Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

ZERİ BEBEK...

05 Ekim 2012 - 20:45


Geciken baharın 10 Mayısında,



Geç kalan bir konuk,



Bir bebek açıyordu gözlerini Dünyaya...



Bahara hasret,



Kadim bir şehrin, bir mahallesinden



bir çocuk çığlığıyükseliyordu semaya…





 



Dünyaya gözlerini açan bebeğin,



Hak arayan ilk çığlığı,



Gece karanlığınıyırtarcasına yayıldı,



Dört bir yana…



Dalga dalga,



bir bu yana, bir o yana…



önce



Karacadağ’a, fırtınalardan geriye kalan,



Erimeye yüz tutmuş,



karlarla buluşarak, baharı müjdeledi…



Sonra; Dicle boylarında,



yeni doğmuşbinlerce çocukla,



El, ele vererek umudu büyüttü...





 



Yeni doğan bebeğin başına insanlar üşüşmüştü,



yüzlerine hüzün bulutları çökmüştü,



Doya doya sevinmek varken,



yorgun gözler kan çanağına dönmüştü,



Ağız dolusu gülmek varken,



Gölgelenen esmer yüzlerden,



Hüzün yağıyordu, küçük bebeğin çıplak bedenine…



Gözlerden süzülen sevinç gözyaşları,



Odayı hüzün ve kedere boğuyordu…





 



Gece karanlığında yol alan, bombardıman uçaklarına inat,



bir çocuk çığlığı yükseliyordu,



Kadim şehrin semalarında…



ve insanlar;



Hüzün ve sevinci bir arada yaşıyordu,



Yeni doğmuş bebeğin odasında…



 



Çocuk bekliyordu sabırsızca, kulağına eğilecek ilk insanı,



ve söylenecek, ilk sözcükleri…



Gel gör ki;



hançer üzerinde yürünecek,



Çetin yaşamın, şaşmaz rotasınıbelirleyecek,



o ilk sözcükleri,



Kulaklara fısıldayacak insanlar yoktu ortada,



Sadakatta kusur etmeyenler,



Vuruşarak düşmüşlerdi bu topraklara…



Hain cellâdın yüzüne tükürenler,



Ölüme kafa tutarak,



Çoktan çekilmişlerdi savaş arenasından



ve artık,



Ne Neco’lar vardı,



ve ne de, Necmettinler…





 



Bırca Belek harabelerine sinen,



Mem û Zîn sevgisini,



Sîpan eteklerine yaslanan,



Sîyabend û Xecê sevdasını,



ve



Bey konaklarında,



Yankılanan Derwêşê Evdî destanını,



Yüreklere aktaracak,



Yitik şairler yoktu artık…



Ne Mehmet Uzun’lar



Ve ne cigeri yaralı



Cîgerxwînler…



İnsan soyunu, insan olmaya davet eden,



Örümcek bağlamış kör yürekleri,



Kin ve nefret tohumlarından arındırma kavgasında,



kutsal ayetlerin sonsuz gücüne sığınan,



Evliyalar, enbiyalar,



Yoktu artık meydanlarda…



Ne Feqiyê Teyran



Ne Ahmedê Xanê’ler



Ve



Ne de Elîyê Heririler…







Oysa, ilk sözler;



çınlatılmalıydıkulağa,



söylenenler bir ömür



yol göstermeliydi çocuğa…



Yoksa nasıl göğüs gererdi,



dünyaya musallat olmuş bu zorbalığa…



Ne var ki,



Mem û Zîn yetim,



cesur kavramlar öksüz



ve



Tanrı’nın yeryüzündeki



Bütün halifeleri suskundu…



Yeni doğan günahsız bebek



On binlerce yıllık gelenekten



mahrum bırakılıyordu bu gece...







Bu



suçtan beter



Görülmemiş bir zülüm



ve kabul görmeyen



bir utançtı bu gök kubbede,



buna sebep olanlar



tek kelime ile,



halden anlamaz birer ceberruttular...



Bu yeryüzünde…



yeni doğan bebek,



mavi, güzel gözleriyle birisini aradı,



sağda solda,



etraftaki insanlar arasında,



o,



kulağına seslenecek bir ahlak uleması,



ruhuna seslenecek bir dahi,



ve bilinmeyenleri açıklayacak bir evlat-i
Resul arıyordu odada…



Lakin bilmezdi ki o,



mangal yürekli güzel insanların



köküne kibrit suyu dökülmüştü bu coğrafyada…



Küçük çocuk çaresiz,



küçük bebek umutsuz,



ve çocuk



sessiz isyanlarda…



Sıkıyordu ufacık yumruklarını,



tepeliyor ufacık topuklarıyla,



lanet olasıkaderini,



sormak istiyordu bebek;



hani nerede büyüklerim?



Kulağıma cesur sözcükler



fısıldayacak ecdatlarımın,



asil ve cesur torunları nerede?



Mem û Zîn,



Sîyabend û Xecê,



ve



bilcümle yiğitlerin sevdasını



kulağıma üfleyecek,



ozan ve dengbejlerim nerede?



Bu belalıcoğrafyada



yol gösterenlerim,



beni selamete erdirecek



bilge Kaptanlarım



ve



Gözü pek rêbazlarım nerede?



Canından can,



yüreğinden günahsız bir ceylan doğuran



bitkin Anne,



kendisine uzatılan yavrusunu,



kan çanağı gözlerle



bağrına basıyor,



anne kokusunu



içine çeken çocuk susuyor…



Anne;



eğiliyor kulağına bebeğin



ve



ona,



bak çocuğum;



aradığın o insanlar yok artık dünyamızda,



onlar şimdi Süleymaniye’de



Azadî parkında birer gül fidanı,



onlar her mevsim;



dağlarımızda yeşeren



Bir tutam binevş…



Onlar;



vurgun yemiş kalplerimizi,



gülistan bahçesine çeviren,



birer Nergis tarlası…



onlar;



kızıl şafaklarda,



yüreklerimizde yeşeren,



gökkuşağı renginde,



binlerce menekşe



ve onlar;



her gün batımında,



yüreklerimize akan,



 




bir demet hüzündürler artık…



Senin aradığın o güzel insanlar



Yok artık yaşamımızda…



Onlar Siverek mezarlığında,



Dağ kapıda



ve



Erbîl sırtlarında,



mermer kaidelere nakşedilen



birer cesur isimdirşimdi…



Onlar;



Her gün,



kandan beslenen,



her türden haramzadenin ekmeğine



doğranan bir avuç zehir



ve onlar;



karanlık gecelerin kör sessizliğinde,



binlerce celladın uykusunu bölen,



büyük bir korkunun adıdır şimdi…







Lakin sen tasalanma,



sana dört kitaptan öte,



başın üstüne



yemin ediyorum ki;



o muhteşem gün, gelip çattığında,



yokluğuna alışamadığımız



O güzel insanların,



sırtlarında yükselen,



mermer sütunlu mekanlarda,



seninle el ele,



yürek, yüreğe,



düşmana inat;



adım adım yürüyeceğiz…



şehirlerimizin özgürlük meydanlarını süsleyen,



bronz heykellerin



gölgesine bağdaşkurup,



sana gidenlerin,



haklı kavgasınıanlatacağım…



Elimde bastonum,



sırtımda ağır yüküm,



ve;



yüreğimde unutamadığım,



derin acılarım olsa da,



sana bu yiğit insanların



kahramanlık hikayelerini,



bıkmadan usanmadan,



uzun uzadıya anlatacak,



ve senin o körpe yüreğine,



sevgi tohumları ekeceğim…







Sen tasalanma yavrum,



bu kadim şehir,



bu bereketli topraklar,



seni bağrına basmaya hazır,



sen bir daha koyuver,



özgürlük kokan o mahsum çığlığını,



ve sen; sakın ağlama,



ağlama ki



cellatlar titresin,



korku, fesat yuvaları,



Yıkılsın birer birer



En ince yerinden…





 



Hoş geldin yavrum,



sokaklarında insanlık kavgasının sürdüğü,



bu kadim şehre hoşgeldin…



Korkuyu yüreklerine defnetmiş



güzel insanların,



ölüme meydan okuduğu,



Cesur yürekli insanların ülkesine hoş geldin…



Hoş geldin ZERRİ‘nim…



Bahar kokusuna hasret kaldığımız



bu cennet ülkeye hoşgeldin “



10.05.2012


Kadir BÜYÜKKAYA/Hollanda


[email protected]

Bu yazı 1791 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum