Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

YEĞENİM İBRAHİM - 7.BÖLÜM

17 Mart 2016 - 19:29

YEĞENİM İBRAHİM


7. BÖLÜM


 


Değerli yeğenim;


 


Köyün en üst kısmında Cemil dayının evi vardı. ( Xal Cemil) Babamın dayısının oğluydu. Babası Paşa’é Mılla Eli zamanında Karahan aşiretinin ileri gelenlerindendi. Silahına, bileğine ve sofrasına güvenerek bölgede nam salmıştı. Xal Cemil’in evinden Karahan’ın batısına düşen yüksek dağlar, köyün doğusuna düşen Şilan Köyü, güneydeki geniş alanlar çıplak gözle rahatlıkla görülürdü. Yaz aylarında Cemil dayının evinin ayvanında oturulduğunda köyün tam karşısında bulunan üzüm bağları insana adeta gülümserdi. Bu manzaranın seyrine doyum olmazdı. İnsanlar o güzelim manzaraya dalarak “Vay anasına be dünya ne kadar güzelmiş!” derdi. Ne yazık ki o güzelim bağlardan bir eser kalmadı. Büyüklerimizin uğrunda baş kaş yardığı o bağlar şimdi kaderine terk edilmiş durumda. O güzelim bağlar başıboş hayvanların otlak yeri şimdi.Evin arkasında birbirine yaslanan kayalıklar vardı. Xal Cemil’ın ev sırtını bu kayalıklara dayamıştı.Kayalığın şurasında burasında birkaç kök incir ağacı vardı.Büyüklerimizin anlatığına göre dedemiz kal Mıst zamanında köyün ileri gelenleri gün batımına yakın  bu kayalıkların altına oturur ve  kendi aralarında derin sohbetler yürütüyorlarmış. Bu nedenle bu kayalıklara  “ keré cemaati ”  yani cemaat kayası deniliyordu.


 


Cemil dayı kısa boylu, tıknaz ve pos bıyıklı birisiydi. Onun siyah ve gür kaşları ona heybetli bir görünüm veriyordu. Kendinden son derece emin birisiydi. Kabadayı kabadayı yürür, küt ve kısa kollarını sağa sola gereğinden fazla sallardı. Herkese caka satar gibi bir hali vardı. Babası Paşa-é Mila Eli’nin nam ve şanına yakışır şekilde hareket etmek istiyordu. Bana kalırsa o birazda babasını taklit etmeye çalışıyordu. Xal Cemil, Pasa-e Mila Eli’nin oğlu olmakla övünür ve bu yüzden de herkese biraz tepeden bakardı. Tepeden tırnağa temiz giyinirdi. Köy yerinde herkes lastik ayakkabıyla dolaşırken o ayağında hep kundurayla gezinirdi. Giydiği çorap genellikle beyaz renkli olurdu.


 


Cemil dayı çok güzel folklor oynardı. Dedem Halil’é Nofel’ın anlattığına göre babası Paşa’é Mılla Eli ve üvey annesi HEW da güzel folklor oynuyorlarmış. Her ikisi kol kola girdiğinde bütün köy ahalisi durup onları seyredermiş. Anlaşılan Cemil dayı bu alandaki becerisini onlardan almıştı. Düğünlerde davul-zurna çalmaya başladığında kimse Cemil dayıyı zapt edemezdi. O iki elinde iki mendil alana çıkar ve kıvrak hareketlerle herkesi adeta büyülerdi. Cemil dayı oyuna başlayınca herkes sesini, soluğunu keser ve büyük bir hayranlıkla onu izlerdi.


 


Xal Cemil daha küçük bir çocukken annesini kaybetmişti. Annesi Siverek’te ikamet eden Sakavanlar ailesindendi. Annesi ölünce babası Paşa é Mılla Elli akrabası  Heci Bekir’ın kızı Hewé ile evlenmişti.  Xam Cemil’ın üç kızı ve bir oğlu vardı. Oğlu Eyyüb ağabey ve kız kardeşi Sıddıka benden epeyce büyüktüler. Rahmetli Muaazzez ile sanıyorum hemen hemen aynı yaşlardaydık. Küçük kızları Sultan -ki herkes ona Sıltani diyordu- benden epeyce küçüktü ve doğumunu çok iyi hatırlıyorum.


 


Cemil dayının eşi Eyşe teyze -biz çocuklar ona Niyaj EYŞ diyorduk- Karahan’a yakın bir köyden gelin gelmişti. Kendisi MIRHAS Köyü’nden Zulfukar-é İBA’nın kızıydı. Konuştuğu Zazaca bizim konuştuğumuz Zazacadan biraz daha farklıydı. Mesela biz Kurt için “VERG” derken o onun geldiği köy halkı Kurt’a “VéRG “diyordu. Biz yemekten söz ederken “ WERD “derken onlar “WéRD “diyordu. Birbirine yedi-sekiz km uzakta olan iki köy halkının Zazaca dilini farklı kullanması çok ilginçti.


