çocukluğumuzda bu ağaç en verimli çağını yaşıyordu. Yaz aylarında bu ağacın dallarında parmak büyüklüğünde sarı sarı dutlar yetişirdi. Serçelerden arta kalan dutları yerden toplamak, toz-toprakla birlikte midemize indirmek biz çocuklar için büyük eğlenceydi. Köyün üçüncü ağacı XAL éMIŞın evinin önünde bulunuyordu. Bu ağaç o zamanlar daha yeni dikilmiş ve henüz dut tutmuyordu. Dördüncü ağaç ise Muhtar Dayının evinin arkasındaki boş alanda bulunuyordu. Köyün tümünde o zamanlar işte sadece bu dört ağaç vardı ve başka da bir şey yoktu.
Şu an oturduğunuz sizin evin bulunduğu yerde bizim Molla Dayının evi vardı. Molla Dayının gerçek ismi Ramazandı. Fakat köyde kimse onu Ramazan ismiyle tanımazdı. Köydeki kadınlar, çocuklar ve hatta büyüklerimiz bile ona Xal Mılla derdi. Büyüklerimizden duyduğumuza göre Xal MILA daha küçük bir çocukken Kuran öğrenmek için hocaya gönderilmiş ve bu yüzden de köyde oturanlar ona Mılla ismini yakıştırmışlar. Gürgömez Köyünden Saadet Teyze ile evlenen Mılla Dayı köyde herkes tarafından ve özellikle biz çocuklar tarafından fazlasıyla sevip sayılan birisiydi. Mılla Dayının bizim zamanımızda Nedim ve Zeki isminde iki oğlu vardı. İkisi de benden birkaç yaş küçüktüler.
Molla Dayının üst tarafında Xal Hemitın evi vardı. O evin bulunduğu yerde şimdi bizim Keko MISTO yeni bir ev yaptırmış. Xal Hemit Niyaj Kezban ile evliydi. Niyaj Keziban Mirhas Köyünden HÜSKOlardandı. Niyaj Kezbanının babası seferberlik yıllarında askere gitmiş ve bir çatışma sırasında Rusların
eline esir düşmüş. Yedi yıl süren bir esaretten sonra serbest bırakılmış ve köyüne geri dönmüş. Bizim zamanımızda yaşı yetmişin üzerindeydi. Erkek çocukları yoktu. Bildiğim kadarıyla iki kızı vardı. Bunlardan birisi Xal Osman-é Elanın eşi Emine Yenge, diğeri de Xanxıraba Köyünden akrabamız Eli Ortakaya nın eşi Niyaz Sakineydı. Niyaj Kezibanin Xanxiraba Köyünde ikamet eden bir de ablası vardı. İsmi HOR idi.
Xal Hemit ile Niyaj Keziban evde kendilerine hizmet etsin diye torunu Nihali yanlarına almışlardı. Nihal Xal Osman-e Elanın kızlarından birisiydi. Tombul ve sarışın birisiydi. Yeşile çalan renkli gözleri vardı. Biz çocuklar onu Xal Hemit ile Niyaj Kezibanın kızı olarak biliyorduk.
Xal Hamit kısa boylu birisiydi. Kısa ve çok seyrek olan bir sakalı vardı. Son derece asabiydi. Çocuklarla arası pek iyi değildi. Sağda solda biz çocuklarla karşılaştığında sebepsiz yere bağırır çağırırdı. Bu yüzden ondan çekinirdik.
Xal Hemitin bir de diş uzmanlığı vardı. Diş ağrısı çekenler kendilerini Xal Hemitın insafına bırakırlardı. Evinde Nuh Peygamberden kalma kir-pas içinde çok eski bir diş çekme kerpeteni vardı. Diş ağrısına dayanamayıp kendisine gelen köylülerin ağrıyan dişini çekeyim derken bazen sağlam dişlerinden birini çektiği de olurdu. Bu yüzden mecbur kalmadıkça diş ağrısı için kimse Xal Hemite kimse gitmeye cesaret etmezdi.
Xal Hemitın evinin tam altinda Xal Êmiş isminde yaşlı bir kadıncağızın evi vardı. Şu an oturduğunuz evin sol tarafında yer alan bu evin yeri şimdi fotoğrafta boş olarak görünüyor. Anlaşılan Xal Êmışın evi de bizim evin akıbetine uğramış. Yani orası da hayvan korunağı için bir havluya dönüştürülmüş. Xal Emiş dul bir kadındı. Kocası Paşa yıllar önce vefat etmişti. Bizim köye Bahserden gelip yerleşmişlerdi. Kocası ne zaman ve nasıl öldü tam olarak bilmiyorum.
Xal Emışın ölen kocasından iki oğlu vardı. Birisinin ismi CIM diğeri M.Ali idi. Xal Emişın bir oğlu da daha çok genç yaşlarda hayatını kaybetmişti. İsmi HESmış. Vakitsiz ölen bu oğlundan iki torunu vardı. Bunlardan erkek olanın ismi İsmail, kız olanın ismi ise Fatime idi. Köyde herkes bu kızcağıza FAT diyordu. Fat yaşça benden çok büyüktü.
M.Ali ve yeğeni İsmail köyün en uzun gençleriydi. M.Ali ile yeğeni İsmail aynı evde yaşadıkları için ve bir de aralarındaki yaş farkı fazla olmadığından biz onları kardeş biliyorduk. M.Ali daha önceleri bir defa evlenmiş ve bilmediğimiz nedenlerden dolayı eşinden ayrılmıştı. Ayrıldığı eski eşinden Imxan isminde uzun boylu, zayıf bir kızı vardı. Bu kızcağızın yüzü çok masum görünüyordu. Biz çocuklar kendi aramızda oyunlar oynarken o çoğu zaman bir köşe çekilir ve sessiz sedasız bizi izlerdi.
M.Elinın ikinci evliliğini çok iyi hatırlıyorum. Evlendiği kadının ismi Rahime idi. Kibar ve olgun bir bayandı. Herkesle iyi geçinirdi. Xal Emış son derece zayıf ve oldukça uzun boylu bir kadındı. Geçkin ömrüne rağmen evin bütün işleriyle o uğraşıyordu. Yürürken koltuğunun altında devamlı bir değnek taşırdı. Köy meydanında toplanan hayvanlarını eve götürmek için evden çıktığında yanından eksik etmediği değneğini koltuğunun altına alır ellerini de entarisinin yakasından içeriye sokardı. Bu alışkanlığını yaz kış sürdürürdü. Köyde herkesin saygı duyduğu bir kadındı. Çok az konuşurdu. Torunu Fatime Gürüz köyüne gelin gittiğinde evlerinin kapısında büyük bir kalabalık oluşmuştu. Biz köyün çocukları oluşan bu kalabalığı ilgiyle izleyip olup bitenleri anlamaya çalışmıştık. Fatimenin gelin gideceği günün akşamı köyün genç kızları Xal Emişın evinde ona bir kına gecesi düzenlenmişlerdi. Köyün bütün genç kızları ve münasip kadınları bir araya gelerek köyün kıza Fatimeye karşı son görevlerini yerine getirmeye çalışmışlardı. Genç kızlar Fatimenin başında toplanarak birbirinden güzel ve acıklı türküler ( heval) söyleyerek onu bol bol ağlatmışlardı.
Xal Emışın vefatını çok iyi hatırlıyorum. Onun o ince ve zayıf vücudunu ince bir Antep kilimine sarmışlardı. O zamanlar tabut olmadığı için köyün erkekleri sağdan soldan buldukları uzun ve düzgün iki odunun arasına uzunca urganlar örerek kendilerince bir ceset taşıma düzeneği hazırlamışlardı.
Xal Êmışın cesedi bu düzenekle evden çıkarılmış ve erkeklerin omuzunda camiye kadar taşınmıştı. Ölüyü taşımak için hazırlanan ve sedyeye benzeyen bu basit düzeneğe köylüler selece diyordu. Xal Emışın seleceye konulan zayıf bedeni cami avlusuna getirildiğinde biz çocuklar uzaktan uzağa ve korku dolu gözlerle olup bitenleri seyre koyulmuştuk. Ölen birinin cesedini ilk kez bu kadar yakından izliyorduk. Cami hocasının kıldırdığı cenaze namazından sonra köylüler Xal Êmışı omuzlarına alarak köy mezarlığına doğru yolla koyulduklarında Xal Êmışın evinden ağlama sesleri yükseliyordu. Biz çocuklar şaşkın bakışlarla son yolculuğuna uğurlanan Xal Êmışın köyden çıkışını ve köy mezarlığında toprağa verilişini adım adım izliyor ve ölüm denen şeyin nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışıyorduk.
Devam edecek....
Kadir Büyükkaya / Hollanda
FACEBOOK YORUMLAR