Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

YEĞENİM İBRAHİM-1

07 Ocak 2016 - 18:04

YEĞENİM İBRAHİM


 


1.BÖLÜM...


 


Birkaç bölümden oluşan bu yazıyı aslında sizlerle daha önce paylaşmam gerekiyordu. Bunu yapacağıma dair değerli yeğenim rahmetli İbrahim Karahan’a verilmiş bir sözüm de vardı. İşi ağırdan alma yapımdan dolayı ona verdiğim bu sözü ne yazık ki zamanında yerine getiremedim. Bundan dolayı son derece üzgünüm. İhmalcılığımdan kaynaklanan bu eksiklik yüzünden yerine getiremediğim bu görevden dolayı İbrahim’e karşı büyük bir eziklik duyuyorum. Ertelemeci anlayışın yol açtığı bu kusuru yüreğimin bir köşesinde bir cam kırığı gibi hep taşıyacağım. Duyduğum bu rahatsızlıktan kolay kolay kurtulamayacağımı gayet iyi biliyorum.


 


Aşağıda bölümler halinde okuyacağınız bu yazıyı neden kaleme alma gereği duydum, bu düşünce nasıl ortaya çıktı, önce sizlerle bunu paylaşacağım. Bundan dört yıl kadar önce yeğenim İbrahim Karahan, ata-ecdat kokusu sinmiş köyümüzün tam karşısında bulunan kayalıklardan doğduğum ve yedi yaşıma kadar kaldığım bizim köyün güzel bir fotoğrafını çekmiş ve Facebook sayfasından paylaşmıştı.


 


Fotoğraftan o kadar etkilenmiştim ki dakikalarca bilgisayar ekranına kilitlenmiş ve bu fotoğrafı uzun uzadıysa seyre dalmıştım. Daha sonra dayanamamış ve bu muhteşem fotoğrafı Facebook’taki profilime eklemiştim. Aradan bunca zaman geçmesine rağmen bu fotoğrafı halen Facebook sayfamda profil olarak kullanıyorum. Merak edenler Facebook sayfamdan bu fotografa ulaşabilirler.


 


İbrahim’in bir fotoğraf karesine sığdırdığı bizim köyün manzarasını seyrederken aklım kırkbeş-elli yıl öncesine kaymıştı. Fotoğrafa öylesine dalmıştım ki kendimi 1960’lı yılların ortalarında köyün içinde günlük işleriyle uğraşan kadınların bağırıp çağırmalarını, ayaküstü sohbet eden yaşlıların mırıldanmalarını ve köy meydanında oyun oynayan çocukların seslerini duyar gibi olmuştum.


 


Fotograf karşısında derin düşüncelere daldığım bir sırada, ‘o yıllarda köyde kimler hangi evde nasıl yaşıyordu, ne yer ne içerlerdi, birbiriyle olan ilişkileri nasıldı, biz çocuklar köy ortamında ne eder ne yapardık?’ gibi sorular birer birer aklıma takılıyor. Bu konuda yazılacak bir yazının başta yakın akrabalarımız olmak üzere birçok insanın ilgisini çekeceğini düşünerek, bu konuda bir şeyler yazmaya karar verdim. Bu yöndeki düşüncemi bir mesajla sıcağı sıcağına yeğenim İbrahim’e ilettiğimde; “Aman dayı ne kadar iyi olur, bunu hemen, hem de en kısa zamanda mutlaka yazmalısın” demişti.


İbrahim’in konuya bu denli ilgi duyması, yazma konusunda beni daha da heveslendiriyordu. Güvendiğim hafızama yüklenerek hemen başlıyorum 1965’lerin Karahan’ınını yazmaya.


 


Yazma konusunda istekli olduğumdan, masaya oturur oturmaz çocukluğumdan aklımda kalan bütün bilgi ve anılar birer birer kendiliğinden kağıda dökülüyor. Öyle ki çok geçmeden şu an sizlerle paylaşacağım bu kapsamlı yazı metni ortaya çıkıyor. Bu yazıyı yazarken yeğenim İbrahim bana sık sık mesajlar atarak yazının hangi aşamada olduğunu soruyordu. Yazıya son noktayı bıraktığımda İbrahim’i arayarak kendisine yazının tamamlandığını söylüyorum.


 


Yazının tamamlandığını öğrenen İbrahim tek kelimeyle havalara uçuyor. Bundan duyduğu sevincini dile getirirken,  “Dayı yazıyı nerede ve ne zaman yayınlayacaksın?” diye sorduğunda kendisine, “Sen merak etme yeğenim, kısa bir süre için de mutlaka bir yerde yayınlayacağım” demiştim.