 


Niyaj Eyş sohbeti hoş bir kadındı. Kimseye kötülük etmez, incitmez, herkesin gönlünü hoş tutmaya çalışırdı. İnsanlarla konuşurken hep güler ve bir elini gözlerine siper ederek meramını anlatırdı. En çok kullandığı ve bize yabancı gelen kelimesi “ma é Qerati kené “ idi. Bunu “idare ediyoruz” anlamında kullanıyordu. Oysa bizim köyde “ma é Qerati kené” deyimi hiç kullanılmıyordu.


 


Cemil dayının evinin önünde etrafı taşlarla örülmüş küçük bir bahçe vardı. Bu bahçenin bir köşesinde bir sumak ağacı vardı. Bu ağaç Karahan bölgesinde bulunan tek sumak ağacıydı. Bu ağacı kimler nerden ve ne zaman getirip buraya dikmişti doğrusu hep merak etmişimdir.


 


Xal Cemil’ın tek oğlu olan Keko Eyyüb’in düğününü çok iyi hatırlıyorum. Evlendiği kadının ismi Rahime’ydi. Çok kibar ve saygılı birisiydi. Karacadağ yöresinden köyümüze gelin gelmişti. Ailesinin biz Karahanlılarla yakın akrabalık bağı vardı. Büyüklerimizin anlatıklarına göre atalarımız zamanında Dersim yöresinden bu topraklara geldiklerinde üç kardeş birlikte gelmişlerdi. Kardeşlerden ikisi Karahan’a yerleşirken, diğer kardeş de bir anlaşmazlık sonucu B. Bakır’a yakın bir yerde konaklamış ve orda kalmıştı. Bu köyün ismi Dalkıran’dı. Bu köyde kalan ve çoğalanlar Rahime ablanın akrabalariydı. Tarihten gelen bu kadim akrabalığımız tazelensin diye Xal Cemil oğlu Eyyüb için gidip o köyden kız istemişti. Herkesle iyi anlaşan Rahime abla biz çocuklara karşı çok sıcak ve candan davranırdı. Onunla evlenen Eyyüb abimiz nükteci, şaka seven birisiydi. Büyük-küçük herkesle iyi geçinirdi. Büyüklerine karşı son derece kibar ve saygılıydı. Köyün çocuklarıyla devamlı şakalaşırdı. Çalışkan ve becerikliydi. Ailenin tek erkek çocuğu olmasına rağmen iş güç konusunda kimseden geri kalmazdı. Kız kardeşi Sıddıka onun en büyük yardımcısıydı. Eyyüp ağabey de babası Xal Cemil gibi son derece temiz giyinirdi. Kahverengi şalvarı ve Siverek usulu sekiz köşeli şapkası onun vazgeçemediği giysisiydi.


 


Xal Cemil’ın oturduğu ev köyün en yüksek noktasına kondurulduğu için uzaktan kartal yuvası gibi görünüyordu. Birçok odası bulunan bu evin içinde farklı amaçlar için kullanan birçok bölüm vardı. Bu bölmeler ara koridorlarla birbirine bağlanmıştı. Koridor ve dehlizlerle birbirine bağlanan bu ev köyde kendine münhasır bir evdi. Paşa-é Mıla Eli’nin bir zamanlar hükümranlık sürdüğü bu evin her köşesi buram buram tarih kokardı. Çocukluğumda bu evin içinde her dolaştığımda ve duvarlarına baktığımda o duvarların dilinden hikâyeler duyar gibi olurdum. Paşa-é Mılla Eli gibi bir insanın bu ev de yaşamış olması bu eve farklı bir hava veriyordu. Annem ile her bu eve gittiğimde çevreme bakar ve içime sebebini bilmediğim derin bir hüzün çökerdi.


 


Cemil dayının evinin ön kısmında taştan yapılmış bir ahır bulunuyordu. Köylüler buraya “Karakol” diyorlardı. Büyüklerimizin dediğine göre taştan yapılan bu yapı 1934 yılında kısa bir süre için Karakol olarak kullanılmış. Bu Karakol’u ve bu Karakol’a atanan İstanbullu bir çavuş ile amcam Mustafa arasında yaşanan bazı diyaloglardan daha önce bir yazımda söz etmiştim. Bu diyalogu merak edenler Siverek gençlik sitesinde daha önceden yayınlanan “Amcam Mustafa” yazı dizisindeni takip edebilirler. Sözünü ettiğim bu Karakol daha sonra Bahser Köyü’ne taşınınca burası Cemil dayı tarafından ahıra çevrilmişti.


 


Değerli İbrahim,


 


Bizim zamanımızda Xal Cemil’ın evinin sol tarafına düşen kayalıklarda bir leylek yuvası vardı. Her yıl bu yuvaya iki leylek konardı. Uzun bacaklı, güzel gözlü ve çok narin olan bu leylekler sağdan soldan getirdikleri çalı çırpıyla kış aylarında zarar gören yuvalarını yeniden düzenlerlerdi. Her yıl bahar geldiğinde geçen yılın sonbaharında güneye göç eden leylekler köye yeniden dönerdi. Leyleklerin köye dönmesiyle köye bir canlılık gelirdi.


 


Aradan bir müddet geçince ana leylek yumurtlar va bir süre sonra da yuvadan yavru sesleri yükselirdi. Yumurtadan çıkan üş-dört yavru leylek ortalığı şamataya boğardı. Anne ve baba leylekler yuvada ki yavrularını aç bırakmamak için gece gündüz ha bire çalışırlardı. Yiyecek bulmak için köyün etrafında dönen leyleklerin havadaki uçuşlarını hayranlıkla seyreder ve içimden “acaba insanlarda böyle uçabilir mi? “ diye kendi kendime sorular sorardım.


 


Leyleklerin yem bulmak için en çok ziyaret ettikleri yerlerin başında su birikintiler, göletler, kuyular ve çeşme başları gelirdi. Çünkü bu yerlerde avlayacakları canlılar eksik olmazdı. Leylekler buralarda en çok yılan ve kurbağa avlardı. Leylekler uzun gagalarına aldıkları yiyeceklerle yuvaya döndüklerinde yuvadaki yavrular sevinçten bayram ederdi. Ana ve baba leyleklerin getirdikleri yiyecekler yuvaya bırakılır bırakılmaz yavrular ortalığı velveleye verirdi. Yavruların çıkardığı sevinç nidaları ve ana babanın çıkardığı tak tak sesleri ta Xanhıraba’dan duyulurdu.


 


Yavru leylekler belli bir ömre ulaşınca ana ve baba leylekler onları yuvadan uçurmaya çalışırlardı. Bu görevi daha çok ana Leylek üstlenirdi. Uçmaya cesaret etmeyen korkak yavrularına cesaret vermek isteyen ana leylek elinden geleni yapardı. Bu yöndeki çabaya bazen baba da destek verirdi. Sonuçta birkaç deneme yapılır ve yavrular anne ve babanın eşliğinde kendilerini yuvadan boşluğa bırakırlardı. Yavrular uşmaya başladığında biz çocuklar ellerine bayram şekeri verilmiş gibi sevinirdik. Anne ve babanın yavrularla olan bu beraberliği sonbahara kadar devam ederdi. Sonbaharın son demine yaklaşıldığında anne ve baba leylekler büyüyen yavrularını yanlarına alarak havaların sıcak olduğu yerlere doğru göçüp giderlerdi. Bölgedeki leyleklerin tümü göçten bir iki gün önce bizim köyün karşısında bulunan WARé KÜNDİ düzlüğünde bir araya gelirlerdi. Toplanan yüzlerce Leylek kendi aralarında takip edecekleri güzargaı belirledikten sonra hep birlikte havalanırlardı. Leylek katarı havada belli bir düzen içinde güneye doğru yol alırken biz çocuklar Cami Düzü’nde toplanarak onlara el sallardık. Bazen leyleklerden birkaçı köyün üzerinden uçarak bize adeta “Allahaısmarladık” der gibi kanat çırparlardı.


 


Aradan birkaç ay geçince bahar geldiğinde leyleklerimiz gittiği yerlerden tekrar köye geri dönerdi. Bu durum her yıl hiç aksamadan tekrar tekrar yaşanırdı. Büyüklerimizin anlatığına göre bu yuvada bir yıl kalan leylekler sonra ki yıl bir daha yuvaya dönmezlermiş. Onların yerine bir yıl önce doğan yavru leylekler gelirmiş.


 


Önümde duran bu fotografa çok dikkatlı ve çok ayrıntılı şekilde baktığım halde o kayalıklarda bulunan leylek yuvasını göremiyorum. O yuvadan eser kalmamış. Anlaşılan o güzelim leylekler insanlarımızdan ilgi görmeyince alıp başlarını uzak diyarlara gittiler ve bir daha da dönmediler. Köyümüzün süsü ve rengi olan o güzel leylekler neden köyü terk ettiler, en son köye ne zaman uğradılar ve köye neden bir daha uğramadılar bu ve benzer soruları siz en iyisi Karahan’da oturan büyüklerinize sorun. Bakalım size verecekleri bir cevapları olacak mı?


 


Devam edecek...


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]

Bu yazı 2039 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum