YEĞENİM İBRAHİM
8.BÖLÜM.
Değerli Yeğenim,
Xal Cemilın evinin sağ tarafında, köyün tam yukarısında sağ köşede bulunan o meşhur kayalığın ismini biliyorsun değil mi? Birçok büyük taşın üstüste yığılmasiyla oluşan bu kayalığın ismi KERé SIMİdır. Bu kayalık bizim çocukluğumuzda gözümüzde ne kadar yüksek ve ne kadar da büyük görünüyordu bir bilsen. Peki bu kayalık bu ismi nerden alıyor bunu biliyor musun? Bilmediğinize eminim, o zaman dur ben sana bu kayalığın isim hikâyesini bir güzel anlayayım.
Büyüklerimizin anlatıklarına göre Karahan Köyüne gelip yerleşen ve burada ilk evi yapan kişi bizim büyük dedemiz KAL MISTdır. Bunun yaklaşık iki yüzyıl öncesine dayandığı tahmin ediliyor. Kal Mıst, dedemiz Xelilé Nofelın öz dedesiymiş. Karahana yerleştikten kısa bir süre sonra yalnızlık Allaha mahsustur diyerek GÖGERÇİN Köyünde yaşayan eniştesi SIMİyi yanına çağırmış. SIM, büyük dedemiz Kal MISTın kız kardeşi EJ ile evliymiş. Kal MISTın ısrarlarına dayanamayan SIM evini Karahana taşımış. Gelirken Köyün en güzel yerinde kendime şöyle güzel bir ev yapayım diyerek günün her saatinde güneş yüzü gören, soğuktan rüzgârdan korunan bu kayalığın altında taş ve topraktan kendine güzel bir ev yapmış. O tarihten sonra büyüklerimiz bu kayalığa KERé SIMİ demişler. Yani SIM kayası. Bu kayalık köyün en yüksek noktasıdır.
Bizim zamanımızda bu kayalık bazen haberleşme alanında da kullanılıyordu. Şöyle ki; mesela bazen köylünün bir hayvanı eve gelmez dışarda kalırdı. Bu tür durumlarda mal sahibi eve gelmeyen hayvanını aramak için yollara koyulurdu. Köylü köyden ayrıldıktan kısa bir süre sonra dışarda kalan hayvan bir bakardın bir yerlerden çıkıp gelirdi. İşte o zaman hayvanını aramaya çıkan köylüyü durumdan haberdar etmek gerekiyordu. Bu durumlarda bizim Ziya dayıya büyük iş düşerdi. Doğuştan gözleri görmeyen yaşlı Ziya dayımız köyün en yüksek noktası olan bu kayalığın tepesine çıkarak başlardı avaz avaz bağırmaya. Ziya dayının sesi öylesine gür ve öylesine güçlü çıkardı ki insanlar onu beş-altı km öteden ta Mirhas ve Şilan Köylerinden bile rahatlıkla duyabilirlerdi. Ziya dayı heeyyy filankes köye dön kaybolan hayvanın eve dönmüştür diye bağırmaya başladığında malı sahibi sesini anında duyar ve hemen evin yolunu tutardı.
Bu kayalığın altında bizim Elanlardan Abdülkerim Dayının evi vardı. Küçük yaşlarda babasını kaybeden Abdülkerim Dayı Elanlı Ahmetin oğluydu ve yengem Gülişın tek erkek kardeşiydı. Uzun boylu, esmer ve oldukça zayıf birisiydi. Yaman bir sigara tiryakisiydi. Sigara üstüne sigara yakardı. Köyün bütün gençleri sigara içmeyi ondan öğrenmişti. Köyde bir sürü yeğeni olan Abdulkerim Dayı bütün yeğenlerini çevresine toplar ve onlara sigara içilir,nasıl tutulur, burun deliklerinden dumanı nasıl çıkarılır bir güzel öğretirdi. Ona göre sigara içmek erkekliğin şanındandı. Sigara içmeyen insanın adamlığından şüphe edilirdi. Benim diyen her delikanlı mutlaka sigara içmeliydi. Yoksa onu ciddi almamak gerekirdi. Abdülkerim Dayıdan nasihat alan köyün bütün gençleri ve özellikle de yeğenleri erkekliklerini ispatlamak için başlardı sigara içmeye. Bu yüzden Karahanda sigara içme oranı bir hayli yüksektir. Ve köy olarak bu başarıyı Abdülkerim Dayıya borçluyuz. Köydeki bütün gençler gibi biz çocuklarda Abdülkerim Dayıya ALO derdik. ALO XALO nın bozulmuş haliydi. Yani dayı anlamında kullanılıyordu.
Abdülkerim Dayının yaşlı bir Annesi vardı. İsmi GEWRéydı. Köyde yaşayan herkes ona DA GEWRé diyordu. Abdülkerim Dayı DA-GEWRénin tek erkek evladıydı. Bu yüzden onun üstüne titrerdi. DA GEWRénin birbirinden iyi, üç kızı vardı. Bunlardan birisi amcam Mustafa ile evli olan Guliş yengem, yani anneannenizdi. Diğeri Dedeniz Xal Bekirın eşi Xal Sultandı. Üçüncü ise Hemamvéran Köyünden Xelo Dayı ile evli olan Zeynep Teyzeydi. Biz ona Xala Zeynık diyorduk. Zeynep teyzenın eşi Xelo dayı çok güzel kaval çalar ve oyunlar oynardı.
Hemamvéranda yaşayanlar köyde Kürtçe konuştukları için Xala Zeynik onlardan iyi derecede Kürtçe öğrenmişti. Bazen babaevi Karahana geldiğinde kendi çocuklarıyla Kürtçe konuşurdu ve bu çok garibimize giderdi. Çünkü o zamanlar Karahanda yaşayan biz çocuklar tek kelime Kürtçe bilmiyorduk. Xala Zeynıkın boy boy çocukları vardı; Mehemmed, Fikret, Fahri ve Recep. Bir de kızları vardı; Kudret, Hatice ve Emineydi.Kardeşlerden Recepın daha sonraları babası Xelo dayı gibi güzel kaval çaldığını çevremden duymuştum.
Xal Gewré dünya iyisi bir kadındı. Onun yüreğinde sadece insan sevgi vardı. Kin, nefret ve kıskanma nedir bilmezdi. Kısacası melek gibi bir kadındı. Hiçbir insanın en ufak bir kötülüğünü istemezdi. Yardım ve iyilikten başka hiçbir şey düşünmezdi. Uzun boylu ve esmerdi. Beline sardığı kuşağının arasına devamlı bir mendil sıkıştırırdı. Yaşlılıktan olsa gerek gözleri hep ıslaktı. Eşini çok erken yaşlarda kaybetmişti. Kocasının ismi Ahmeté Elandı. Çocuklarını el âleme muhtaç etmeden, alın teriyle büyütmek isteyen DA GEWRé yaşamı boyunca hep çalışmıştı. Zayıf olmasına rağmen son derece çevik ve hareketli birisiydi. Köyde yaşayan insanlar arasında hiçbir ayrım yapmaz Hızır Hoca gibi herkesin imdadına koşardı. Yaşlı haline rağmen elinde süt bakracı kapısında bulunan bir sürü hayvanı tek başına sağardı.
Köyümüzde dünyaya gelen bütün çocuklar DA GEWRé nın ellerinde gözlerini dünyaya açmıştı. Köyde sağlık ocağı, doktor ve hemşire olmadığından köydeki kadınların çok ilkel koşullarda doğum yapmaktan başka çareleri yoktu. Kadınlar çocuk doğurmak için yatağa düştüklerinde önce Allaha sonra da DA GEWRé kendilerini teslim ederlerdi. Anlayacağın köyümüzün tek ebesi DA GEWRéydı. Bu yüzden Kararahan da doğan bütün çocukların doğal ebesi oydu. Böyle olduğu için de köyde herkes ona DA GEWRé diyordu. Yani Da Gewré herkesin ninesiydi. Köyde her doğum sonrasında enerji toplansınlar diye onun elinden bol yağlı tahıl bulamacı yemeyen kadın hemen hemen yok gibidir.
DA GEWRénın annem ile arası çok iyiydi. Annem Da Gewré de annesinin sıcaklığını ve yakınlığını görürdü. Bu yüzden onu son derece sever ve sayardı. DA GEWRé de Annemi öz kızı gibi severdi. Onu öz kızlarından ayrıt etmezdi. Annem iş güç konusunda zora düştüğünde hemen DA GEWRéyi yardımına çağırırdı. İki eli kanda olsa annem seslendi mi Da Gewré hemen evimize koşar ve elinden gelen yardımı annemden esirgemezdı.
DA GEWRénın oğlu Abdülkerim Dayı Saadet yengeyle evliydi. Saadet Yenge Sivereke fazla uzak olmayan ALANCIK köyünden Karahana gelin gelmişti. Babası Remé İbiş vaktinde varlıklı birisiymiş. Anlatılanlara göre erkeklerin bulunduğu bir ortamda kadınların düğünlerde oyun oynamasının hafiflik sayıldığı yıllarda Remé İbiş kızı Saadetı koluna takıp herkesin içinde doyasiya oynarmış. Babasından aldığı bu serbestlikten dolayi Saadet Yenge köyün en şen ve en güler yüzlü kadını olma ünvanını elinde bulunduruyordu. Çok rahattı. Dünya işlerini hiçbir zaman kendine dert etmezdi. Maddi durumları çok iyi olmadığı halde o hiçbir zaman bunu kendine dert etmezdi. Onun güçlü kahkahaları günün her saatinde köyün her yerinden duyulurdu. Onun anlattığı belden aşağı fıkra ve meseleler herkesi güldürmekten kırıp geçirirdi. Saadet Yenge gerçekten de âlem birisiydi. Yaptığı komiklikler ölüm döşeğinde ecel teri döken birisini bile güldürürdü. Onun için yer, zaman ve mekânın fazla bir önemi yoktu. Canı istediğinde içinden geçeni söyler ve etrafındakileri gülmekten kırıp geçirirdi. Önemli bir şahsiyetin taziyesi için bir araya gelen tanınmış şahsiyet -lerin Saadet Yengenin espirileri karşısında kendilerini tutamayıp katıla katıla güldüklerine çokça tanıklık etmişimdir. Yani anlayacağınız Saadet Yenge köyümüzün aadet yengeKarahamus birisiyim.onemli sahsiyetleri guldurdugune tanik olmus birisime milleti gulme kirizine sokardi.Saadet yeng gülen yüzüydü. Köydeki kadınlar günlük yaşamın stres ve yorgunluğunu üstlerinden atmak için çoğu fırsat buldukça onun yanına giderlerdi. Onun yanında yarım saat vakit geçirenler sırtlarına binen dünya sıkıntılarından bir anlık olsa da kurtulurlardı. Köyün yaşlı ve otoriter erkekleri onun bu şen şakrak halinden fazla hoşnut kalmasalar da onun kimseye aldırdığı yoktu. O saygı ve terbiye sınırlarını koruyarak ve hiç kimseye saygısızlık etmeden bildiği yolda yürümeye ve yine bildiği şekilde yaşamaya devam ederdi. Gülmek ve keyifle yaşamak onun vazgeçemediği yaşam biçimiydi. Hiç kimsenin gücü ve yaptırımı onu bu güzel huydan asla vazgeçiremezdi. Onun anlayışına göre hayatın zorlukları karşısında insanın dayanabilmesi için insanın tek seçeneği vardı: O da yaşamı ciddiye almamak ve bol bol gülmekti. Yoksa insanlar dünyanın bunca sıkıntısına nasıl göğüs gerecekti? Ona göre gülmekten vazgeçmek hayattan vazgeçmek demekti.
Abdulkerim Dayı ve Saadet Yenge Can veren Allah rızkını da verecektir diyerek dayanmışlardı çocuk yapmaya. Abdülkerim Dayımız istekli ve Saadet Yengemiz de buna dünden razı olduğundan çocuklar kendiliğinden peş peşe bu dünyaya arzu endam etmişlerdi. Abdülkerim Dayının büyük kızı Maideydi. Onu Ziynet izliyordu. Bildiğim kadarıyla Mehemmed, Mustafa ve Mahmut diye üç oğlu vardı. Başka çocukları var mıydı, yok muydu pek hatırlamıyorum. Fakat sanırım başka çocukları da vardı.
Bir defasında daha dört-beş yaşlarında küçük bir çocukken Saadet Yengemin bir erkek çocuğu dünyaya gelmişti. Önceleri her şey yolunda gitmişti. Sonra çocuk daha birkaç aylıkken aniden hastalandı. Mevsim kış ve yerde diz boyu kar vardı. Şehre giden bütün yollar kapanmıştı. İnsanlar evlerinden dışarıya çıkamıyordu. Komşunun komşuya gidecek hali yoktu. Kimse bir yerlere tek adım atamiyrdu.
Yaşanan bu ağır kış koşullarında ateşler içinde kıvranan bu hasta çocuğu kimseler şehre götüremiyordu. Saadet Yenge ve Abdülkerim Dayı çocuğu doktora şehre ulaştıracaklarına evleri daha sıcaktır diye çocuğu Mustafa amcamın evine getirmişlerdi. Amcamın evinde kalan ve sobaya yakın bir yerde oturan Ziya Dayı, ateşler içinde yanan çocuğu iyi gelir diye kızgın sobaya habire tezek atıyordu.
Kızgın sobanın bir iki adım ötesine bırakılan çocuk sıcak tutulsun diye sıkı sıkıya kundaklanmıştı. Ateşler içinde baygın yatan çocuğun alnı boncuk boncuk terliyordu. Eski bir yorgan yüzünden elde edilen bir bohçayla kundaklanan bu çocuğun çok güzel bir yüzü vardı. Birkaç aylık olmasına rağmen son derece derli toplu bir çocuktu. Kar misalı beyaz bir teni ve son derece iri kara gözleri vardı. Ateşler içerisinde yanan bu güzel çocuğun masum yüzünü hayatım boyunca hiç unutmadım. Nerede bir hasta çocuk görsem hep o çocuğun o güzel yüzünü ve o bitkin halini hatırlarım. Ecel terleri döken çucuğunun içler acısı durumuna dayanamayan Saadet Yenge bazen onu kucağına alıyordu. İki-üç aylık olmasına rağmen çocuğun kundağı yerden zor kalkabiliyordu.
Sobaya art arda atılan tezekler, Mustafa amcamın durmadan okuduğu Kuran ve kadınların mırıldandıkları dualar küçük çocuğu kurtarmaya kâfi gelmemişti. Bu güzel çocuğun gözleri bir sağa bir sola kayıp duruyordu. Bu günahsız yavru herkesin gözleri önünde mum gibi eriyerek sönüyordu. Sonunda korkulan ve beklenen o an gelmişti.
O güzel çocuk son nefesini verdiğinde Yengem Saadet, Güliş, annem ve odada bulunan köyün diğer kadınları gözyaşlarına boğularak hıçkıra hıçkıra ağlamışlardı. Ama Saadet Yengenin ağlaması ve iç çekişleri herkesten çok daha farklıydı. Dünya işlerini kendine dert etmeyen Saadet Yenge evlat acısıyla en fena yerinden çok yaman vurulmuştu. Talihsiz çocuğunun kundağına kapanan Saadet Yenge yürek burkan acıklı ağıtlar yakarak uzun uzun ağlamıştı. Giden canın bir daha geri dönmeyeceğini bilen Saadet Yenge daha sonra ağlamasına son vererek etrafını saran kadınları kan çanağı gözleriyle süzerek, kendisine acıyan kadınlara Ne yapalım Allah verdi, Allah aldı demişti.
Saadet Yenge başkalarını teselli etmeye çalışırken içinde kopan isyanı herkesten gizlemeye çalışmıştı. Ölümle pençeleşen çocuğu Siverekte doktora ulaştırmak büyüklerimiz için kolay olmamıştı, fakat onun o küçük bedenini kara kışta toprağa vermek hiçte zor olmamıştı.
Devam edecek
Kadir Büyükkaya / Hollanda
FACEBOOK YORUMLAR