Ne yazık ki o gün hiç gelmedi. İbrahim tıp dünyasının henüz çare bulamadığı amansız bir hastalığın pençesine düştü. Yapılan bütün müdahalelere rağmen kurtarılamadı ve 10 Kasim 2014 tarihinde  çok erken bir yaşta aramızdan ayrıldı.İbrahim aramızdan ayrıldığında henüz 37 yaşındaydı.


 


Kendisinden geriye genç bir eş ve dokuz yaşlarında bir erkek çocuğu kalmıştı. İbrahim’i seven dostları, arkadaşları ve bütün aile çevresi onun ölümüyle oluşan bu korkunç boşluğu, ondan geriye kalan genç eşi ve çocuk yaşta öksüz kalan tek oğluyla gidermeye çalıştılar.


 


Bana gelince; İbrahim’in gidişi bir çokları gibi beni de derinden yaraladı. Üzüntüm çok büyüktü. Üzüntümü büyüten nedenlerden birisi de onun için kaleme aldığım ve kendisiyle bir türlü paylaşamadığım bu yazıydı. Bu yazı, ona vermek istediğim ama bir türlü veremediğim değerli bir hediye gibi masamın çekmecesinde boynu bükük kalmıştı.


 


Daha sonraları kendimce bir karara vararak, bu yazıyı özenle saklayacak ve günü zamanı geldiğinde İbrahim’den geriye kalan oğlu Serdar’a  giderek ona bu yazının hikâyesini anlatacaktım. Bunu yaparak İbrahim’e karşı olan borcumu ve ezikliğimi bir nebze olsun gidermeye çalışacaktım. Güya ben İbrahim’in oğlu Serdar beli bir yaşa geldiğinde ona gidecek ve kendisine; “Al Serdar, bu yazıyı yıllar önce senin baban için kaleme almıştım. Ne var ki bunu onunla paylaşamaya fırsatım olmadı. Bu yazıyı sana vermek için büyümeni bekledim. Şimdi bu yazıyı anlayacak yaşa geldin. Al bu yazıyı ve oku!” diyecektim.


 


Ne var ki bu niyet ve düşüncem kendimi kandırmaktan başka birşeye yaramayacaktı. Büyüklerimizin “bela gelirse üst üste gelir” sözü boşuna söylenmemiş. Bu sözün doğruluğu ispatlanmak istenircesine ve insana ‘‘vay anasına be’’ dedirtecek bir haberle yeniden sarsılıyoruz. İbrahimin acısı yüreklerimizin  orta yerinde daha taptazeyken kulaktan kulağa yayılan ikinci bir haber başta İbrahim’in anne ve babası olmak üzere hepimizi en kötü yerinden yeniden vuruyor. Kahrolası bu haberle hepimiz bir kez daha yıkılıyoruz.


 


İbrahim’in ölümünden sadece elli dört gün sonra 5 Ocak 2015 tarihinde köye yakın bir yerde, bir trafik kazası meydana geliyor ve İbrahim’den geriye kalan ve herkesin üstünde titrediği o Serdar çocuk, bu talihsiz kazada ne yazık ki hayatını kaybediyor.


 


Ardı sıra gelen bu iki ölüm hadisesinden sonra İbrahim’in çektiği bir fotoğraf üzerinden kaleme aldığım bu yazıyı önce yırtıp atmak geldi içimden. Fakat daha sonra bundan vazgeçtim.Bunu yapmaya gönlüm bir türlü el razı olmadı. Bunu yapacağıma yazıyı bir ömür saklamayı daha doğru buldum. Fakat İbrahim ve oğlu Serdar’in ölüm yıl dönümü gelip çattığında dosyamda duran bu yazı beni ciddi anlamda rahatsız etmeye başladı.Yazıyı zamanında İbrahim’le paylaşmamaktan duyduğum üzüntü ve pişmanlığı bertaraf etmek için bu yazıyı yayınlamayi daha doğru buldum.Bu yazıyı değerli yeğenim İbrahim ve geçen yıl bugünlerde bir trafik kazasında vefat eden oğlu Serdar’ın anısına adıyorum.


 


Yeğenim İbrahim nur için de yatsın.


 


İbrahim’e hitaben yazdığım işte o yazı.


 


Devam edecek



Kadir Büyükkaya / Hollanda



[email protected]


 


 

Bu yazı 2490 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum